Salı, Haziran 14, 2011

DÜNYANIN İLK GÜZELLİK YARIŞMASI

Günümüzden dört bin yıl önceye gidelim.
Dünyanın ilk güzellik yarışmasının ve Troya savaşının arifesindeyiz.
Ve en büyük şiirine "İlyada" ya sahne olacak o günün Anadolusu'na hayal gözüyle şöyle bir bakalım. Yumuşak çimenlere uzanarak yaz gününü kavalının sesiyle geçirmiş olan çoban yorulup susunca, kendi acemi sanatının çıkarabildiği seslerden kat kat tatlı bir müziğin taa ücralardan geldiğini duyar ve gönül gözüyle güneş arabası üstünde Apollon'un bir altın liri çalarak güneşle parlayan yeryüzünü büyülediğini görürdü.
Gece avcısı yeni doğan hilalin ışığını şükran dolu yürekle karşılar; ay ışığı gövdeli tanrıça Artemis'i ay ve yıldızlar gibi kendi perileriyle avının peşinde hızla koşmakta olduğunu sanırdı.
Rüzgar sıcak esince kaynağından serin ve berrak fışkıran sularından susuzluğunu giderirken gurbet yolcusu su perileri naiad'lara dualar ederdi.
Uzak dağ yamaçlarından güneş ışınlarının ve gölgelerin koğalaştığını gören ova orakçıları, dağ perileri oread'ların koşuşmakta ve birbirine ünlemekte olduğunu sanırlardı.
Sık ormanlarda, sessizlik içinde, yaprakların derin derin iç çekişinde Zephyros'un sevgilisini, arayıp fısıldadığı işitilirdi.
Çalılar arasında yaban keçisinin boynuzunu görünce yolcular tanrı Pan'ı görmekte olduklarını sanırlardı.
Dünyanın o dönemi masumluk, çocukluk ve düş dönemiydi.
O dönem Homerik Çağ'dı.
İşte o çağda dünyanın ilk güzellik yarışması, Artemis'ler, naiad'lar ve oread'lar Anadolu'sunda yapıldı.
Argo gemisi, dümenin yanında duran ozan Orpheus'un musiki uyumlu dizemine(temposuna) göre kürek çalarak Çanakkale'den geçti.
Marmara Denizi'ndeki yeşil diplerde, bu şanlı tekneye hayran kalan deniz kızları hep yüze geldiler.
İşte o gün Okyanus perileri, bellerine kadar denizlerin köpüklerinden çıkarak sütbeyaz gerdanlarını siftah olarak insanlara gösterdiler ve yine o gün Peleus, deniz tanrıçası Thetis' i gördü ve ona gönlü sevgiyle aktı. Thetis de hemen orada onun bu arzusunu gülümsemeyle karşılayarak onu çıldırasıya mutlu etti.
Peleus'un deniz perisi Thetis ile evleneceği gün düğüne bütün tanrılar çağrıldı. Yalnız fesat çıkarmaması ve oyunbozanlık etmemesi için kıskançlık ve nifak tanrıçası Eris düğüne çağrılmadı. İşte buna kızan Eris, coşkulu şölenin en aşkın anında masanın üzerine bir altın elma( Hespereid, Balear adalarında hasıl olan altın elmalardan, yani portakallardan) atmıştı.
Elmanın üzerinde "En güzele!" yazılıydı.
Her kadın gibi her tanrıça da kendini, "en güzel" sanarak elmaya sahip çıktı. Elemeler yapıldı ve sonunda güzeller üçe indi.
Bunlar, Aphrodite(*), Hera, Pallas Athena idi.
Bu üç güzel, Tanrılar Tanrısı Zeus' a gidip, aralarında, en güzeli seçmesini rica ederler. Zeus, bu işin sonunda bir çapanoğlu çıkacağını tahmin ederek, onlara Troya'nın yanında İda dağına gitmelerini, orada hem Paris, hem de Aleksandros diye anılan bir prens olduğunu, babasının koyun sürüsüne çobanlık etmekte olan bu gencin, mükemmel bir güzellik bilgini olduğunu, Paris'in bir şehzade olmasına rağmen, babası Troya hükümdarı Priamos' a bu oğlunun bir gün ülkesinin mahvına sebep olacağı için uzaklara gönderdiğini söyler.
Paris o anda Kocakatran dağlarında Oinone adlı güzel bir peri kızıyla yaşamaktaydı. Ayın onbeşi Kocakatran dağlarının İda doruğunu tepeden tırnağa kadar gelin tellerine benzeyen nurla örtmektedir.
Küçük Menderes nehri de kendi bölgesi boyunca ay ışığından hilalimsi gümüş kavisler çizerek Boğaz' a akmaktadır..
Tam o sırada üç tanrıça, güzelliklerinin bütün gururuyla Paris'in karşısına çıkagelirler. Üç büyük tanrıçanın olağanüstü güzelliklerini görünce delikanlı şaşırır. Tanrıçaların herbiri delikanlıya bir şey adar.
Hera, Paris' e Asya ve Avrupa'nın sahipkıranlığını;
Athena, Troya'lıları Akha'lar üzerine muzaffer etmeyi;
Aphrodite ise zevce olarak dünyanın en güzel kadınını vaad eder.
Esmer Hera bir eliyle sert, kabarık ve sivri memesini, öteki eliyle de mükellef örtüyü kalçalarının hizasında tutmaktadır.
Pallas Athena, güzellik yarışmasına katıldığı halde, kendisinin utangaç yaradılışına ihanet etmeden giyinik olarak gelmiştir.
Aphrodıte, altın saçlarının ağırlığı altında yine de başını dik tutmaktadır. Gövdesi beyaz bir ırmak gibi akarak genişlemekte ve göbeğinde bir tek çiçekle süslenmiş bir süt gölüne dönmektedir.
Paris, elmayı kime verecektir? Yoksa üç parçaya mı bölecektir? Ya da hiç bölmeden ve kimseye vermeden elmayı oturup kendi mi yiyecektir?
Aphrodıte, zon veya sestus denilen kısa bir kuşak takıyordu. O kuşağı takan kadın, erkeklerin gözlerinde güzeller güzeli olurmuş. Hatta Hera, kocası Zeus'tan iltifat görmediği zamanlar Aphrodıte den bir gece için kuşağını ödünç vermesini yalvarırmış. Bu kuşakta bütün zerafetler, cazibeler, tatlı gülümsemeler, süzgün gözlü veya ateşli bakışlı davetler, kandırıcı iç çekişleri, anlamlı susuşlar ve bakışlar gizli bulunuyormuş.
Elmayı elinde tutan Paris'in gözlerini Aphrodıte'den ayırmadığını gören Hera, güzellik tanrıçasına kızarak ona, "Sen haksızlık ediyorsun. O kuşak senin belini sardıkça bütün gözler sana dönüyor." diye çıkışmış.. Bunun üzerine Aphrodıte, sinirli bir davranışla kuşağını koparırcasına çıkararak Hera'ya uzatmış. Hera kuşağı takınmış. Artık Aphrodıte yalınkılıç gibi boyunca çıplak kalmış.
Paris, altın elmayı yavaş yavaş ona uzatmış.
O devirde yaşayan kadınların en güzeli Helene olduğu için, onun elini isteyen isteyeneydi. Bunların arasında kurnazlığıyla ün salmış İlias da vardı. İlias, Helene kime varırsa varsın bir haksızlığa uğrarsa, kendisiyle evlenmeye aday olan herkesin kıza yardıma koşacaklarına yemin etmelerini istedi. Onlar yemin ettiler. Helene adaylar arasında Sparta kralı Menelaos ile evlendi.
Paris, güzel kadını Sparta'dan kaçırıp Troya kentine getirdi. İşte o zaman bütün adaylar, yani Akha'lar, Agamemnon'un emrinde Troya'ya saldırdılar.
Bu savaşta altın elmayı alamayan Hera ile Athena, Akha'lara; Aphrodıte ve savaş tanrısı Ares ile Apollon Troya'ya yardım ettiler.

(*) Aphrodıte'nin, Zeus ve karısı ya da Deus ile onun dişisi olan Dione'den doğmuş olduklarını söylerler. Ama Yunanca "aphro", köpük; "aphrodıte" de köpük yavrusu demektir. Aphrodıte, Batı Anadolu'nun güneyindeki ufuktan sabah yıldızının doğduğu gibi bembeyaz ve yumuşak köpükten çırılçıplak doğmuştur. Aslında Aphrodıte, bir bereket, ay, sevgi ve güzellik tanrıçasıydı. Doğuda onun adı yıldız anlamına gelen Astoreth ve Astarte idi. Güzellik örtü kabul etmediği için, Olympos tanrıları arasında giyinmemiş olan biricik tanrı Aphrodıte'dir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder