Cuma, Şubat 04, 2011

VANIN GİZEMLİ SIR TAŞLARI VE URARTU BİLMECESİ

URARTU BİLMECESİ
Van'ın Sır Taşları

Binlerce dikilitaş ve pergelle çizilmiş kadar düzgün iki devasa halka... Astronomik bir önemleri mi vardı? Ezoterik işlevlere mi sahiplerdi? Bir kerede mi dikildiler, zaman içinde mi? Van il merkezinin yanı başında olduğu halde bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmediler. Urartu bilgeliğini yansıtan bu yaratıların gizeminin çözülebilmesi için çok geniş çaplı kazılar ve incelemeler gerekiyor.

 Geniş bir alan üzerinde büyük bir özen, hesap ve geometri ile sıralanmış 2 bin 475 adet dikilitaş... Taşlardan büyük halkalar ve yumuşak kayalara oyulu oda mezarlar... Urartulardan kalan belki de en gizemli yaratılar bunlar. Rahatlıkla ulaşılabilen konumu ve etkileyici görünümüne karşın, nedense hiç kimsenin dikkatini çekmemiş bugüne değin, tabii ki definecilerden başka... Oysa burası Urartuların yüksek düzeydeki uygarlığının yeni bir kanıtı ve Urartu bilgeliğinin en son yansımalarından biri gibi görünüyor.


Binlerce dikilitaşın bulunduğu tarlanın ve onun önünde dev halkaların Kalecik köyündeki Şahbağı kayalıklarından görünümü oldukça etkileyici. insanı şaşırtan bir düzene sahipler.
İç göçlerle gitgide sağlıksız şekilde kalabalıklaşan Van il merkezinin birkaç kilometre kuzeyindeki Kalecik köyü, bilim dünyasınca uzun zamandan beri tanınıyor. Sipsivri bir kayalık üzerine kurulu küçücük Urartu Kalesi, sur kalıntıları ve kayaya oyulu sarnıcıyla çok eskiden beri ünlenmişti. Bilimsel açıdan ilk kez 2001 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Rafet Çavuşoğlu tarafından keşfedilen şaşırtıcı yeni buluntular kalenin 1.5 kilometre kuzeyinde, Şahbağı Tepesi denen alçak bir kayalığın batı eteklerindeki düzlükte yer alıyor.
Düz bir alan üzerinde dizili ilk günkü konumlarını hâlâ koruyan dikilitaşların (monolit) yükseklikleri 80 santimetre ile 1 metre 30 santimetre arasında değişiyor. Ancak binlerce yıldır süregelen erozyon nedeniyle bugün kısmen toprakaltındalar. Yöresel kireçtaşından kabaca dikdörtgen prizma biçiminde yapılan monolitler yerlerine hiç işlenmeden oturtulmuşlar. Toprağa saplanacak bir ayağa sahip değiller. Önceden hazırlanmış sert, düzgün bir zeminde yanlardan daha ufak taşlarla beslenerek ayakta tutuldukları anlaşılıyor. Tüm monolitlerin bir kerede mi, yoksa zaman içinde yavaş yavaş mı dikildikleri şimdilik bilinmiyor.


Üç bin yıl önce büyük bir özenle 2 bin 475 adet dikilitaşın ne amaçla dikildikleri şimdilik bilinmiyor. İlk akla gelen varsayım bir Tanrı kültü ile ilgili olduğu.
Dikilitaş tarlasının hemen batısında, etrafı yumruk büyüklüğünde taşlarla çevrili, biri 13 biri de 30 metre çapında iki halka var. Yapay bir yükselti üzerinde kurulmuş gibi görünen halkalardan büyüğü ile dikilitaşları bir hendek ayırıyor. Batıya doğru gidildiğinde 30 metre çapında bir diğer halka çıkıyor karşınıza. Bunlar sanki bir pergelle çizilmişçesine düzgün. Giriş açıklıkları var mı, henüz belli değil. Ancak gerek bu halkalara ve gerekse dikilitaşlara, hemen doğuda yükselen Şahbağı kayalıkları üzerinden bakıldığında çok etkileyici ve hatta gizem dolu bir manzara ile karşılaşılıyor. İlk bakışta adeta başka dünyalardan gelmiş akıllı uzaylıları düşündürüyor.
Dev boyutlu taş halkalar ve binlerce kaba dikilitaş hangi amaca hizmet ediyordu? Bu saha ne gibi bir önem taşıyordu? Bu gibi soruların yanıtlarını vermek, bilmeceyi çözmek için vakit çok erken. Şimdiden söylenecek odur ki, çok kaba bir hesapla toplam ağırlıkları 300-400 tonu bulan monolitler ile geniş çaplı taş halkalar büyük bir emek ve işgücünün ürünü. Bu da seçilen alanın Urartular'ın gözünde belirli bir önem taşıdığına işaret ediyor. Benzerlerine Urartu ülkesinin başka yerlerinde rastlanmaması belki de, Kalecik'in başkent Tuşpa'ya özgü kral ve ezoterik işlev taşıyan bir tesis olmasından kaynaklanıyor.


Kalecik'teki gizemli alanın gözlem için de kullanılmış olabileceği ileri sürülüyor. Çünkü alan denizden 1800 metre yükseklikte; gökyüzünü izlemek için uygun bir yer.
Güneybatı uçtaki düzlükte, definecilerce delik deşik edilmiş kalıntılar yer alıyor. Belli ki burası eski bir mezarlık. Alanda ekim ayı içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ve Van Valiliği ile Ener Enerji Şirketi'nin maddi destekleriyle Van Müzesi ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nce kurtarma kazıları yapıldı. Yağmalanmış 18 oda mezardan 9 tanesi temizlenerek yeniden incelendi. İçlerine, kuyu biçimli bir geçit (dromos) ve alçak bir kapıdan iniliyor. Girişler bazen güneye, bazen de batıya bakıyor. Kabaca dörtgen ya da dikdörtgen planlı odaların yükseklikleri 1-1.5 metre, büyüklükleri ise değişiyor. Kimilerinin duvarlarına penceremsi küçük nişler açılmış, yan duvarların önünde ince-uzun sekilere yer verilmiş. Ancak eğilerek ayakta durulabilen alçak, karanlık ve nemli odaların içi sanki bir savaş alanı gibi darmadağınıktı. Defineciler geride en küçük bir buluntu bırakmamak için her yanı köşe bucak eşelemişler. Çoğu yetişkinlere ait insan kemikleri oraya buraya fırlatılmış; birkaç çocuğa ait sütdişleri de fark ediliyor.
Definecilerden artakalan ve ince eleklerden geçirilen mezar toprağı içinde yine de gözden kaçan ilginç buluntular var. Tunç, gümüş ve altından haşhaş kapsülü ve arslan başlı süs iğneleri, tunç at koşum takımı parçaları, kimileri ejder başlı tunç ve gümüşten çocuk bilezikleri, kemik iğne, gümüş küpe, yüzük, tunç amulet (muska) çanak çömlekler, kandil parçaları ve oldukça özenli işçiliğe sahip mekik biçimli iri akik ve cam boncuklar alışılmış Urartu eserleri.


Güneybatı uçtaki düzlükte yer alan, tümü yumuşak kil kayalara oyulu Urartu kaya mezarlarının odaları oldukça alçak. Yükseklikleri 1-1.5 metre arasında değişiyor
Küçük odalardan birinde üç insan kafatası ve iskelet parçalarıyla birlikte toplu olarak ortaya çıkarılan demirden buluntular ise oldukça ilginç. Balta, kılıç, bıçak ve mızrak gibi bilinen silahların yanında spatulalar, keskiler ve kalın yüzlü orak benzeri yeni aletler dikkati çekiyor. Küçücük bir odada toplanmış bu demir alet ve silahların anlamı neydi? Kimler için bırakılmışlardı? Bilinmez. Ancak başkent Tuşpa'nın (Van Kalesi) tam karşısında ve çıplak gözle rahatlıkla görülebilen uzaklıktaki bu yapılar topluluğunun Urartu Krallığı döneminden kaldığı, yani günümüzden 2 bin 800-700 yıl önceye uzandığı kuşkusuz.
İnsanoğlu dünyanın her yerinde, her zaman büyük taşlara saygıda kusur etmemişti nedense. Diyarbakır-Ergani yakınlarındaki Çayönü, Şanlıurfa-Bozova civarındaki Nevali Çori gibi Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ merkezlerinde somutlaşan bu ilgi binlerce yıl kesintisiz sürüp gitti ve günümüze değin ulaştı. Ancak eski Önasya dünyasında uzun sıralar halinde kaba taş dizilerinin belli ki farklı bir anlam ve önemi vardı. Bu türde kaba taş dizileri Filistin ve Kuzey Suriye'de İÖ III. binyıldan beri bilinmektedir. Filistin'de Gezer ve Hazor, Suriye'de de Tell Chuera en ünlüleri. Urartuların hemen güneyindeki amansız komşuları Assur'un aynı adı taşıyan başkentinde (bugün Kalat Şergat) biri krallara, biri de yüksek rütbeli bürokratlara ait iki uzun dikilitaş sırası dikkat çekiyor. Çok sade görünümlü taşlar üzerinde, Assur çiviyazısı ile kazılmış, sahibinin adı ve unvanlarını bildiren `Kral Adad-nirari'nin', `Evrenin kralı Şalmaneser'in' gibi çok kısa yazıtlar yer alıyor. Bürokratların tümü, Assur'da her yıla adını vermiş (limmu) ve valilik gibi görevler üstlenmiş kişiler. İlk yapıldıklarında surların dışında durmak üzere tasarlanmış taş dizileri, İÖ II. binyılın ikinci yarısından başlayarak yaklaşık 7 yüz yıl kullanılmıştı. Her birinin, bir yıla adını vermiş kişilere ait olması nedeniyle, işlev olarak dev boyutlu bir takvim olarak kullanıldığı sanılıyor. Gerçekten de özellikle krallara ait dizi, Assur tarihinin kısa bir özetini sunar gibi.


Kalecik köyündeki aynı düzlükte kaya mezarları bulunuyor. Birinde duvarlara boydan boya nişler açılmış. Urartu mezarlarında sık karşılaşılan bu türde nişlere cesetlerle birlikte bazı eşyalar, kimi zaman içlerine yakılmış kişilerin küllerinin konduğu vazolar bırakılıyordu.
Devasa boyutlu taş halkalara gelince, onların yakın çevrede benzerleri yok. Van Gölü havzasının kuzeyinden başlayıp Doğubayazıt ve Kars yöresinden Ermenistan ve Gürcistan'a değin yayılmış kurgan türü yuvarlak mezar anıtları ile arkeolojide kromlek denen taş halkalarla çevrili mezarlar Kalecik'tekilerden farklı. Bu yüzden Kalecik'tekilerin birer mezar halkası oldukları söylenemez. Doğuya doğru, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasında kalan platoda taş halkalar bulunmuştu. Kutsal alan ya da tapınak kompleksi olarak nitelenen ve Demir Çağı'na tarihlenen bu halkaların yakınlarında insan biçimli (anthropomorf) steller ve iri taşlar dikili. Taş halkaların en yoğun ve en uzun süreli kullanıldığı bölge Avrupa'ydı. Burada çapları zaman zaman 400 metreye ulaşan taştan halkaların en eski örnekleri İÖ IV. binyılın sonlarına değin uzanır. Güney İngiltere'de, Wiltshire yakınlarındaki, her yıl yaklaşık bir milyon insanın ziyaretine sahne olan Stonehenge bunlardan en ünlüsüdür. Kimileri onu güneş kültü ile ilgili dinsel bir tören alanı olarak nitelerken, kimileri de güneş ve ayla ilgili astronomik bir gözlemevi olarak tanımlıyor. Orta İtalya'da, Abruzzo yöresindeki Fossa'da Erken Demir Çağı'na (İÖ 1000-800) ait kaba taş dizileriyle çevrili halkalar ile sıraların da horolojik (vakit ölçme bilimi) ya da astronomik bir önem taşıdıklarına inanılıyor.

Kalecik Urartu dönemi mezarlığındaki küçük bir oda-mezarda bulunan demir eserler arasında balta, kılıç, bıçak ve mızrak gibi bilinen türlerin yanında işlevi tam olarak anlaşılamayan aletler yer alıyor.
Alışılmışın dışında özellikleriyle dikkati çeken Kalecik'teki bu muazzam tesis hangi amaca hizmet etmek üzere tasarlanmıştı? Arazide yapılan incelemeler ve günümüze ulaşan kalıntılar buranın bir yerleşim yeri olmadığını açık şekilde gösteriyor. Ne bir mimari kalıntı ve ne de insanoğlunun günlük yaşamına ilişkin izlerden eser var. Öyleyse binlerce yıl öncesinden günümüze ulaşan bu etkileyici kalıntıların anlamı neydi? Burası da bir tür göksel gözlem alanı olamaz mı? Urartularla çağdaş Babil ve Assurlular İÖ II. binyılın ortalarından beri astronomik gözlemlerde bulunmuş, özellikle de Venüs yıldızının doğuş ve batışına ilişkin kayıtlar tutmuşlardı. İÖ 700'lerden itibaren astroloji ile ilişkili bu astronomik gözlem raporları sistemli bir biçimde kaydedilmeye başlanmıştı. Ay'ın hareketleri ve tutulmaların zamanı kestirilebiliyordu. Bu etkinliklerin amacı, kralın ve ülkenin geleceği hakkında kehanetlerde bulunmak ve aynı zamanda dinsel bayramlarla ilişkili belli bir takvim saptanmasına yönelikti. Gerçekten de eski Mezopotamya'da kamer bir takvim kullanılıyordu. Her yeniay, akşamüzeri güneşin batışı ve hemen ardından da hilalin görünmesiyle başlıyordu. 12 kamer ayın toplamı yaklaşık 354 gün tutuyordu. Eski Yakındoğu dinlerinin ay döngüsünü çeşitli şekillerde kutsamaları nedeniyle, bunlarla yakın ilişkiler kurmuş Urartuların da ayın evrelerini bir zaman faktörü olarak algılayıp, yıllık törenlerle kutladıkları düşünülebilir. Nitekim Urartu panteonunda Ay, hem Selardi ve hem de olasılıkla Siniuardi adıyla iki ayrı Tanrı olarak saygı görüyor, bunlardan biri dolunay, ötekiyse hilal evrelerini ifade ediyordu. Güneş Tanrısı ayı ise büyük törenlerle kutlanan kutsal bir aydı. Şiuini adındaki Güneş Tanrısı'nın kült merkezi belki de Tuşpa'ydı ve bunun için büyük törenler daima başkentte yapılıyordu. Kalecik'teki bu tesisin törensel bir anlamı olduğu belirgin. Taşların diziliş ve yönlendirilişindeki yön ve konum anlayışı bir Tanrı kültü ile ilişkilendirilebileceği gibi, astronomik bir gözlem amacı güdüldüğü de düşünülebilir.

Urartu mezarlarının giriş ağızları bir kuyuyu andırıyor. Cesetler alttaki küçük gömü odasına bu açıklıktan yararlanılarak indiriliyordu. Kalecik mezarlığındaki kaya odalarının tümü define avcıları tarafından önceden keşfedilmişti. Arkeologlar onlardan arta kalanlarla yetinmek zorunda...
Yakındoğu'nun çatısında yaşayan bu halk geceleri ışıl ışıl parıldayan gökyüzü ve yanıp sönen yıldızlara karşı ilgi duymamış olabilir mi? Sanmıyoruz. Kalecik'te gökyüzü geceleri pürüzsüz olarak görülebilir. Yani bir bakıma burası adeta doğal bir gözlem alanı. Böyle bir yükseklikte yaşayan ve büyük bir devlet sistematiği yaratma başarısını göstermiş Urartuların semayı gözlememiş olmalarını düşünmek zor. Güvenilir bir takvim sistemi olmaksızın güçlü bir devlet kurmanın sıkıntıları da açık. Çalışmalar yeni başladığı için şimdilik daha fazla bir şey söylenemez. Kalıntıların astronomik, metrolojik ya da geometrik açıdan bir anlam taşıyıp taşımadığını tartışmak için vakit erken. Her şeye karşın mevcut kanıtlar ve kalıntılar bu alanın alışılmışın dışında özel bir işlev taşıdığına işaret ediyor. Bir gün Kalecik'teki bilmece çözülür ve buranın gerçekten astronomik bir gözlemevi olarak kullanıldığı ortaya çıkarsa arkeoastronomi bilimi yeni bir laboratuvar kazanacak ve Anadolu kendi Stonehenge'ini bulacaktır. Bunun için ileriki yıllarda çeşitli disiplinlerden bilim insanlarının oluşturacağı çalışma gruplarının geniş çaplı kazı ve incelemelerde bulunması gerekecektir bu ilgi çekici alanda. Yoksa definecilerin amansız yağma ve yıkımından geriye fazla şey kalmayacak gibi, ne yazık ki.
Nazca Çizgileri
Güney Peru'da Nazca Vadisi'ndeki gizemli işaretler havadan bakıldığında etkileyici şekilde görülebiliyor. 'Nazca Çizgileri' denen İS 400-500 yıllarından kalma bu garip işaret gruplarının ne amaçla yapıldıkları da bilinmiyor. Astronomik gözlem, takvim ya da dinsel anlamlı olabilecekleri düşünülüyor. Urartulardan bin yıldan fazla bir zaman sonra çok farklı bir coğrafyada yapılmış bu işaretler her uygarlığın kendine özgü gizemlerle dolu yönleri olduğunun ifadesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder