Bu kitabın sayfaları arasında izlediğiniz gibi, dünyanın en önemli sualtı arkeolojik kazıları bizim
|
sularımızda gerçekleşmiş olup bilgi ve değer açısından paha biçilmez eserler de bizim denizlerimizden çıkarılmıştır. Bu çalışmalar sonucu Bodrum Müzesi dünyanın en önemli sualtı müzesi olmuş, Bodrum sualtı arkeolojisinin odak noktası haline gelmiştir. Yirmi yılı aşkın bir süredir gerçekleştirmekte olduğumuz araştırmalar sonucu yüzün üzerinde batık alanları tespit edilmiş, bunlar kaydedilerek Kültür Bakanlığı arşivlerinde yerlerini almışlardır. Bu çarpıcı tabloya rağmen bence bu sadece bir başlangıçtır. Anadolu tarih boyu medeniyetlere kucak açmış, denizlerimiz de medeniyetler arası ilişkiler için bir köprü görevi görmüştür. Enstitümüzün Bodrum'daki yeni merkezi, Türkiye için büyük gelecek vaad eden TINA'nin faaliyetleri denizlerimizdeki araştırmalara büyük ivme kazandıracaktır.
Bu arada Türkiye'de sualtı arkeolojisini bekleyen tehlikeler de mevcuttur. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de bilimsel sualtı araştırma sonuçlarından rahatsız olanlar vardır. Bilhassa batık tespit çalışmalarından, bu çalışmalar sonucu kıymetli tarih kalıntılarının kaydedilmesi ve korumaya alınmasından bazı çevreler olumsuz etkilenmekte ve bu çalışmaların durdurulması için çaba göstermektedirler. Arkalarında büyük maddi güçlerin de bulunduğu bilinen bu grupların varlığından Kültür Bakanlığı haberdardır. Kamuoyunun ve Kültür Bakanlığı'nın sualtı arkeolojisini ve tarihi buluntuları bekleyen tehlikeleri biliyor olmaları, bu grupların amaçlarına ulaşmalarını engelleyecektir. Ancak yine de, her sualtı araştırmacısının bu tehlikenin farkında olması ve küçümsememesi gerektiğine inanıyorum.
Birçok batık kazılıp sayısız antik geminin yeri tespit edilmiş olmasına rağmen sularımızda halen keşfedilmeyi bekleyen kıymetli sualtı kalıntılarının olduğu kesindir. Ne yazık ki son yıllarda süngerlerin hastalanması ve mesleğin zorluklarından dolayı süngercilerin deniz turizmi gibi başka dallara kayması sonucu bizleri batıklara yönelten en önemli kaynağı kaybetmiş bulunuyoruz. Ayrıca şimdiye kadar yoğun bir şekilde devam ettirdiğimiz araştırmalarda, sahil şeridine yakın, dolayısıyla bulunması nispeten kolay olan batıkların büyük çogunluğunu tespit ettiğimizden, artık daha derinlere inmek, daha zor batıkların peşinde koşmamız gerekiyor. Bu da yeni ve verimli teknolojiler üretmemizi şart koşuyor. Üzerinde çalıştığım bir proje, sualtı arkeolojisi için özel bir ROV'ı (Remote Operated Vessel - Uzaktan kumandalı robot) konu alıyor. Bu cihazla, derinliğinden dolayı dalgıç indirmenin riskli veya imkânsız olduğu açık denizlerde rahatlıkla incelemeler yapılabilecektir. Ayrıca şu anda üzerinde çalıştığımız başka bir projenin sualtı kazıları açısından çığır açması bekleniyor. Sualtı araştırmalarına harcanan zamanın yarıdan fazlasını, ölçüm ve haritalama çalışmaları almaktadır. Oysa bu proje dahilinde geliştirilen yeni yöntemle, sualtı araştırmaları için gerekli olan bütçe, zaman ve ekip yarıya inecektir.
Türkiye'de sualtı arkeolojisinin geleceğini etkileyecek en önemli faktör insan faktörüdür. Evet, denizlerimizde çok önemli kazı ve araştırmalar gerçekleşmiştir, fakat bunlar bir avuç insanla oluşmuştur ve bu insanlar, kabul etmesi ne kadar güç de olsa, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere, yaşlanmaktadır. T.I.N.A.'in ilk etkinlik olarak bir Türk öğrenciye mali destek vererek faaliyetlerine başlaması son derece sevindiricidir. Bu konuda en büyük görev bir müze müdürü olmasına rağmen Türkiye'de sualtı arkeolojisinin nabzını elinde bulunduran Oğuz Alpözen'e düşmektedir. Bodrum Sualtı Müzesi harikasını yaratan Alp özen 'insan eseri' yaratmaya yönelmelidir. Aksi takdirde büyük heyecanla tutuşturmuş olduğu meşale kendisinden sonra sönmeye mahkum olacaktır.
Sualtı Arkeolojisinin geleceği son derece parlak görünüyor. Her kültürel faaliyet gibi başarı için önemli bir etken olan maddi destek konusunda ilerlemeler kaydediliyor. Şimdiye kadar tamamen yurt dışı kaynaklarından sağladığımız maddi desteğin hiç olmazsa bir kısmının Türkiye'den sağlanabileceğine, Yapı Kredi Kültür Sanat A.Ş.'nin bu yayınla verdiği ilk desteği diğer kuruluşların devam ettireceklerine inanıyorum. Ne olursa olsun, 'Denizlerimizdeki Tarih', gelecek nesillere bırakacağımız kültür miraslarımızın başında yerini alacaktır.
SU ALTI ARKEOLOJİSİ VE MÜZELERİ
Günümüzde dünyanın en ünlü Sualtı Arkeolojisi Müzelerinden biri olan Bodrum Müzesini gezerken günümüzdeki ulaşılan bu son derece modern kazı tekniklerini düşünürken bir an geriye dönüp insanoğlunun sualtı serüveninin inceleyelim. İlk ciddi su altı çalışmaları nerede nasıl başladı ?
O günün şartları nelerdi?
İnsanoğlu su altı zenginliklerine ve güzelliklerine ulaşırken ne güçlükler yaşadı ?
Bilinen en eski su altı çalışmalarının Avrupa da göllerde başladığı bilinir. Roma yakınındaki Nemi gölünde yapılan araştırmalarda, burada Roma döneminde batmış iki Roma gemisinin kalıntıları arandı. Mimar Leon Batista Albertini�nin yaptığı bu kazılar geminin sadece ahşap kısmına ulaşıldığı için fazla yankı uyandırmadı.
1535 yılında Albertini�nin selefleri dalışlarında büyük bir çan kulesi formunda bir alet kullandılar. Ahşap olan bu çan kulesi formlu araç, içinde kalan hava vasıtasıyla su altında insanlara uygun bir çalışma ortamı sağlamakta idi.
1802 yılında İngiliz Elçisi Carl Elgin, Atina Partenon�a ait kabartmaları İngiltere götürmek istedi. Bu ünlü yükü götüren gemi Kytera yakınında battı. Bunun üzerine Samos adasından kiralanan ve sadece kendi nefesleri ile dalan dalgıçlar bu kabartmaların çıkarılmasına yardım ettiler. 1816 da Elgin bu kabartmaları British Museum'a sattı.
1819 yılı, insanoğlunun su altını keşfetmesine yarayacak önemli bir keşfe sahne oldu. Alman kaşif Siebe dalgıç başlığının keşfetti. Daha önce kullanılan çan şekilli aletin minyatür bir versiyonu olan bu dalgıç başlığı bakırdan yapılmakta olup yukarıdaki bir pompa vasıtası ile hava ile beslenmekte idi. Bunu kullanan dalgıç dik yürümek zorunda idi. Aksi takdirde bu başlığın ağırlığı, dalgıcı ters çevirme ve hatta onu boğma tehlikesini içermekte idi.
1835 yılında Siebe�nin başlığına ona uyum gösteren bir elbise eklendi.Böylece yaklaşık bir asır kullanılacak olan ve insanoğlunun denizin dibini keşfetmesinde büyük yarar sağlayan dalgıç elbisesi doğmuş oldu.
1870 yılı deniz altında yapılan ilk organize sualtı araştırmasına sahne oldu. Fransız Banker Magen, Amerika�dan Avrupa�ya dönerken İngiliz-Hollanda donanmaları tarafında batırılan üç İspanyol gemisine ulaştı. Bu araştırmada ilk defa deniz altında projektör kullanıldı. Yine bu su altı kurtarma operasyonunda gerçekleştirilen 774 saatlik dalma zamanı süresinde birçok dalgıç hastalanınca konu bilim adamlarının ilgisini çekti.
1878 yılında Sorbonne Üniversitesi profesörlerinden Paul Berte bu sorunun değişik derinliklerde nefes alan dalgıçların damarlarındaki kalan havadan ileri geldiğini ileri süren bir teori ortaya atar.
1900 yılı baharı deniz dibinin arkeolojik zenginliklerini gostermesi açısından son derece önemli bir olaya sahne olur. Kuzey Afrika�dan dönen Yunanlı süngerciler tutuldukları fırtına sonucunda Girit�te durmak zorunda kalırlar. Bu sure içinde tesadüfen Girit sahilinde Antiquitera�da ilginç bir batığa rastlarlar. Bu tunç ve mermerden yapılı heykeller taşıyan batik birden Yunan hükümetinin desteğinin ve yardımını çeker.Yaklaşık 45 ila 55 metre arasındaki bir derinliğe yayılmış bu batıktaki heykeller çıkarılır. Gemide bulunan eşsiz heykellerin MÖ. 4 yüzyılda yapıldığı sanılmasına rağmen, bunların adı geçen eserlerin Roma kopyaları oldukları özellikle gemideki amforalarin tarihleşmesi nedeni ile anlaşılır. Geminin M.Ö. 80-70 yıllarına ait olduğu ve bu geminin Bati Anadoludan toplanan bu sanat eserlerinin Roma'ya götürüldüğü sanılıyor. Dokuz ay süren bu çalışmalarda bir dalgıcın ölmesi ve iki dalgıcın vurgun yemesi tekrar bilim adamlarının dikkatinin vurgun konusuna çekiyor.
Antiqutirea�nin araştırılmasından birkaç yıl sonra, İskoç psikolog John Haldene Kraliyet donanması dalgıçları ile yaptığı deney ve çalışmalara dayanarak bir dalış tablosu yayınladı. 60 metreye kadar inen derinliği kapsayan bu dalma tablosu dalgıçların çeşitli derinliklerde nasıl dinlenmeleri, ne yapmaları gerektiğine dair bilgiler içeriyordu.
1907 yılında ise karsımıza Tunus�ta çok önemli bir batik çıkıyor. Yunanlı bir süngercinin bulduğu bu batık tunç heykeller ve sütünlar taşımakta idi. Tunus Arkeoloji Bölümü ve Amerikalı bir milyonerin mali yardımları ile 5 yıl süren kazılar neticesinde Tunus Bardo Müzesi�nin 5 salonunu dolduracak kadar heykel gün ışığına çıkarıldı. Bu kazıda da arkeologlar hala suyun içinde değil ama en azından gemilerden dalgıçları yönlendirerek kazıları yönettiler.
Yıl 1937'de sualtı dalış tüpünün keşfi ile büyük bir devrim gerçekleşti. İlk defa Paris fuarında tanıtılan daliş tüpünün scubanin keşfi ile dalgıçlar tam bir özgürlük elde ediyorlardı. Artık bir hava borusuna bağlı olmadan serbestçe dolaşan dalgıçların hala bir sorunu vardı. Bu da i dalma tüplerinin ilk örneklerinde havanın hala elle ayarlanması idi.Yani dalgıç önünde tuttuğu dalış tüpünün hava ayarının elle yapmak zorunda idi.
Dalgıçların bu sorunu 1943 yılında çözüldü. Bir regülatör eklenerek hava otomatik olarak düzenlendi. Böylece dalgıçlar ellerinin serbestçe kullanmaya başladılar.
1946 yılında scuba yani kendine yeterli nefes alma aleti halka tanıtıldı. Böylece denizlerin büyük keşfi başladı.
Erken dönemlerde batıklara dalamayan ve herşeyi uzaktan, gemilerden veya platformlardan kontrol etmeye çalışan arkeologlar, bir cok amforanın, eserin kurtarma şirketlerinin ve balık adamlarının elinde tahrip olmasını üzülerek seyrettiler.
1950 yılları Sualtı Arkeolojisi'nin dönüm noktası oldu
1953 yılında ilk sualtı televizyonu kullanıldı. Bu arkeologlara sualtı çalışmalarının koltuklarından seyretme imkanı verdi.
1953 yılında Türkiye�de bazı önemli sualtı keşiflerine tanık oldu. Bunlardan biri Bodrumlu süngercilerin Yalıkavak'ta bronz Demeter heykelinin bulmaları idi.
1954 yılında Bobrumlu süngerci Kemal Aras'in Gelidonya batığını fark eder.
1955 yılındaki Cannes�te toplanan Sualtı Arkeolojisi Kongresi tam bir dönüm noktası oldu. Bu kongrede kurtarma şirketleri tarafindan yapılan kazılarda nasıl eserlerin tahrip olduğu tartışıldı. Bu kongrede herkesin ortak görüsü su altı kazıların sadece amfora toplamak olmadığı su altında arkeologların mutlaka bulunması gerekliliğine karar verildi.
1958 Bodrumlu süngerci Kemal Aras'in Amerikalı Gazeteci Peter Throckmorton'a Gelidonya batiğini tarif etmesi
1959 Peter Throckmorton'un batığa dalışı ve batiği bir Bronz cağı batiği olarak tarihleşesi ve Pennsylvania Üniversitesine bildirmesi
1960 Sualti arkeolojisinin George Bass tarafından Türkiye�de başlatılması
1960 Yalıkavak yakınında Bodrumlu süngerci Mehmet Imbat'in 85 metre derinlikte zenci çocuk heykelini bulması
Yine ayni noktada bronz Fortuna heykelinin bulunması
1961-1964 George Bass'in Turgutreis Yassıada Bizans 7 yy batıgını kazması
1962 Haluk Elbe�nin kaleyi restore ettirmesi ve çiçeklerle donatması
1967/1969/1974 Yassıada Geç Roma batığında kazı çalışmaları
1966-1968 Oğuz Alpözen�in müze asistanı olarak çalışması
1973 Bozburun�lu süngerci Mehmet Askın'in 1973 senesinde Serçe Limanında Helenistik devre ait bir batiği gostermesi
1973 yılı süngerci Cumhur Ilık'in Gökova Maziköyü yakınında Şeytan Deresi batığına götürmesi
1975 Şeytan Deresinde yapılan kazı çalışmaları ama sadece büyük küplerin bulunması
1978-1980 Serce Limanı Helenistik dönem batıgının kazılması ve 600 tane Knidos tipi amforanın çıkarılması
1977-1979 Yine Mehmet Aşkın tarafından gösterilen Serçe limanının en ünlü batıgı haline gelecek Cam Batığı kazıları
1971-1978 Oğuz Alpözen�in Antalya Müzesinde çalışması
1978 Oğuz Alpözen�in Bodrum Müze müdürü olması
1973 INA Sualtı Arkeoloji Enstitüsünün kurulması
1976 INA ve Texas A&M Üniversitesinin ortak çalışma başlatması
1982 Kaş�ın 8.5 km güneydoğusunda ki Uluburun batiğının süngerci Mehmet Çakır tarafından bulunması
1984 Uluburun Batığındaki kazıların başlaması
2000 yılları Çeşme kazıları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder