Çarşamba, Mayıs 18, 2011

YUNAN ROMA ORTAÇAĞ SANATI

YUNAN ROMA ORTAÇAĞ SANATI

DEFİNE--DEFİNECİLİK-DEFİNE İŞARETLERİ-DEFİNE İŞARET ÇÖZÜMLERİ-DEFİNE HARİTALARI-HAZİNELER-DEDEKTÖR-DEFİNE ARAMA ÇUBUKLARI YAPIMI-GPR-ALTIN-GÜMÜŞ-ELMAS-TILSIM-GİZEMLER-GÖMÜ-SİKKE-CİN-EŞKİYA BELGELERİ-MEZAR TÜRLERİ-HÖYÜK-TÜMÜLÜS-KAYA MEZARI-MEDENİYETLER-EFSANELER-DESTANLAR-BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK-KEHANET-ÜNLÜ EŞKİYALAR-ARKEOLOJİ-TARİHTE PARA-TAKILAR-DOĞAL TAŞLAR-DARPHANE-MÜZELER HAKKINDA BİLGİLER-DİNİMİZ İSLAM-DEFİNE HABERLERİ-TÜRK DÜNYASI-MİTOLOJİ-HEYKEL-ANTİK MISIR-ANTİKA NÜMİZMATİK-TÜRKİYEDE ARKEOLOJİ-ANTİK BÖLGELER-ANTİK KENTLER-TARİH VE TARİHİN YARARLANDIĞI BİLİMLER-HORASAN-ÖLÇÜ VE AĞIRLIK BİRİMLERİ-ÖLÇME ALETLERİ-TARİHİ TİCARET YOLLARI-EBCED HESABI-İŞARET ÇÖZÜMLERİ-DEFİNE ARAMA YOLLARI-GİZEMLİ DEFİNERİ BULMA-HORASAN ÇÖZME-KAYA MEZARLARI- MEZAR-ROMA SİKKE-BİZANS SİKKE-GREEK SİKKE-TARİHİ ANTİK SİKKE VE PARALAR-ARKEOLOJİ VE DEFİNECİLİK ÜZERİNE HER TÜRLÜ BİLGİ DUA SIRLARINDA...


YUNAN SANATI



Yunan sanatı, Yunan kabilelerinin M.Ö. 2000’in başlarında kuzeyden gelerek Yunan yarımadasına yerleşmelerinden, M.Ö. 31’de Roma egemenliği dönemine kadar süren dönemi kapsayan sanattır

Antik mimarinin en önemli yapı tipi “Tapınak”tır. Tanrının evi olduğuna inanılan tapınaklar tanrının heykelini ve ona adanan kutsal eşyaları korurlardı. Bu türden ilk tapınaklar ağaçtan yapılmıştır.Yunan tapınağı “Megaron” denilen bir yapı tipinin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. M.Ö.7. yüzyıldan beri taştan yapılan tapınaklarda önceleri “iyon” ve “Dor” adı verilen iki düzen hakimdi, sonradan bunlara “Korint” düzeni de eklenmiştir.
YUNAN [b]MİMARİSİ[/b]




En eski tapnakların temelleri taştan, duvarlar tahta ve kerpiçten , çatıları ise tahtadan yapılıyordu. M.ö.7.yy`dan beri tapınaklar taştan yapılmaya başlamıştır Yapıların en çok dış görünüşlerini etkileyen bu sistemlere NİZAM adı verilir. Yunan mimarisinde 3 temel nizam vardır.

1 Dor Nizamı

2 İyon Nizamı

3 Korint Nizamı





1.DOR NİZAMI:M.Ö. 7 ila 5. yy arasında örnekleri görülen tapınaklar Yunanistan, Güney İtalya, Sicilya ve Anadolu’da yapılmıştır.


Bu nizamın başlıca özellikleri şöyledir:1. Bir kaç basamakla çıkılan bir zemin üzerinde yer alır.
2. Sütunlarda kaide bulunmaz. Doğrudan zemine oturur.
3. Aşağıdan yukarıya incelen sütunların gövdelerinde dikey yivler yer alır.
4. Sütun başlığı, çanak şeklinde yuvarlak bir yastık ile bunun üzerinde yer alan dört köşe bir plakadan oluşur.
5. Sütunları bir birine bağlayan taş bir kiriş vardır.




Dor tapınağına en iyi örnek m.ö.5.YY.`da Atina akropolün`de yapılmış olan Panthenon tapınağıdır. 45 sene kadar inşası devam etmiş olan bu büyük tapınak,mimar İktinos,un pilanlarına göre yapılmış olup kısa tarafında 8`er, uzun tarafında 17`şer sütun bulunmaktadır. Panthenon`da plastik süsler önemli bir yer alıyordu.


Dor tapınağına ülkemizdeki en iyi örnek Behramkale Atena tapınağıdır.



2.İYON NİZAMI: M.Ö. 6- 4.yy. Daha çok Batı Anadolu’da (İyonya) görülür.








Başlıca özellikleri:
1. Tapınaklar basamaklı bir zemin üzerinde yer alır.
2. Sütunlar kaideye oturur.
3. Sütun başlıkları koç boynuzuna benzeyen kıvrımlı bir biçimdedir( volüt)
4. Arşitrav dışa taşkın olarak yapılmış iki veya üç katlıdır.
5. Sütunları ince ve uzundur.




Bu Düzen dor sütun sistemine oranla hafifi duruşu ile daha zariftir. Dor`de bulunmayan sütun kaidesi, burada üç yuvarlak silme ile bunların aralarına gelen iki oyuk çemberden oluşmuştur.



En ünlü iyon tapınağı M.Ö.6.YY.`da rastlanan Efes’teki ARTEMİS tapınağı yaklaşık 110 metre uzunluğunda ve 55 metre genişliğindedir.Tapınağın batı cephesinde Lidya kralı Kreussos tarafından hediye edilen gövdelerinin alt kısımları kabartmalı sütunlar vardır.



3.KORİNT NİZAMI: M.Ö. 5-4 .yy. İyon nizamının çok az değişmiş bir şeklidir. Tek fark sütun başlıklarında görülür. Volüt başlık yerine akantus yaprakları ile donanmış sütun başlıkları kullanılmıştır.




Bazı Yunan tapınaklarında korint ve iyon sütun başlıkları birleştirilerek karma ( Kompozit) başlıklar kullanılmıştır. Bu tapınaklarda sütunların yerine kadın heykellerinin (karyatit) kullanıldığı görülür.




Priene tiyatrosunu ele alacak olursak binanın seyirciler yeri (teatron), orkestra, yuvarlak meydanı ve skene (sahne) binası olmak üzere üç esas kısımdan meydana geldiğini görürüz.






YUNAN ]RESİM ve HEYKELCİĞİ




Yunan resim sanatına bilgi verebilecek tek araç çanak ve çömlek resimleridir.

M.Ö 7.y.y.sonları ve 6.y.y.’da siyah figür tekniği sonraki dönemlerde ise kırmızı figür tekniği kullanılmıştır.

Siyah figürlü resimde hemeros destanından iki kahramanı Akhilleus ve aias’ı çadırlarında dama oynarken görüyoruz figürler yandan betimlenmiştir.



Kırmızı figürlüde M.Ö 500 yılı savaşa hazırlanan genç tasvir edilmiştir. Bura da sanatçı tarihte ilk kez karşıdan görünen ayağın resmini çizmiştir bu sanat tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.


Antikçağ’daki Yunan heykelciliği XIX. yy’ın sonuna kadar biçimsel açıdan tüm zamanların en başarılı sanatı olarak görüldü. Gerçekçilik arayışıyla biçimlerde kusursuzluğa erişme kaygısını birleştiren bu sanat, Batılı heykelcileri derinden etkiledi.

Bilinen ilk eserler Kiklad Adaları ve diğer Yunan adalarındaki M.Ö. 2500’den 2000’e uzanan Kiklad putlarıdır. Üslubunun ön plana çıktığı bu şemalaştırılmış insan figürleri, son derece modern bir giz duygusu uyandırır. Yazılı belge olmadığından bu putların hangi şartlarda, ne amaçla yapıldığı hâlâ bilinmemektedir.





Yunan Heykelciliği 4 Dönemde İncelenir

1.VII. ve VI.yy. da Arkaik

2.V.yy. da Klasik

3.IV.yy. da İkinci Klasik

4.Helenistik Dönemi



1.Arkaik Dönem Bu dönemde destan türünün yaygınlaşması ve Doğu'nun tanınması, M.Ö. VII. yy'da heykel sa­natını etkiledi. Bunda Mısır'ın ağırlıklı bir rolü oldu mısırlıların bıraktıkları yerden devam eden Yunanlılar büyük boyutlu heykeller yapmaya başladı.

Mısır'a özgü hareketsiz ve önden gösterilmiş heykellerden esinlenilmişti ancak mısırlılardan bir adım öteye giderek yanı teknikler ile insan figürlerini ımgelestirerek daha gercekcı boyutlara getırmıslerdır.

Kleobis ve Biton adındaki iki atletin geometrik bedenleri (M.Ö. 570’e doğru) daha sonra canlı bir anatomiye dönüşür. Bunun ilk örneği Pireli Kuros’tur (M.Ö. 520’ye doğru). Cepheden görüntü kuralına uyulur ve eser canlılık kazanmaya başlar.


Mısır heykelciliği olduğu yerde sayarken, Yunanlı heykelciler yüzyıllık bir zaman içinde, bir bacağı önde, kollar iki yana yapışık ayakta duran insan heykelinin, cepheden ve donuk tipinden kurtararak ona hacimlerde bir doğallık ve kıvrımlarda bir incelik kazandırırlar



2.Klasik dönem. Bu dönem (M.Ö. 500-323) insan bedeninin gerçekçi yaklaşımla incelenmesi ve biçimlerin idealleştirilmesi arasındaki uyumlu birleşmeyle belirgindir.

Hareketin betimlenmesi açısından çok önemlidir.Disk atan adam heykelinde Atletin bedeninin bükülmesi ve kasla gerginliği, mermerin hareketsizliğine çok güçlü bir dinamizm katar.


3.İkinci klasik dönem Bu yüzyılın en büyük heykelcisi praksiteles işçiliğindeki zerafet ve yaratılarının ince ve ıcten ıce etkileyici nıtelıgıyle unludur hermes ve çocuk dionisos heykeli praksitelesın gunumuze ulasan tek yapıtı olarak bilinir. Bu aslında tunçtan yapılan bir heykelin mermerden kopyasıda olabilir


4.Helenistik dönem: Yunan sanatının Helenistik dönemdeki değişikliğini çağın en ünlü heykellerinin bazılarında görüyoruz.



Bunlardan birisi, İ. Ö. 170 yılı dolayında, Bergama kentinde dikilen bir sunak masasıdır.Bu yapıt, Tanrılarla Devler Savaşı'nı betimlemektedir. Şahane bir yapıttır ama, onda bir önceki Yunan heykel sanatının uyum ve inceliğini aramak boşunadır. Sanatçının güçlü, dramatik etkiler elde etmek istediği belli oluyor. Devlerin bakışları can çekişme işkencesini dile getiriyor. Etkinin daha çarpıcı kılınmak istenmesi yüzünden, burada söz konusu olan, artık, duvardan pek az dışarıya çıkan bir alçak kabartma değildir. Tersine, savaşırken sanki sunak masasının eşiğinden taşarmış, sanki bulundukları yeri umursamıyormuş gibi görünen üç boyutlu figürlerle dolu bir yüksek kabartmayla karşı karşıyayız.


Sonraki dönemlerde büyük üne kavuşmuş heykel yapıtlarından bazıları Helenistik dönemde doğmuşlardır. Laokoon heykel topluluğu, 1506 yılında gün ışığına çıkarılmıştır.Bu heykelde, Vergilius'un Aineas adlı destanında anlatılan acıklı bir öykü betimlenmiştir: Troyalı rahip Laokoon, içinde Yunan askerleri bulunan dev büyüklükteki tahta atı kente almamaları için hemşerilerini uyarmıştır. Troya'yı yerle bir etme tasarılarının engellendiğini gören tanrılar, denizden iki büyük yılan gönderirler. Yılanlar hem rahibi, hem de talihsiz iki oğlunu kıvrımları arasına alıp sıkıştırarak boğarlar. Yunan ve Latin söylencelerinde sık sık rastlanan, tanrıların zavallı ölümlülere karşı kötü niyetle düzenledikleri anlamsız acımasızlıklardan birinin öyküsüdür bu.


M .ö. 480 lerde Perslilerin yakıp yıktığı Atina’da yeniden kurulan şehirde tanrıların heykellerinin yapılması ve tapınakların süslenmesi işi heykelci fidiasa verilmiştir. Fidias’ın parthenondakı athena tapınağı için yonttuğu heykelin kopyasıdır.





4 yy sonlarına doğru yüzün kendine özgü özelliğinin nasıl kavranacağını ve bugünkü anlamda portrenin nasıl yapılacağı öğrenildi büyük İskender sarayın heykelcisi olan lisipposa heykelini yontturmuştur. Büyük İskenderin imparatorluk kurması yunan sanatı için çok önemli bir olay olmuştur ve yunan sanatı tüm dünyaca tanınmısıtr.
Roma Sanatı



Roma'nın ana esin kaynağı Helenistik Dönemdir.Roma önceleri Etrüsk ve Yunan kolonileri yoluyla beslenmiş; M.Ö. ikinci yüzyıldan sonra ise başkent, Yunanistan olmuştur. Büyük İskender'in Yunan felsefesini yaymak için giriştiği siyasi atılım, M.Ö. dördüncü yüzyıl sonunda belirginleşen genel bir tarz haline gelmiştir. Bu değişim çağının babası Aristoteles'dir. İskender ise onun öğrencisidir. Onun görkemli başarısı, kendisine bilinçsizce sunulan bir dünyada yeni bir evrensel anlayışa başlangıç olmuştur. Helenistik gelenekle beslenen bu anlayışın etkileri daha sonraları Roma İmparatorluğu'na uzanır.
Roma Mimarisi




Roma mimarisi, bir temsil ve kudret gösterisidir. Roma sanatının temeli mimari’de yatar.Heykel alanındaki sanatçıların aksine, mimarlar genellikle Romalı idiler. Bu bakımdan Roma mimarisi, Romalıların görüş ve iradesini biçimlendirir. Roma mimarisinde klasik ve barok üsluplu yapılar, yer yer ayni zamanlarda görülür.

Roma mimarisinde, genellikle rustik bir kabalığa varan işleme tarzına rastlarız.Roma yapıları bu nedenle sağlam, kaba ve ağır göründüğü gibi çok çeşitlidir de. Bu özellikleri yüzünden Yunanlıdan ayrılır.

M.S. 1-2yy’larda hamam, ticari yapıların ve sarayların yapımında tonoz ve kubbe gibi karmaşık yapıdaki unsurlar ortaya çıkar. Aynı dönemde çimento kullanılmaya başlamasıyla birlikte dini yapılar ve bazilikalar gibi geleneksel yapıların tasarlanmasında da yenilikler meydana gelir. Bunun en iyi korunmuş örneği Hadrianus tarafından 118-128 arasında Roma’da yaptırılmış olan Panteon Tapınağı’dır. Tüm tanrılara adanan ve yapımı Antoninus Pius tarafından tamamlatılıp Septimius Severus tarafından restore edilen yapı son derece büyük tekneli kubbesini korumuştur. Çimentodan yapılmış olan 43,30 m çapındaki kubbe (orta yerindeki yuvarlak pencerenin çapı 9 m) yedi nişin süslediği dairesel bir cellayı(çok tanrılı dinlerde tapınağın içinde kült objesinin yada tanrı heykellerinin korunduğu en kutsal bolum) örtmektedir.






Yunan ve Etrüsk sanatlarının klasik biçimleri farklı amaçlarla halen kullanılmaktaydı. Cumhuriyet döneminin başından sonuna kadar genellikle tapınaklarda uygulanan Toscana düzeni o zaman Yunan Dor düzeninin öğeleriyle bütünleşmeye başlar ve kendine özgü bir Dor düzeni oluşturur. 2yy’dan itibaren, Yunan bu düzeni ve özellikle Korintos düzeni yaygın bir şekilde kullanılmaya başlar.

Cumhuriyet döneminin sonunda kemerlerin birleşmiş ve üst üste yığılmış saçaklıklarla çerçevelenmesi yaygınlık kazanır, bunun en iyi örneğini Colosseum’un dışında görmek mümkündür. Büyük binaların inşasında harç kullanımının giderek artması, kökeni yapısal bir nitelik taşımakla birlikte daha sonra süslemeye yönelmiş olan Dor, İon ve Korintos düzenlerini aşama aşama geri planda bırakır.



Anıtsal Zafer Takı’nın kökeni M.Ö. 200’de başlar, ama klasik şeklini alması İmparatorluk döneminin ilk zamanlarına rastlar. Geniş yarım ayaklarla desteklenmiş tonozlarla kaplı merkezi bir üst bölüm olan attikede altın yaldızlı bronz heykeller yer alır. Orta kemerin yanında ikinci derecede önemli geçitler oluşturan küçük kemerler yer alır.

Roma Resim Ve Heykelciliği




Roma Resim ve Heykelciliği taş, bronz veya pişmiş topraktan yapılmış anıtsal heykel, mimari kalıntılarda da görüldüğü gibi hem iç, hem de dış mekânlarda kullanılmıştır. Pişmiş topraktan heykellere özellikle en eski tapınaklarda rastlanmaktadır; bu çalışmalar kaplama levhaları üzerine yapılmış figüratif veya bezemeye dayalı kabartmalar ya da çatıların kenarlarına, binaların alınlıklarına yerleştirilmiş büyük heykellerdir.

Romalıların meydan savaşlarını gösteren rölyefler vardır. Bunlarda, kayzer, at üzerinde ve çevresi düşmanlarla çevrili olarak derinliğine bir perspektif içinde gösterilir ve kayzerin bu rölyeflerde ilk kez kahramanlaştırıldığı görülür. Roma ordusunun kahramanca hareketleri konu olur. Fakat bu anlatımda başlar ve ayaklar, yer yer, rölyefin sathından dışarı üç boyutlu olarak çıkarlar ve heykel zemininde sert gölgeler ve konturlar yaparlar. Bu yüzden rölyefte, üç boyutlu heykelde olduğu gibi, figürün mekân içindeki ifadesinden meydana gelmiş, sert desenli bir şekillendirme ortaya çıkar.


Romalı, normal günlük yaşantısı içinde görünen yüz ve vücut hareketlerinin tasvirinde, bir sakınca görmüyordu. Bu yüzden, Romalı kendi portresini ya da kıralları olan Pompeius Magnus ya da Sezar’ı biçimlendirirken, onların bütün normal günlük hallerini benimsiyor ve bütün yüz kırışıklıklarına, iri ve çirkin burunlarıyla iç dünyalarına kadar her ayrıntıyı yansıtıyordu. Bu yüzden, Yunanlının kendine hakim ideal insan tipini, Romalı sevmedi. Ne saray geleneği, ne de yaşayışları yüzünden, muhteşem ve ideal yüzlü kral ifadelerine, Roma sanatında gidilmediğini görüyoruz.




Fakat Romalı, ideal ifadeleri de ihmal etmemiş ve klasik heykellerinin kopyalarını, Yunanlı sanatçılara yaptırmıştır. Bu ideal ifadeler ile, Romalıların natüralist görüşü arasında, zaman zaman çatışmalar bile olmuştur. Böylece Yunanın ebedi vücut formu ile Roma natüralizmi halledilmemiş ve ayrı ayrı yerlerde değerlendirilmiştir. Ancak Roma, bu ideal heykeli, resmi gücü için kullanmıştır. Bu yüzden de zaman zaman, Yunan’ın IV. ya da V. yüzyıl klasisizmasının Roma’ya aktarıldığına tanık olunulur.

Yurttaş portreleri bu dönemde öylesine gerçekçi yontulmuştur ki adeta canlı gibi görünürler. Bu gelenek her ne kadar fazla yankı getirmese de İmparatorluk dönemine kadar sürüp gider. Augustus döneminde Yunan normları üzerine temellenen yeni bir portre üslubu gelişir. Markus aurelıus At üzerinde kral heykeli motifi de dünya yüzünde ilk kez Romalılarda görülmektedir





İç duvarların yüzeylerini süslemek için mermer dışında, yalancı mermere ve resme yer veriliyordu. M.S 69’da Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucu yıkılan Herculanum ve Pompei şehirleri, bunun başlıca örneğidir.Burada kullanılan teknik, boyalı yalancı mermerle, mermeri taklit etmeye dayanıyordu; Helenistik Yunan’da ve Cumhuriyet Dönemi İtalyası’nda çok yaygın olan bu tekniğe «birinci üslup» (veya kakmacılık) adı verilmiştir. Duvarlar üç kısma bölünmüştür: taban bölgesi, orta bölge ve üst bölge. Kapalı mekânlarda, geniş mekan yanılsaması elde etmenin yolları aranmaktadır.






Kapalı mekânlarda, geniş mekan yanılsaması elde etmenin yolları aranmaktadır.
ORTAÇAĞ SANATI



Ortaçağ sanatı, Hıristiyanlığın yayıldığı ülkelerde doğmuş ve onun hizmetinde gelişmiş olan dinsel nitelikli bir sanattır. Roma İmparatorluğu 4.yüzyılda Hıristiyan dinini kabulünden sonra ikiye ayrılınca, Ortaçağ sanatı da Batı ve Doğu Hıristiyan Sanatı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ortodoks mezhebine bağlı olan Doğu Hıristiyan Sanatı, Katolik Roma’dan farklı bir yol izlemiş ve “Bizans Sanatı” olarak adlandırılmıştır

Bizans sanatının başlangıcı kesin bir çizgi ile ayrılamaz. Bu yüzden ilk yüzyılların sanatına [b]Erken Hıristiyan Sanatı[/b] da denilir.

Bizans sanatı 1000 yıllık yaşamı boyunca üç büyük ve birbirinden farklı özellikleri olan devirlere sahip olmuştur. Geçiş döneminin arkasından gelen [b]İlk veya Erken Bizans Dönemi[/b] 5. yüzyılın sonlarından 726 İkonoklazma akımının başlamasına kadar sürer, bu ilk parlayış dönemi [b]İmparator Iustinianos [/b](527-565) zamanında önemli ve büyük eserlerini verdiğinden bu imparatorun adıyla da anılır.


Bu dönemde Bizans sanatı, Hellenistik ve Roma sanatı geleneklerinden alınan motifleri kullanmaya, geliştirmeye devam etmekle beraber, Yakındoğu’nun sanat ve duyuş unsurlarıyla estetik zevklerinin sanata sızmasından kurtulamamıştır.
ORTAÇAĞ MİMARİSİ




HOSIOS LUKAS,MAKEDONYALILAR DÖNEMİ

Bir kare içine yerleştirilmiş Yunan haçı biçi­minde, daha küçük boyutlarda ve kubbe kasnağı üzerinde yer alan bir kubbeyle örtülü yapıların belirmesiyle önemli bir gelişme gösterir.

Yapıların sade dış yüzleri, bazen, donanıma gösterilen özen, tuğla ve taş sıralamalarıyla bir bezeme kaygısını ortaya koyar. İçeride önceki dönemlerin bezeme zenginliği korunmuştur







VİLADIMIR MERYEMI

Bu dönemde ikona sanatı da ilerleme gösterir. Eski cila tekniği yerini temperaya bırakır. İkonaların yapımında veya bezen­mesinde fildişi, mine, minyatür mozaik ve kuyumculukta işlenmiş metaller yaygın biçimde kullanılır. Bunlardan bugün Moskova'da bulunan Vladimir Meryem'i in­celiği, kompozisyonu ve esin kaynağı olan duygu yumuşak-lığıyla XII. yy Bizans sanatının en güzel örneklerinden biridir








AYASOFYA

Ayasofya bir bazilika planına sahiptir ve ahşap bir çatı yerine 32.37 m. çapında merkezi bir kubbeyle örtülmüştür. Yerden 55 m. yükseklikte olan bu kubbenin baskısı yarım kubbeler, kemerler ve tonoz sistemi ile karşılanmıştır Ayasofya duygu yönünden Hıristiyan mistisizmasının anıtlaştığı bir eser olmakla beraber, onun kitlesinde eski Roma İmparatorluğu’nun haşmet ve dev ölçülü olmak eğiliminin de açık belirtisi vardır. Bizans, Ayasofya’nın büyüklüğü ve kubbesinin göz alıcı haşmeti karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak duymuş ve öylece değerlendirmiş fakat onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak yoluna gitmemiştir. Bu bakımdan Ayasofya Bizans sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır.


Ayrıca Ayasofya Bizans sanatının henüz Roma sanatının baskısı altında bulunduğu ve kendi varlığını, bulma yolunda olduğu bir dönemin eseri olduğundan ilerlemiş Bizans mimarisinin bir temsilcisi sayılamaz.

KHORA MANASTIRI

Bizans sanatının son altın çağının en zengin mozayik koleksiyonunu görmek için Khora Manastırı’nın (bugünkü Kariye Camii) küçük zarif kilisesine gitmek gerekir. Komnenoslar döneminde Kiborion biçiminde mekânlı olarak yeniden yaptırılan kilise 1310-1320 arasında hazine nazırı Theodoros Metokhites tarafından genişletilmiş ve mozayiklerle süslenmiştir


BÜYÜK İSKENDER’LE DARA’NIN SAVAŞ

İtalya, Roma fetihlerinden ve Yunanistan’ın gerilemesinden sonra, politik ve ekonomik gücüne rağmen, sanat bakımından Helenistik uygarlığın etkisi altında kalır. Böylece, Pompei üç yüzyıl boyunca resimleştirme eğilimi taşıyan eserler verir.


Bunların en ünlülerinden biri, M.Ö. IV veya III. yy’a ait bir resmin kopyası olan, Büyük İskender’le Dara’nın savaşını tasvir eden mozaiktir (yaklaşık M.Ö. 80-60, Hayvanlar Evi). Arkadan görülen atın kısaltımı, mızrakların hareketi, kompozisyonun, dikkati asil kişinin bulunduğu sahnenin ortasına çeken genel çizgileri ve yapımdaki incelik bu esere duyarlılık ve dinamizm kazandırır. Hadriana villasının güvercinli mozaiği de bir başka büyük ustalık örneğidir. İçinden çok güzel bir çiçek kordonu geçen bir çerçeveyle çevrili olan panoda, fıskiyeli bir havuzun kenarlarına tünemiş, her biri farklı yükseklikte dört güvercin yer alır.

SAİNT-SAVİN-SUR-GARTEMPE’TA

Roman ressamları Eskiçağ sanatçılarının ustalığına erişemeseler de kuru sıvadan çok ıslak sıva üstüne resim yani fresk çalışırlar. Henüz kurumamış bir sıva üstüne uygulanan boyalar iyice içeri işleyerek neredeyse hiç atmayan renkler elde etme olanağı verir.




Bu tekniğin güçlüğü (sıva kurumaya başlamadan, yani toputopu birkaç saat içinde sahnenin tamamlanması gerekir) sanatçıları çoğu zaman sahnenin bazı bölümlerini kuru olarak tamamlamak zorunda bırakır: yüz hatları, giysilerdeki ayrıntılar. Bu bölümler dolayısıyla daha dayanıksızdır ve korunması zordur.



NOTRE-DAME-DE-LA COUTURE

Daha iddialı yapılarda, sahın daha geniştir ve dikdörtgen filayaklarına dayanan yarım daire biçiminde kemerlere yan sahınlardan ayrılan merkezi bir sahın oluşur. Çoğunlukla geniş olan çapraz sahın bir veya üç apsid olabilen bir koro yerine açılır. Bin yılından hemen sonra Mans’daki Notre-Dame-de-la Couture ve Tours’daki Saint-Martin kiliselerinde olduğu gibi, gezinti yerli (yan sahınlı) ilk koro yerleri görülmeye başlar. Tek olan kule, genellikle çapraz sahının üstünde yükselir. Birden fazla kule olması durumunda bunlar ön cephede yer alırlar ve taban bölümleri ana kapı işlevini görür. Bazen de kulelerin koro yerinin iki yanından yükseldiği görülür. Pencerelerin daha önceki döneme göre küçük olması, kiliseye loş bir hava verir.





Her yapı kendine özgü çizgilere sahiptir. Daha sonraki dönemde olacağı gibi üslupta bölgeselleşmeye rastlanmaz. Model ve üslup son derece bir yayılma alanı bulduğundan teknikleri ve hacimlerin ele alınışı oldukça türdeştir. En büyükler dışında, yapı işinin yerel zanaatçıların, hatta bizzat halkın elinden çıktığı kesin gibidir. Bu mimarlık, duvar çizgisinin zemine oturtulması dışında başka bir plana gerek bırakmadığından gerçekleştirilmesi oldukça kolaydır. Bu yüzden de, yapı kelimenin modern anlamıyla gerçek bir mimarlık yaklaşımdan çok basit bir duvar işçiliğine dayanır









SOUİLLAC

Souillac’ta olduğu gibi geniş sahınların da kubbeyle örtüldüğü görülür. Kubbelerde tonozların telle bağlanması binayı hantallaştıran çok dayanıklı bir payandalamayı gerektirmesi yüzünden sonuçta ön plana çıkan kaburgalı tonoz olmuştur.


ORTAÇAĞ RESİM VE HEYKEL




VITRAY

Avrupa’da vitray, resmin yerini almaya başlamıştır. Önceden boyanmış renkli camlarla oluşturulan vitray, parlak resimler yaratmak için doğal ışıktan yararlanmakta, böylece tapınağa, işlevine uygun bir loşluk vermektedir. Chartres Katedrali’ndeki renkler, koyu mavilerle parlak kırmızıları, canlı yeşilleri ve altın sarılarını kontrast içinde bir araya getirmekle haklı bir ün kazanmıştır Erken Ortaçağ’dan beri bilinen bu teknik, ilk gotik deneyimlerle bağlantılı olarak, gerçek anlamda XII. yy’da gelişmiştir.


SENS KATEDRALİ

ilk gotik sanatın gerçek mimari prototipi gibidir. Büyük kare açıklıklardan oluşan sahın, altı dilimli tonozlarla (bunlar, XIII. yy’da pencerelerin genişletilmesinden önce çok şişkindi) örtülmüştür ve ortadaki sivri kemer, yanda iki tali taşıyıcıya dayanmaktadır.

Senlis Katedrali’nin taçkapısında Saint ve Chartres’daki yaklaşımlara yeni bir biçim verir.





Kapı şevinde yer alan, dökümlü giysilerine daha esnek hareketlerin eşlik ettiği heykeller, ne yazık ki çok yıpranmıştır Heykelde ikonografi de yenilenmiştir. Meryem’in ölüm döşeğinin çevresinde çocuksu canlılıkla dolu melekler, ruhunu, onu onurlandıran İsa’ya götürmek için koşuşturmaktadır. Meryem kültünün artan coşkusu, bu motif görülmemiş bir gelişme kazandıracaktır. Sütun-heykellerin kaidelerine, takvim sahneleri işlenmiştir. Mistik duygulardan insan emeğine kadar bütün varlıklara yayılan bir yaşam titreşimi sezilir.



CHARTRES KATEDRALİ,

Gotik estetik anlayışın yeni kurallarına göre inşa edilir. Görkemli taç kapıların kesişme yerlerindeki ikonografi genişler; sütun-heykeller katılıklarını kaybeder; insanlık dramından kaygılı ahnlann işlendiği gururlu başlar döner, eğilir, bireyselleşir. İnsanın güzelliği, güney taçkapisının aynasındaki İsa’da görüldüğü gibi, her yerde yüceltilir.


AMİENS KATEDRALİ

Yapımına 1220’de başlanan ve on beş yıldan daha az bir sürede bitirilen batı cephesi, bu dönemdeki heykel grupları içinde en bütünlük gösterenidir. Elbise kıvrımları daha ağır, hareketler basit ve doğal, yüzler köylü tipli, hikayelerse renklidir




NAUMBURG KATEDRALİ

XIII. yüzyılın sonlarında Naumburg Katedrali’ndeki, mimariye karşı bağımsızlığını kesin olarak kazanmış heykeller, dönemine Alman hayal dünyasına damgasını vuran sağlam bir üslup bireyin karakterini ustaca aktarmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder