Kaynaklarda bulunmayı bekleyen defineler
Define arayan kişilerin ortak görüşü, Türkiye'nin altında ekonomiyi düzlüğe çıkaracak tonlarca altının ya da definenin varlığı... Fakat devlet, gerekli imkanları tanımadığı için bu altınlar, boşu boşuna toprak altında yatıyor. Onlara göre binlerce ton altın, toprağın altından günyüzüne çıkarılmayı bekliyor...
Çatalca ve civar köylerinde bir haftadan beri dolaşıyorduk. Konuştuğumuz köylüler, 'Biz burada resmi kazı yaptık ve çıkardığımız define, şu müzede sergileniyor' dememişti. Ümitlerimiz tükenmiş ve define çıkaran birisini bulamamıştık. Derken Gümüşpınar Köyü'ne geldik ve köylülerle vedalaşmak istedik. Tam o sırada köy kahvesinde oturan birisi, üç yıl önce İnceğiz Mağaraları'nın üstünde ruhsatlı bir kazı yaptıklarını açıkladı. 52 yaşındaki İsmail Güler, çıkardıkları hazinenin İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini belirterek 'İnceğiz Mağaraları'nın yanında bulunan yüksek gerilim hattının orada günlük 2 milyon liraya çalıştım. 22 gün kazdık. Güvenlik güçleri ve üniversiteden uzmanlar vardı. Arkadaşım 3000 yıllık olduğu söylenen mezarı buldu. Karşılıklı olarak 6 ceset yatıyordu' dedi. İsmail Güler, bunları konuşurken gözleri bir anda geçmişe dalmış, sanki o günü tekrar yaşıyormuş gibiydi. Belki de, bulduğu altın yada kıymetli eserlerden bir tane alsaydı, şimdi burada köy kantarında çalışmazdı. Geçmişini düşünürken İsmail Güler, 'Arkadaşlardan ikisi alt tarafta ikisi üst tarafta çalışıyordu. Görseniz mezar demezsiniz. Cesetlerin başında küpler ve bir kutu çıktı. Ayrıca duvarda kabartma kadın heykeli de vardı. Ziynet eşyaları ve yüzükler de vardı. Ayrıca cesedin birisinin kolunda saate benzer bir şey vardı ve altındı. Görevliler, onu cesedin kolundan çıkartmamı isterlerken çok korktum. Bu arada mezarı temizleyen diğer arkadaşım da duvara eli yapışık olan bir erkek cesedin parmaklarından yüzükleri cımbızla çekerek aldı. Görevliler, daha sonra mezarın üstünü kapatmamızı istediler' diye konuşmasını sürdürdü.
Ölümle burun buruna
İsmail Güler'in bahsettiği, İnceğiz-Maltepe Nekropolü Kurtarma Kazısıydı. Kazdıkları yeri görmek için tekrar oraya gidip gidemeyeceğini sorduk. Köy kantarında yüz milyon liraya çalıştığını bir kez daha hatırlatan İsmail Güler, muhtardan izin aldıktan sonra kral mezarını buldukları bölgeyi gösterebileceğini söyledi. Bu sırada cebinden kazı yapılan yere ait iki fotoğraf çıkartan İsmail Güler'e arkadaşı Sefer Çelik de katılmak istedi. Görünen o ki, Sefer Çelik arkadaşını yalnız başına bırakmak istememişti. Köy muhtarından izin aldıktan sonra kazının yapıldığı İnceğiz Mağaraları'nın üst tarafındaki bölgeye geldik. Yaklaşık yarım saat süren yolculuk sonrası, mağaraların önünden geçerek ormanın içinden mezarın bulunduğu bölgeye doğru yol aldık. Sefer Çelik'in bir elinde kazma,' Bu dik tepeyi kolay geçemezsiniz. Orman sık ve geçit vermez. Bu yokuşu çıktık mı tamamdır. Yoksa ölümle burun buruna gelirsiniz' diye konuştu. Ormanın içinde yürümek, hani derler ya gerçekten 'her baba yiğidin harcı' değildi. Dikenli otların ve ağaçların arasından zor da olsa zirveye ulaşmayı başardık.
Heyecanı anlatılmaz
İsmail Güler, kazı yaptıkları yeri şu an tam olarak hatırlayamadığını söylediyse de diz boyu büyüyen otların arasında ilk kazdıkları alanı buldu.
Toprakla kayanın görünen kısmının kenarına kazma vurulduğu takdirde mezar olup olmadığının anlaşıldığını anlatan İsmail Güler,'Aradan üç yıl geçti. Tam olarak yerini çıkartamadım. Ama ilk kazmayı vurduğumuz yer burası. Az ileride bir kayanın içinin ve kenarının kazılmış olduğunu göreceksiniz. Keşke şimdi yine o aynı heyecanı yaşasam' dedi. Toprağa birkaç kazma salladı, fakat artık bu işlerin kendisine göre olmadığını söyleyerek, 'Üniversiteden geldiler ve çıkardıklarımızı İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne götürdüler. Fakat kazı yapan diğer arkadaşlar, aynı mezarın başka bir girişini bulmuşlardı. Orayı kazmamızı yasakladılar. Eminim orada da başka şeyler vardı' dedi. Biz de heyecanlanmıştık. Ama izinsiz kazı yapamazdık. Bu nedenle Sefer Çelik ve İsmail Güler'e dönmemizin uygun olacağını söyledik. Görünüşe göre zaten define avcıları, gerekli gördükleri yerleri kazmışlardı. 'Nasıl olsa bulamayız' diye tepeye çıktığımız patika yoldan aynı şekilde inmeye karar verdik, ama nafile.
Nasıl o tepeyi çıkmıştık, hala inanamıyordum. Daha sonra uçurum kenarından, keçinin bile geçemeyeceği çalıların arasından üstümüz başımız yırtılmış olarak 2 saatte dereyoluna ulaştık. Böylelikle bizim için ilk defa yaşadığımız define bulma hayalide son bulmuş oldu. Ama ne hayal...Gerçekten o duygu anlatılmaz.
Define en çok nerelerde bulunur?
Define, (o zamanın şartlarına göre) kolayca ulaşılabilecek, ancak yeri çok zor tesbit edilebilecek yerlerde bulunur. Bunun için kalıcı bir işaretin bulunması gereklidir. Bu kalıcı işaret, eski bir yapı, uzun ömürlü bir ağaç, su kaynaklarının doğduğu yer, tarihi köprüler, gelecek nesillere intikal edecek höyükler, mezarlar, su kuyuları, mağara, dehlizler veya evin içindeki hamamlık olabilir. Burada önemli olan, definenin bulunduğu yerin zamanla yok olmaması ve yerinin değişmemesidir.
Toprak, kasa görevini üstlendi
Bir define tarla, bağ ve bahçede gibi düzlük bir arazide de olabilir. Fakat böyle bir yere gömülmesi halinde mutlaka kalıcı bir işaretin bulunması şarttır. (Örneğin bir ağaç, kaya parçası gibi). Geçmişte, günümüzdeki gibi bankalar yoktu. Herkes, servetini ve ziynet eşyalarını gizleme ihtiyacı duyduğundan servetlerini ya gömmüşler ya da akla hayale gelmeyecek yerlere saklamışlardır. Servetlerin geneli toprak altına gömülmüştür. Toprak altı, en güvenli yer olarak görülmüş, bir nevi kasa görevi üstlenmiştir.
Definenin bulunamayacağı yer yoktur
Günümüzdeki dolarlar, nasıl yastık altındaysa o zamanki servetler de genelde (altın olarak) toprak altındaydı. Servet sahibi kişiler, herhangi bir sebeple ölmeden önce servetlerini, varislerine bırakırlar. Fakat, servetin gizlendiği bölgeyle ilgili işaretleri de bulmaları için varislerine anlatırlar. Varisler de, daha sonra kendilerine anlatılan kalıcı işaretlerle gömünün yerine ulaşmaya çalışırlar. Definenin bulunmadığı ya da bulunmayacağı yer yoktur. Dünyanın her tarafında mutlaka define vardır.
Define maceraları
Evini kazan M.D'nin gerçek hikayesi: Yer Bursa'nın Kiremitçi Mahallesi ve iki yıl önce Hizbullah operasyonlarına hız verildiği zaman. Bursa Emniyet Müdürlüğü'nü mahallenin muhtarı arar:' Koşu Sokak 13 no'lu tek katlı bir evde kazı yapılıyor. Ev, Hizbullah'ın mezar evi olarak kullanılıyor olabilir.' Bu ihbarı dikkate alan Bursa polisi, operasyon hazırlığına başlar ve tam teçhizat evin dışında önlem alır. Dışarıdan bakıldığında evin pencereleri örtülüdür ve arka tarafta küçük bir toprak yığını görülür. Operasyon başlar ve kapı kilitli olduğu için camlar kırılarak içeriye girilir. Evin arkası, gerçekten muhtarın anlattığı gibi bir kamyon dolusu toprakla yığılıdır. Polis, ayrıca mezar genişliğinde bir çukurla karşılaşır. İnceleme sonrası çukurun içinde kazma, kürek ve bir dedektör bulunur. Bunun üzerine polis, burasının bir 'mezar ev' değil, define avcılarının kazdığı bir tünel olduğunu anlar. Olay Mali Şube Müdürlüğü ekiplerine intikal ettirilir ve define arayan kişinin, kendi evini kazan M.D. olduğu tespit edilir.
Altınoluk'un hikayesi
Halk arasında Balıkesir'e bağlı Altınoluk Beldesi'nin adının nereden geldiği hep merak konusu olmuştur. Hatta bazı defineciler, 'Eskiler, buradan altını oluktan (küçük kanal) akıtarak çıkartırlarmış. Onun için adı Altınoluk kalmış' diye söylerler. Bu sözü Anadolu'nun herhangi bir yerinde duyabilirsiniz. Gerçekten Altınoluk bu söylentiye göre mi ismini almıştır? Altınoluk Beldesi'nin yerli halkı ve bazı araştırmacıların anlattıklarına göre gerçek bu şekilde değil. Halkın anlattığına göre Altınoluk adı şuradan gelmektedir: Rivayete göre çok eski yıllarda bu yerleşim merkezinde zeytinyağı fabrikaları bulunmaktaymış. Buraya atanan bir resmi yetkili, civarı dolaşırken fabrikada sıkılan zeytinlerden çıkan yağların, altın sarısı şeklinde oluklar vasıtasıyla dışarıya alındığını görmüş. Ve bu yetkili, beldenin isminin 'Altınoluk' olarak değiştirilmesini belirtmiş. Diğer bir belgede ise TBMM'nin ilk milletvekillerinden Ezine (Çanakkale) milletvekili Rifat Bey tarafından 1927 yılında Çam mahallesinde altın gibi parlayan pirinç bir çeşme olduğuna izafeten Altınoluk, şimdiki adını almıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder