Define en çok nerelerde bulunur?
Define, (o zamanın şartlarına göre) kolayca ulaşılabilecek, ancak yeri çok zor tesbit edilebilecek yerlerde bulunur. Bunun için kalıcı bir işaretin bulunması gereklidir. Bu kalıcı işaret, eski bir yapı, uzun ömürlü bir ağaç, su kaynaklarının doğduğu yer, tarihi köprüler, gelecek nesillere intikal edecek höyükler, mezarlar, su kuyuları, mağara, dehlizler veya evin içindeki hamamlık olabilir. Burada önemli olan, definenin bulunduğu yerin zamanla yok olmaması ve yerinin değişmemesidir.
Definenin bulunamayacağı yer yoktur
Günümüzdeki dolarlar, nasıl yastık altındaysa o zamanki servetler de genelde (altın olarak) toprak altındaydı. Servet sahibi kişiler, herhangi bir sebeple ölmeden önce servetlerini, varislerine bırakırlar. Fakat, servetin gizlendiği bölgeyle ilgili işaretleri de bulmaları için varislerine anlatırlar. Varisler de, daha sonra kendilerine anlatılan kalıcı işaretlerle gömünün yerine ulaşmaya çalışırlar. Definenin bulunmadığı ya da bulunmayacağı yer yoktur. Dünyanın her tarafında mutlaka define vardır.
Define, (o zamanın şartlarına göre) kolayca ulaşılabilecek, ancak yeri çok zor tesbit edilebilecek yerlerde bulunur. Bunun için kalıcı bir işaretin bulunması gereklidir. Bu kalıcı işaret, eski bir yapı, uzun ömürlü bir ağaç, su kaynaklarının doğduğu yer, tarihi köprüler, gelecek nesillere intikal edecek höyükler, mezarlar, su kuyuları, mağara, dehlizler veya evin içindeki hamamlık olabilir. Burada önemli olan, definenin bulunduğu yerin zamanla yok olmaması ve yerinin değişmemesidir.
Definenin bulunamayacağı yer yoktur
Günümüzdeki dolarlar, nasıl yastık altındaysa o zamanki servetler de genelde (altın olarak) toprak altındaydı. Servet sahibi kişiler, herhangi bir sebeple ölmeden önce servetlerini, varislerine bırakırlar. Fakat, servetin gizlendiği bölgeyle ilgili işaretleri de bulmaları için varislerine anlatırlar. Varisler de, daha sonra kendilerine anlatılan kalıcı işaretlerle gömünün yerine ulaşmaya çalışırlar. Definenin bulunmadığı ya da bulunmayacağı yer yoktur. Dünyanın her tarafında mutlaka define vardır.
YOROS(CENEVİZ) KALESİ
İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’den girişinde, Anadolu yakasında bir tepenin zirvesinde bir kale görülür. Bu, halk arasında Yoros Kalesi veya daha yaygın olarak Ceneviz Kalesi olarak adlandırılan ve Boğaz'ın girişini kontrol etmek için yapılan eski bir tahkimattır. Şubat ayı içlerinde bir gazetede çıkan haberde, Anadolu Kavağı’na hakim olmuş bu kalenin bir kültür merkezine dönüştürüleceği bildiriliyordu. Bu tasarının ne gerçeklik derecesini bilmiyoruz. Ancak bunun iyi olup olamayacağını, yazımızın sonunda bir defa daha gözden geçireceğiz.
Yoros Kalesinin adını, Yunanca'da dağ, tepe anlamına gelen Oros'dan almış olabileceği düşünülür.Fakat en yaygın açıklamada, ilkçağda Karadeniz'e açılan gemilerin bu korkulu sularda selametle gidebilmeleri için onlara, tanrılardan “iyi rüzgarlar” tanrısı Zeus’un yardımcı olması gayesiyle burada yapılmış olan bir mabedden aldığı söylenir. Ayas, Uros terimlerinin halk dilinde Yoros'a dönüştüğü kabul edilegelmektedir.
Bu kale, bu ilkçağ mabedinin yerinde veya daha yukarısında mıydı, bunu bilmiyoruz. Uzun yüzyıllar içinde, bu putperest mabedinin izleri de ortadan kaybolmuştur. Kale, sanıldığı gibi bir Ceneviz, yani Cenova yapısı değildir. Duvar tekniği ve değişik yerlerinde rastlanan bazı alametlerden anlaşıldığına göre, bir Bizans inşaatıdır. Asya'dan gelen ve Karadeniz üzerinden Akdeniz'e ve Batı Avrupa kıyılarına ulaşan ticaret yolunu, 13. yy.'dan 15.yy.'ın ortalarına kadar ellerinde tutmaya çalışan Cenovalıların birkaç yerde gemilerine sığınak olmak üzere koloniler kurdukları bilinir. Bunlardan bir tanesi Kırım'da, Kefe'de, bir diğeri Anadolu kıyısında Amasra'da, en büyük ve önemlisi ise İstanbul'un karşısında Haliç girişinde, Galata’da idi. Ancak Cenovalılar veya halk dilinde söylendiği gibi Cenevizler, ticaretten başka bir şey düşünmeyen ve yapıcı olmayan bir topluluktu. Bizans’ın en zayıfladığı son yıllarda çok kısa bir süre için bu kaleyi de ele geçirmiş olabilirler. Fakat aşağıda belirtileceği gibi, kalenin esas yapımı Bizans işidir.
Bizans’ın son döneminde, daha 13.yy.'da Osmanlı Türk akıncıları Anadolu yakasında Boğaz kıyılarına İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'den girişinde, kadar inmeye başlamışlardı. Hatta bugünün şurada burada bazı ülkeler hesabına çarpışan "ücretli askerleri" gibi, Mareşal Boucicaut idaresindeki Fransız ve İspanyol kuvveti buralara kadar gelerek Bizans nam ve hesabına Türkler ile bu çevrede çarpışmışlardı. Yoros’un biraz daha kuzeydoğusunda olan Riva kalesinde kanlı bir çatışma ve burayı işgal etmiş olan Türk kuvveti katliama uğramıştır. Yoros kalesinin doğusundaki arazide de ''Şehitlik" denilen çok eski bir kabristan bulunuyordu.
Kalenin en yukarı kısmında, heybetli yarım yuvarlak iki burcun arasında, arkadaki araziye açılan bir kapısı vardır. Bu burçların dışarı bakan yüzlerinde işlenmiş salip ve bunun kolları arasında grek yazısı ile Hz. İsa'nın sıfatını ve adını belirten harfler görülür. Aynı girişin iç tarafında ise, yine mermer üzerine işlenmiş bir levha üzerinde takım grek harfleri vardır ki, bunlar ''despot Manuel'in unvan ve adını monogram halindeki harflerle belirtmektedir.
Buradaki “despot” kelimesi, hükümdar manasındadır. Bazı eski yazarlar bu kalede Cenova dönemine ait ve bu ticaret şehrinin ileri gelenlerinden Vicenzo Lercari isimli bir kişinin adını veren bir kitabe gördüklerini bildirirler. Belki Larcari tarafından yapılan bir tamire işaret edilen bu kitabe, 1847'de Hammaire de Hell tarafından araziye açılan kapı üzerinde görülmüş ise de, bugün bu kısım tamamen boşalmış haldedir. Kitabe sonraları görülemediği gibi, bugün de mevcut değildir. Batıda herhangi bir müzede olduğuna dair de bir bilgi yoktur. Bu, kalenin yapımının Cenovalılara ait olduğunu değil, ancak onlar tarafından Bizans'ın artık iyice çöktüğü 15.yy.'ın ilk yarısında bir süre için, bu İtalyan şehrinin bu kalede boğaz girişini kontrol eden bir karakol kurduğuna işaret sayılabilir.
Türk ilerleyişi sırasında kale fethedilmiş ve buraya bir Osmanlı kuvveti yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla, kalenin içinde yerleşen garnizon ve Türkler için evler yapıldığı gibi, bir de II. Bayezid zamanında cami ile hamam inşa edilmiştir. Bugün bunlardan hiçbir iz yoktur. Kalenin bir duvarının aşağıda boğaz kıyısına kadar indiği anlaşılıyor. En yukarı kısımda ise, bu bölümü ayıran 3 burçlu bir perde duvarı vardır. Kaleyi ilk defa uzman gözüyle inceleyen İngiliz Toy, pek yeterli olmayan ve bir çok yanlışlarla dolu bir tanıtma yazısı yazmıştır.
Ondan sonra Prof. A.Gabriel kaleyi tekrar incelemiş, fakat o da önemli yanlışlar yapmıştır. En göze batan hatası, kalenin en üst kısmındaki Üç kule ile, burayı bölen perde duvarının Türk inşaatı olduğunu sanmasıdır. Bu kulelerden ortadakinin üst kısmında çepeçevre dolanan iki satırlık bir Bizans kitabesi, bunun bir Türk değil, Bizans inşaatı olduğunu açıkça gösterdiği gibi, 14.yy.'ın Bizans inşaatında pek sık rastlanan yürek biçiminde bir nişin Varlığı da, bu kesimin de Bizans yapısı olduğunu belli eder.
Yoros Kalesi, Osmanlı devrinin içlerinde Boğazı koruyan daha modern tabyalarının yapılması ile askeri önemini kaybetmiş ve bir mesire yeri durumuna girmiştir. Son birkaç yüzyıl içinde, bilhassa çok sıcak yaz aylarında halkın Karadeniz'in serin havasından faydalandığı bir piknik yeri olarak tanınıyordu.
Bu tarihi kalenin bir kültür merkezi Olması için öyle sanıyoruz ki, içine birtakım binalar yapılması gerekir. Bu da kalenin bilhassa karşı kıyıdan görünümüne çok zarar verecektir. Kulelerin içlerinin ise, böyle bir işlev için müsait olabileceğini sanmıyoruz. Diğer taraftan burada açık havada yaz aylarında bile oturmak ve uzun süre barınmak zordu. Böylece buranın bir kültür merkezine dönüştürülmesini olumlu karşılayamıyoruz. Yapılacak tek şey, kalenin Onarımını yaptırmak, harap yerlerini düzene koymak, içinde ancak dinlenmeye uygun, kapalı mekan olmaksızın tarihi bir çevre içinde, tarihi bir park haline getirmektir.
Yoros Kalesinin adını, Yunanca'da dağ, tepe anlamına gelen Oros'dan almış olabileceği düşünülür.Fakat en yaygın açıklamada, ilkçağda Karadeniz'e açılan gemilerin bu korkulu sularda selametle gidebilmeleri için onlara, tanrılardan “iyi rüzgarlar” tanrısı Zeus’un yardımcı olması gayesiyle burada yapılmış olan bir mabedden aldığı söylenir. Ayas, Uros terimlerinin halk dilinde Yoros'a dönüştüğü kabul edilegelmektedir.
Bu kale, bu ilkçağ mabedinin yerinde veya daha yukarısında mıydı, bunu bilmiyoruz. Uzun yüzyıllar içinde, bu putperest mabedinin izleri de ortadan kaybolmuştur. Kale, sanıldığı gibi bir Ceneviz, yani Cenova yapısı değildir. Duvar tekniği ve değişik yerlerinde rastlanan bazı alametlerden anlaşıldığına göre, bir Bizans inşaatıdır. Asya'dan gelen ve Karadeniz üzerinden Akdeniz'e ve Batı Avrupa kıyılarına ulaşan ticaret yolunu, 13. yy.'dan 15.yy.'ın ortalarına kadar ellerinde tutmaya çalışan Cenovalıların birkaç yerde gemilerine sığınak olmak üzere koloniler kurdukları bilinir. Bunlardan bir tanesi Kırım'da, Kefe'de, bir diğeri Anadolu kıyısında Amasra'da, en büyük ve önemlisi ise İstanbul'un karşısında Haliç girişinde, Galata’da idi. Ancak Cenovalılar veya halk dilinde söylendiği gibi Cenevizler, ticaretten başka bir şey düşünmeyen ve yapıcı olmayan bir topluluktu. Bizans’ın en zayıfladığı son yıllarda çok kısa bir süre için bu kaleyi de ele geçirmiş olabilirler. Fakat aşağıda belirtileceği gibi, kalenin esas yapımı Bizans işidir.
Bizans’ın son döneminde, daha 13.yy.'da Osmanlı Türk akıncıları Anadolu yakasında Boğaz kıyılarına İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'den girişinde, kadar inmeye başlamışlardı. Hatta bugünün şurada burada bazı ülkeler hesabına çarpışan "ücretli askerleri" gibi, Mareşal Boucicaut idaresindeki Fransız ve İspanyol kuvveti buralara kadar gelerek Bizans nam ve hesabına Türkler ile bu çevrede çarpışmışlardı. Yoros’un biraz daha kuzeydoğusunda olan Riva kalesinde kanlı bir çatışma ve burayı işgal etmiş olan Türk kuvveti katliama uğramıştır. Yoros kalesinin doğusundaki arazide de ''Şehitlik" denilen çok eski bir kabristan bulunuyordu.
Kalenin en yukarı kısmında, heybetli yarım yuvarlak iki burcun arasında, arkadaki araziye açılan bir kapısı vardır. Bu burçların dışarı bakan yüzlerinde işlenmiş salip ve bunun kolları arasında grek yazısı ile Hz. İsa'nın sıfatını ve adını belirten harfler görülür. Aynı girişin iç tarafında ise, yine mermer üzerine işlenmiş bir levha üzerinde takım grek harfleri vardır ki, bunlar ''despot Manuel'in unvan ve adını monogram halindeki harflerle belirtmektedir.
Buradaki “despot” kelimesi, hükümdar manasındadır. Bazı eski yazarlar bu kalede Cenova dönemine ait ve bu ticaret şehrinin ileri gelenlerinden Vicenzo Lercari isimli bir kişinin adını veren bir kitabe gördüklerini bildirirler. Belki Larcari tarafından yapılan bir tamire işaret edilen bu kitabe, 1847'de Hammaire de Hell tarafından araziye açılan kapı üzerinde görülmüş ise de, bugün bu kısım tamamen boşalmış haldedir. Kitabe sonraları görülemediği gibi, bugün de mevcut değildir. Batıda herhangi bir müzede olduğuna dair de bir bilgi yoktur. Bu, kalenin yapımının Cenovalılara ait olduğunu değil, ancak onlar tarafından Bizans'ın artık iyice çöktüğü 15.yy.'ın ilk yarısında bir süre için, bu İtalyan şehrinin bu kalede boğaz girişini kontrol eden bir karakol kurduğuna işaret sayılabilir.
Türk ilerleyişi sırasında kale fethedilmiş ve buraya bir Osmanlı kuvveti yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla, kalenin içinde yerleşen garnizon ve Türkler için evler yapıldığı gibi, bir de II. Bayezid zamanında cami ile hamam inşa edilmiştir. Bugün bunlardan hiçbir iz yoktur. Kalenin bir duvarının aşağıda boğaz kıyısına kadar indiği anlaşılıyor. En yukarı kısımda ise, bu bölümü ayıran 3 burçlu bir perde duvarı vardır. Kaleyi ilk defa uzman gözüyle inceleyen İngiliz Toy, pek yeterli olmayan ve bir çok yanlışlarla dolu bir tanıtma yazısı yazmıştır.
Ondan sonra Prof. A.Gabriel kaleyi tekrar incelemiş, fakat o da önemli yanlışlar yapmıştır. En göze batan hatası, kalenin en üst kısmındaki Üç kule ile, burayı bölen perde duvarının Türk inşaatı olduğunu sanmasıdır. Bu kulelerden ortadakinin üst kısmında çepeçevre dolanan iki satırlık bir Bizans kitabesi, bunun bir Türk değil, Bizans inşaatı olduğunu açıkça gösterdiği gibi, 14.yy.'ın Bizans inşaatında pek sık rastlanan yürek biçiminde bir nişin Varlığı da, bu kesimin de Bizans yapısı olduğunu belli eder.
Yoros Kalesi, Osmanlı devrinin içlerinde Boğazı koruyan daha modern tabyalarının yapılması ile askeri önemini kaybetmiş ve bir mesire yeri durumuna girmiştir. Son birkaç yüzyıl içinde, bilhassa çok sıcak yaz aylarında halkın Karadeniz'in serin havasından faydalandığı bir piknik yeri olarak tanınıyordu.
Bu tarihi kalenin bir kültür merkezi Olması için öyle sanıyoruz ki, içine birtakım binalar yapılması gerekir. Bu da kalenin bilhassa karşı kıyıdan görünümüne çok zarar verecektir. Kulelerin içlerinin ise, böyle bir işlev için müsait olabileceğini sanmıyoruz. Diğer taraftan burada açık havada yaz aylarında bile oturmak ve uzun süre barınmak zordu. Böylece buranın bir kültür merkezine dönüştürülmesini olumlu karşılayamıyoruz. Yapılacak tek şey, kalenin Onarımını yaptırmak, harap yerlerini düzene koymak, içinde ancak dinlenmeye uygun, kapalı mekan olmaksızın tarihi bir çevre içinde, tarihi bir park haline getirmektir.
Yoros ve Riva daki kalelerde yapılması planlanan restorasyon çalışmasında kalelerde altın aranacak mi? Çünkü Riva kalesinin içinde kalenin altına inen 3adet dehliz vardır. Budehlizlerin içine uzunca bir yuruyus yaptığınızda bir yerden sonra buraların kumla kapatılmış olduğunu görürsünüz. Bu durum ister istemez akla buralarda bireylerin gizlenmiş olduğunu getirmektedir. Bu sebeple restorasyon işleri kesinlikle üniversitelerin ilgili bölümlerinin kontrolünde yapılmalıdır.
YanıtlaSil