Pazartesi, Şubat 28, 2011

FİGÜRLER NASIL ÇÖZÜLÜR?

Yıllardan beri gelen tercubeler gömülerin çoğunun kayaların içi oyularak kaya içine sakladıklarını göstermektedir.

İnsanlar yaşadıkları topraklar üzerinde sürekli bir takım izler bırakırlar ve bırakmaya da devam etmektedirler.

İşaret çözmede önce ihtiyaç duyulan şey; görülen rastlanılan figürün define olup olmadığıdır, kayalar üzerine yapılan bir takım şekiller iş olsun diye yapılmamıştır bunların birer amacı vardır, bunlar içinde dini sembolize eden, kabileyi sembolize eden, yerel beyi sembolize eden kralları sembolize eden ırkları sembolize eden bir takım kaya damgaları kullanılmıştır, gömü işaretlerini bunlarda ayırt edebilmek için eski insanların davranışlarını dinlerini gelenek ve göreneklerini çok iyi bilmek gerekir. her işaret define değildir.

Gömü işareti bir alfabe bir matematik kuralı dahilinde inşa edilmişlerdir. Bu nedenle gömü işaretleri zincirleme birden fazla olmalıdır.

işaretlerden uygulanan genel mantık; gömünün işarete olan uzaklığı, derinliği bazen miktarı bazen de saklama biçimi şeklinde alfabetik ve matematiksel bir mantık hakimdir.

İşaretleri çözerken aşağıdaki sorulara cevap aramalıyız.

1- Gömü var mı?
2-Nerede?
3-Ne kadar uzaklıkta?
4-Hangi yönde ?
5-Ne kadar derinlikte
6- gömünün saklandığı mekanın şekli nasıldır?

bu açıklamalarda sonra sorularınıza aşağıdaki gibi davranarak cevap bulmamız lazım .

1- Her işaretin bir dili vardır bu dil işaretin oluşturan şekillerin özellikleridir.

Örneğin bir kaya üzerine çöreklenmiş oyma bir yılan olsun, önce yılanın özelliklerini sıralayarak çözmeye çalışalım, Yılanın özelliklerinde bir tehlike anında karanlık kuytu bir yere kaçar bu yer ya bir deliktir yada bir kaya altıdır, yılanın duruşu hareketsiz çöreklenmiş sabit başka hiç bir emare yok o zaman yılanın bulunduğu kayanın altına bakmamız lazım, yılanın diğer bir özelliği savunma silahı zehirdir. o zaman gömüde tuzak olabilir düşüncesi ile yaklaşmalıyız,

2- İşareti kullanan toplum hakkında sosyoekonomik yönde inanç yönünde bilgi toplamak

3-İşaretli kayanın etrafında çevresinde yüzey araştırması yapmak, insan tarafında müdahale edilen bu katmanları keşfetmek okumak bir çok kez insana nokta buluşu sağlar. çevresinde dikili birbirine yaslatılmış kayalar, tümsek, çukur gibi izleri aramamız lazım

4- bu bilgilerden sonra yinede işareti çözemedik diyorsanız bu konulardan tercube edinmiş insanlardan yardım isteyiniz. İşaretleri koruyunuz kırmayınız kırana müdahale ediniz,

Define kazıları ameliyata benzer, işin ehli bir cerrah ameliyattan önce gereken tüm tahlilleri yapar.

İşaret Nasıl Çözülür?

Antik Dönem toplumlarda sık sık yapılan savaşlar,ani baskınlar, çete ve eşkıya soygunlarına karşı insanlar ellindeki muhtelif değerleri korumak amacıyla saklama ihtiyacı duymuşlardır, hatta günümüz insanların kısmen uyguladıkları alışkanlıklardır.Gömü işleri ve düzenekler genelde taş ustaları, sert cisimlere şekil vermekte usta insanlar (heykel tıraşlar) tarafından yaptırılırdı.

Bir gömüye neden işaretleme düzeneğine ihtiyaç duyuldu? Bu sorunun cevabındaki genel mantık şöyledir. Gömü başta güvenlik nedeni ile yapılırdı, gömen insan ihtiyaç duyduğu an gelip kolay bulacak, kolay kazacak ve gömü yerini kendisinde başka kimseler bilmeyecek, kendisi almadan ölürse gömüyü neslinde dininde ırkında biri gelip bulsun alsın gibi mantığı yatmaktadır. gömerken saklarken bile emniyet tedbirleri söz konusudur.

İşaret Nedir?

İŞARET (Epigrafi) : Bir tür şifreleme yöntemidir.Sakladığı varlıkları, değerleri herhangi bir tehlikeye karşı korumak ve sonrada gelip almaya yarayan şifreleme
düzeneği ile birlikte bir çeşit anlatım ve bir dildir. Bunlar oyma kabartma ve boyalama şeklinde günümüze kadar ulaşmıştır. Kayalara yapılan her figürün motifin mutlaka bir anlamı vardır. anlamsız manasız hiç bir emek sarf edilemez. ancak her kaya damgası da define için değildir. Direkt gömünün işareti olmaz . bunu unutmayalım.

Kaya damgaları mutlaka bize bir şey söylüyordur, yapım amacıda bu olmalı, örneğin kayalarda çoğunlukta gözüken yuvarlak oymalar mezarı işaret eder, bu oymanın yapılış amacı; Mezarın yanında ki kayaya oyularak içine yağ dökülüp yakılıyordu, Bu günkü mezarların üstünde yakılan mumlar gibi biz buna mumyalık desek daha mantıklı olacak. kare veya dikdörtgen oymalarda aynıdır. Bir ok yön için kullanılmıştır. Özetleyecek olursak her figür ancak özellikleri ile okunur. Örnek verecek olursak bir buğday başağı berekettir, bereketi sembolize etmişlerdir, direkt defineyi değil.
Her kaya damgası define olamayacağı kesindir. Buna göre bunları biz bir kategoriye ayrılarım

1- Devlet ve yöneticilerine ait damgalar.devleti ve devlet adamalarının makamlarını ve devlet sınırlarını sembolize eder
2- Dini kurum ve din adamlarına ait damgalar. dini ve din adamını sembolize eder
3- Kavimlere (aşiret) ait damgalar. kavmi sembolize eder
4- Şahısa ait damgalar. şahısı sembolize eder.
5- Süsleme sanatı . Sadece sanat içindir.

İSLÂM'IN TEMEL ESASLARI

Ya Rabbel Âlemiyn!
"Mescit" ve "câmi"ler, "tapınak"lara dönüştürülmüş; "ALLAH" adıyla tanıttığın Azîz ve Subhan varlığın ise "tanrı" olarak algılanır olmuş!..
Göktürk'lerin "göktanrı"lı din anlayışı, "Müslümanlık" olarak hemen hemen bütün insanlığa yayılmış!..
Mecâzlar hakikat sanılmış; Hakikat, mecazlarda aranır olmuş!..
İslâm'ın temel esasları, hakikatlarını yitirmiş insanların indinde; şekil ve kabuktan ibaret kalmış!..
"Namaz"ın, mü'minin "mi'râc"ı oluşu dillerde dolaşan bir hikâye hâline gelmiş...
"Ey İMAN EDENLER, İMAN EDİN <B> sırrıyla <ALLAH>a!" âyetindeki uyarın sanki Kurân'dan silinmiş; "mi'râc'ın namaz olmasının" anlamı üzerinde hiç durulmaz olmuş!... Anlatılanlar yalnızca, elin-ayağın, kolun-bacağın nerede-nasıl durması gerektiği; ya da neyin nasıl giyileceği! Hiç sözedilmemekte, beynin neleri, nasıl düşünmesi gereğinden!.
"Hac", çoğunluğa göre, taştan dört duvarı ziyaretle, Arafat tepesi civarında toplanıp tapınma; "Arabı zengin etme" faaliyeti! Medine ziyareti ise, sanki ölmüş bir büyükelçinin kabrini ziyaret! Ya, "hac" dönüşü için konulmuş asılsız, Kurân'a göre hiç geçerliliği olmayan kurallar! "Terazi tutmamak", "saçının kılını göstermemek"; neredeyse diri diri tabuta sokacaklar hac dönüşü insanları!
"Oruç" mânâsını yitirmiş; sağlık ve zayıflama kürlerine dönüşmüş; yalnızca bedensel bir sorunla sınırlı kalıp; "Samediyyet" nurlarının bizlerde açığa çıkışı sırrı hiç hatırlanmaz olmuş!
"Zekât"ın anlamı değişmiş, hikmeti örtülmüş; vergi sanılmış; gerekçesi açıklanmadığı için, insanlar zekâtı, devletten vergi kaçırma uyanıklığı(!) kabul ederek, bir yana atmışlar... Başkalarının hakkını, hakkıyla ödememenin gelecekte kendilerini nasıl bir faturayla karşılaştıracağını düşünemez olmuşlar!

DUA ve ZİKİR

Beyninizdeki olağanüstü kuvvetten haberiniz var mı? Beynin YÖNLENDİRİLMİŞ MİKRODALGA üretme tekniği DUA! Beynin, KUVVET, BECERİ VE EK KAPASİTE kazanma tekniği ZİKİR... Kuran ve Hadislere dayanan DUA ve ZİKİR örnekleri, özel zikir formülleri... ZİKİR niçin Arapça orijinali ile yapılmak zorundadır? ZİKİR çeken deli mi olur? Niçin KİŞİYE ÖZEL ZİKİR? DUA VE ZİKRİN kaderle bağlantısı...
Gökte ve ötende sandığın TANRI'nı terket; sonsuz - sınırsız ALLAH'a yönel; O'nun, her noktada ve zerrede mevcût olduğunu farket; ve O'nu GÖNLÜNDE bulmaya çalış!. Sonra iste O'ndan, ne istersen!.. Eşini, işini, aşını; ister mevlânı, ister şifânı!
Bil ki, seni, her isteğine ve her arzuna kavuşturacak tek şey DUA ve ZİKİR'dir. Bil ki dostum; her zerrede tüm özellikleriyle mevcut olan ve kendinden gayrının varlığı aslâ sözkonusu olmayan ALLAH, SENDEN SANA İCABET EDECEKTİR!.
SEN, bilesin ki, yeryüzünde "HALİFE"SİN! HALİFE olarak sana, gönlüne, BEYNİNE bahşedilmiş yüce güçlerden haberin var mı? DUA ile ZİKİR ile, o muhteşem BEYNİN ile, kendindeki mekanizmayı harekete geçirebileceğinden haberin var mı?... "EN GÜÇLÜ SİLAH" olarak sana bağışlanmış DUA mekanizmasını biliyor musun?
Fakîr, garîb, nîce kişiler DUA ve ZİKİR ile nîce ZALİM SULTANLARI helâk ettiler!. Nîce yoksullar, büyük zenginliklere hep DUA ve ZİKİR ile eriştiler!.. Nîce, dertli, sıkıntılı, hastalıklı, ezâ, çile çekenler, hep kurtuluşu, selâmeti DUA ve ZİKİR'de buldular!..
SENDE, dünyanın en güçlü silâhı olan DUA ve ZİKİR cihazı mevcuttur. BEYNİNDEKİ, GÖNLÜNDEKİ bu en güçlü silâhı kullanmasını öğrenerek; bu yaşadığın dünyanın ve ölümötesi yaşamın tüm güzelliklerine erişebilirsin!..
Ya da, DUA ve ZİKİR mekânizmasını kullanmaz, paslandırıp, bir kenara terkedersin, ki bunun cezasını da sonsuza dek çekersin!.. Sana, karşılıksız, bedava verilmiş bir mekanizmadır bu! Hibedir! DUA ve ZİKİR için kimseye muhtaç değilsin ve kimseyi aracı koymak zorunda da değilsin!
İster, bu kitaptan yararlan; ister gönlünden geldiği gibi yönel! Ama kesinlikle, kendindeki, bu dünyanın en kıymetli cihâzı olan DUA ve ZİKİR cihâzını kullanmasını öğren.
Göreceksin dünyan nasıl güzelleşecek.

Salı, Şubat 22, 2011

Sihir Nasıl Bozulur Nasıl İptal Edilir

..sihir iptalini yapacagınız gunden önce bir gun oruç tutunuz yalan dolan herşeyden uzak olunuz.erteı gun hesaplanmış saatınızde okumaya başlayacaksınız..öncesinde boy abdestı ve namaz abdestı alınızı.allah rızası için 4rekat namaz kılınız.sonrasında küçük bir ocakta gunluk veya mahlep tutsuleyınız..kuçuk bir ocagın ustune kıremıt koyarak ocagı az yakmak kaydıyla hafıf hafıf mahlep veya gunluk atınız.tutsu başladıgında okumaya başlayınız ama tutsuyu fazla atmayın dumandan okuyamazsınız…bişi daha okuma yapacagınız odada resım bıblo çocuk oyuncagı bebek gibi şeyler olmamalı.temız olmalı sizde aynı şekilde temız olunuz.beyaz elbiselerınız varsa beyaz giyiniz…tutsu hafıfçe devam ederken 1 fatıha 3 ihlas okuyup önce peygamber efendımızın ruhunave butun enbiya ve evliyaların ruhuna hasıl olan sevaba hediye ediniz.ve tekrar bir kerefatıha 3 ihlas okuyup imam ali hazretlerının ruhuna abdulkadır geylani hazretlerının ruhuna veysel karanı hazretlerının ruhuna.muhammed bahaddın nakşibendi hazretlerının ruhuna bagışladıktan sonra.buyulu kişi yere oturur.etrafına euzibillahımineşşeytanırracım.bismillahırahm anırrahım diyerek sag elinin işaret parmagıyla bir daire çizer.kendi etrafında.7defa aksemtu aleykum ya sükkani hezl mekan der ve dört bir yanına üflersın..bu odada yaşayan ruhanı sakınler zarar görmesin diye..bu işlem tatmamlandıktan sonra 35 defa bismillahirahmanırrahımsonra 7defa nas 7defa feleksuresı ve 7defa ma katatüm min liynetin ev terektumuha kaimeten ala usliha fe-biznillahi ve liyuhziyel fasıykıne okunur.7defada ka ‘le musa macitüm bihissihira innallahe seyib tuluhu innallah la yuslihun amelel müfsidin diyip bütün yuapılan sihirleri iptal ettım dersınız…önünde bir tas su olurda ona okursan ii olur 7 sabah içebeilirsin…okuma bitince ecibu eyyuhes sakınune fi hazel mekan berakallahu fiyküm ve aleyküm.7defa okunur.ondsan sonra daireden çıkarsın…kendi burucunuzun saatinde okuma yapılmaı gerekli..yıldızına ve saatine göre yaparsan anında sonuç verır…bu sihiri iptalin en önemli etkeni şudur.yukarıda adı geçen mubareklerın adını andıgınız zaman.o mubareklere hizmet eden bütün melekler ve ruhanıyeti yanınızda olur ve o okudugunuz ayetin meleklerının de yardımı ile o büyü veya sihir o anda iptal olur.binlerce defa kendim denedim.

ELMALI HAZİNESİNİN HİKAYESİ

Antalya'nın Elmalı ilçesinde bulunmuş yüzyılın definesi olarak adlandırılan hazine.
M.Ö. V. yüzyılda Persler'in Yunanistan'ı istila etmelerinden sonra Atina Ã�ehir Devleti'nin önderliğinde Akdeniz Çevresi şehirlerinden oluşan bir birlik (Ati-Delos Deniz Birliği) kurulmuştu. Bu birliğin bir merkezi ve bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında bu birliğe katkıda bulunuyordu.
1984 yılında Elmalı'nın Bayındır Köyü'nde yapılan kaçak kazılar ile bulunan yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri, o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Söz konusu sikkelere yüzyılın definesi denilmesinin en önemli nedeni de Yunanlılar'ın Persler'i yendikleri için bir anı parası çıkarma kararı almalı ve normal olarak o zamanın para birimi için en fazla 4 drahmi değeri biçilirken; anma nedeniyle 10 drahmililk paranın çıkarılmış olmasıydı. (10 drahmi'lik para=Dekadrahmi)
İnce işçiliği ve dünyadaki azlığıyla değeri artan dekadrahmiler, Elmalı Definesi'nin bulunmasıyla hem dünyada bilinen Dekadrahmi sayısı iki katına çıkmış hem de insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmıştır. Çünkü 1984 yılına kadar tüm dünyada yalnızca 13 adet Dekadrahmi'nin varlığı bilinirken, Elmalı Definesi'nde bunlardan 14 adet bulunmuştur.
Oldukça önem taşıyan böylesi değerli bir kültür mirası kaçak kazılar sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'ne kaçırılır. Ardından geçen uzun süreler sonucunda ve yoğun diplomotik girişimler ile hazine tekrar ait olduğu Anadolu topraklarına geri dönmüştür. Bugünlerde de Elmalı Hazineleri Müzesi'nde sergilenmeyi beklemektedir.
Bölgede daha sonra yapılan kazılarda, daha birçok tümülüste tarihi eserler bulunmuştur.
Bergama Sunağı,
Dönemin en büyük para birimi 4 drahmi iken dekadrahmi 10 drahmiden oluşuyordu. Elmalı Definesi’nin bulunduğu 1984 yılına kadar dünya üzerinde bilinen dekadrahmi sayısı yalnızca 13’tü. Elmalı Definesi’nde ise bunlardan tam 14 tane bulunuyordu.

Aslında Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan sikkeleri adeta birer tarih kitabı olarak okumak mümkün. Çeşitli dönemlerin en önemli tarihi olayları ve kişileri sikkelerin üzerindeki kabartmalarda boy gösteriyor.

Uzun, kanlı savaşlar, ardından gelen barış antlaşmaları, adı sanı hiç duyulmamış şehir devletleri, bugün artık yitip gitmiş, devrinin en gösterişli heykelleri, yapıları hatta bugün artık yaşamayan bazı canlı türleri, bitkiler, hayvanlar.

Sikkelerin çeşitliliği, üzerlerindeki tasvirler bu topraklarda egemenlik kuran devletlerin ekonomik ve siyasal gelişimine ışık tutuyor. Sikke yapımında kullanılan madenler ve teknikler ise dönemin üretim teknolojisindeki değişimleri anlatıyor.

İlk metal paraları, yani sikkeleri M.Ö 7. yüzyılda Lidyalılar icat etti. İlk sikkeler, altın ve gümüş karışımından meydana gelen doğal elektrondan yapıldı. İmparator Krezüs ise doğal elektronu ilk kez altın ve gümüşe ayırarak sikke bastıran devlet adamı oldu.
ELMALI HAZINELERI, 1984 yilinda Bayindir Koyu'nde bulunan ve daha sonra Amerika'ya kacirilan Hazine, 1900 adet gumus sikke, toplam 26,3 kg'dir. Her biri farkli bie sekil ve boyutta kabartma olarak yapilan Hazinelerin geri getirilebilmesi icin Uluslararasi duzeyde mahkeme devam etmektedir.
Antalya'nın eski yerleşim yerlerinden biri olan Elmalı, uzun ve zengin tarihi boyunca birçok medeniyete tanıklık etmiş, yörenin tarihi, M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamış olan Likyalılar ile başlamıştır. Beldenin M.Ö. 2000-3000 yıllarına varan yaşantısı, hala tarihin karanlık örtüsü altındadır. Ancak bu devirlere ait mezarlarda yapılan kazılar ve incelemeler, Likyalıların bir Asya Kavimi olduğunı kabule imkan vermiştir. Likya olarak anılan bölge, Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun, Selçuklu Devletini' nin, Teke Beyliği'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetiminde kalmıştır. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bölgenin en gelişmiş yöresi olarak kültür, sanat ve ticaret alanlarında çevresine örnek olmuş, Likya'nın kuzeyini temsil eden önemli şehirlerden biri olarak kabul edilmiştir. Bölgede yapılan arkeolojik kazılar sonucu yaşanan tarihe ve tanrıçalara ev sahipliği yapan birçok tarihi eser gün ışığına çıkartılmıştır. Bunlardan bazıları olan Kızılbeli Mezarları, Likya Yolu, Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli, Gümüş Kral Heykeli, Semahöyük Küp Mezarları, Yapraklı Köyü Yazılı Kaya, Armutlu Köyü Kaya Mezarı, Söğle Yaylası Arı Serenleri tarihsel ve kültürel zenginliğin göstergeleridir.
Bunlara ek olarak Elmalı'nın gelişimi, yörenin Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı idaresine geçmesi, Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarında Anadolu Eyaletine bağlı olan Teke Livası'nın merkezi ve Teke Paşaları'nın ikametgahı olmasının ardından idare merkezinin Antalya'ya nakledilmesi üzerine yörenin kaza haline gelmesiyle özetlenebilir. İlçe sıra ile "Kabalı, Amelas, Elmalı" isimlerini almış, ancak bu isimlerin nereden kaynaklandığına dair kesin bir delil bulunamamıştır. Elmalı Sikkeleri

M.Ö. V. yy.'da Persler'in Yunanistan'ı istila etmelerinden sonra Atina Ã�ehir Devleti'nin önderliğinde Akdeniz Çevresi şehirlerinden oluşan bir birlik (Ati-Delos Deniz Birliği) kurulmuştu. Bu birliğin bir merkezi ve bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında bu birliğe katkıda bulunuyordu.
İşte 1984 yılında Antalya'nın Elmalı ilçesinde kaçak kazılar sonucu bulunan yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri, o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Söz konusu sikkelere yüzyılın definesi denilmesinin en önemli nedeni de Yunanlılar'ın Persler'i yendikleri için bir anı parası çıkarma kararı almalı ve normal olarak o zamanın para birimi için en fazla 4 drahmi değeri biçilirken; anma neeniyle 10 drahmililk paranın çıkarılmış olmasıydı. (10 drahmi'lik para=Dekadrahmi)
İnce işçiliği ve dünyadaki azlığıyla değeri artan dekadrahmiler, Elmalı Definesi'nin bulunmasıyla hem dünyada bilinen Dekadrahmi sayısı iki katına çıkmış hem de insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmıştır. Çünkü 1984 yılına kadar tüm dünyada yalnızca 13 adet Dekadrahmi'nin varlığı bilinirken, Elmalı Definesi'nde bunlardan 14 adet bulunmuştur.
Oldukça önem taşıyan böylesi değerli bir kültür mirası ne yazık ki önce kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılmıştır. Ardından geçen uzun süreler sonucunda tekrar ait olduğu Anadolu topraklarına geri dönebilmesi sağlanmıştır. Bugünlerde de Elmalı Hazineleri Müzesi'nde sergilenmeyi beklemektedir.

Elmalı Hazinesi, Quadriga Atları, Troio'nın altınları... Tüm bu hazineler, ait oldukları topraklardan yani Anadolu'dan çalınarak dünyanın başka noktalarına götürüldü.
Emlak imparatoru Jonathan Rosen, antik bir sikkeyi ilk defa avucuna koyduğunda heyecandan titriyordu. Türkiye'den, Irak'tan, Afganistan'dan gelen kaçak eserlerle oluşmuş muhteşem koleksiyonuna yeni ve olağanüstü bir parça daha eklenmişti. Bu paranın daha önce birçok defalar resmini görmüştü, ama ilk defa elinde tutuyordu. Zaten yakın zamana kadar böylesi bir paraya bırakın sahip olmayı, elinde tutmayı dahi hayal edemezdi. Dekadrahmi nerede ise avucu kadardı ve dün basılmışcasına pırıl pırıldı. Athena'nın ön yüzdeki gülümseyen ifadesi Jonathan'ın da yüzüne yayıldı. Evet, bir tek sikke için Sylvia Hurter'a 225.000 dolar ödemişti, ama değerdi. Bu, MÖ 5. yüzyılda tedavülde kullanılan normal bir para değildi ki. O çağda en değerli sikke dört drahmi iken Yunanlılar, Persleri bozguna uğratmalarının anısına on drahmilik özel bir sikke yapmışlardı. Hem 2500 yıllık olacak, hem tedavülde dolaşmayan bir anı parası olacak, hem de pırıl pırıl bir durumda olacak. Bu bir mucizeydi. Aslında mucizenin adı da “Elmalı” idi. Bugüne kadar dünyada bilinen sadece 13 dekadrahmi varken Elmalı denen yerde 14 tane birden bulunmuştu.

Elmalı ilçesinden İbrahim Başbuğ eski definecilerdendir. O güne dek herhangi bir define bulamadığı ve parası da kıt olduğu için, Antalya'da yaşayan ve elektronik tamirciliği yapan Bayram Sungur'un kendi özel imalatı olan metal dedektörlerden bir tane satın almıştı. Satın aldığı bu yerli malı dedektör de ilk kullanımda hemen bozulmuştu. 18 Nisan 1984 günü, iki kafadar, hem bozulup tamir edilmiş olan dedektörü deneyip, hem de bu deneme bahanesi ile Bayındır Köyü civarında define ararlarken, köyün eski muhtarı Ahmet Ali Ã�entürk'le tanışırlar. Ã�entürk'ün define aramaları için onlara gösterdiği yer, komşusunun tarlasıdır. Daha dedektör yeni çalışmaya başlamışken bir vınlama sesi duyulur. Heyecanla o noktayı kazmaya başladıklarında ise gördükleri manzara inanılmazdır. Karşılarında, kırık bir küpün içinden toprağa yayılmış yüzlerce gümüş sikke durmaktadır. Tek tek defalarca sayarlar, define tam 1900 adettir. Bayram Sungur'un atölyesinde yaptığı yerli malı metal dedektör, daha ilk doğru dürüst çalışmasında, tarih boyunca rastlanan en kıymetli definelerden birisini ortaya çıkartmıştır.

Elmalı Definesi'nin en büyük özelliği, 14 dekadrahmiyi birden içermesi değildi. Define, sanki o çağda birisi tarafından özenle yapılmış bir para koleksiyonu gibiydi. Orta ve Kuzey Yunanistan'dan Trakya'ya, İyonya'dan Likya'ya ve Ege Adaları'na kadar hemen yer yerden sikke vardı ve tümü MÖ 5. yüzyıla aitti. Definenin diğer bir önemli özelliği ise, sikkelerin büyük bir kısmının ticari amaçla basılmamış olmasıydı.
Elmalı, Antalya ve Bayındır'lı üç ortak defineci, buldukları defineyi satmak üzere İstanbul'a gelir ve Erdoğan Atak ile Fuat Aydıner'e birkaç sikke gösterip ikisini de Antalya'ya çağırırlar. Fuat, bu işten çekilmesi için Erdoğan'a 60.000 dolar öder ve sikkelerin tümünü 620.000 dolara satın alır. Fuat Aydıner, Almanya'da yaşayan dostu ve eski eser kaçakçılığının en önemli isimlerinden Edip Telli ve kardeşi Nevzat Telli ile ortak olur ve defineyi İsviçre'ye sevk eder. Fuat'ın, Telli'lerden bu ortaklığa karşılık 1.300.000 dolar aldığı biliniyor.

Bu sırada, Elmalı eski belediye başkanı Hasan Sarıbaş'ın da bazı sikkeler aldığı ve İstanbullu kaçakçı Abdülgani Hüzmeli ile ortak olarak bunları İsviçre'de pazarladıkları ortaya çıkar. Anlaşılan, ya üç defineci kafadar aynı yerde, daha önce telaştan bulamadıkları başka sikkeler de bulmuşlar, ya da Fuat Aydıner'e sikkelerin tümünü satmamışlardır.

Öykünün devamı o denli karışıktır ki, gazeteci Özgen Acar, yazı dizisinde, olaya karışanların tümünü açıklayabilmek için grafik hazırlamıştı. Dört Türk kaçakçının ortaklığı ile, sadece bu defineyi almak için New York'ta kurulan OKS Partners arasındaki anlaşma, 26 Temmuz 1984 günü imzalanır. OKS Partners'ın ortakları William Koch, James Spier ve Jonathan Kagan'dır. Fakat para babası ve definenin gerçek sahibi Koch'tur. Spier'ı ve Kagan'ı, ileride doğabilecek yasal sorunlar karşısında sorumluluğu paylaşmak için ortak almıştır. Aynı tarihlerde, Antalya civarında da Elmalı Definesi'nin kokusu çıkmıştır. İbrahim Başbuğ, her yerde su gibi para harcamakta ve Elmalı'da herkes defineden bahsetmektedir. Özgen Acar, 17 Temmuz 1988'de Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmaya başlayan yazı dizisinde, bu dönemi traji komik bir biçimde uzun uzun anlatmıştır. Sanıklar birkaç defa tutuklanır, her defasında verdikleri rüşvetlerle serbest kalırlar. Sonunda Türk polisi, Fuat Aydıner, Fuat Üzülmez ve Telli kardeşlerin de olaya karıştıklarını öğrenir. Bundan sonraki gelişmeler daha da komiktir. Alman Interpolü ile Türk İnterpolü arasında aylar süren yazışmalar yapılır. Alman Interpolü'nün Türkiye'den istediği Edip Telli'nin fotoğraf ve eşkali iki aylık bir araştırma sonucu bulunur ve 17 Ocak 1986 günü Almanya'ya gönderilir. Almanya'ya gönderilen yazı ise Fransızcadır! 28 Ã�ubat günü Alman Interpolü, Münih Savcılığı'nın, Edip Telli'nin Türkiye'ye iade istemini reddettiğini bildirir. Gelelim daha da komik bir sahneye:

Tarih: 20 Mayıs 1986
Yer: Türk Tarih Kurumu Toplantı Salonu, Ankara
Toplantı Konusu: Eski Eser Kaçakçılığı ve Önleme Yöntemleri
Konuşmacı: Dr. Nurşin Asgari
Konuşmanın sonunda, soru ve cevaplara geçildiği sırada söz alan Prof. Dr. Cevat Bayburtluoğlu, dinleyiciler arasında bulunan dönemin Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Nurettin Yardımcı'ya bir soru yöneltir;
“1984 yılında, Elmalı'nın Bayındır Köyü'nde, çoğunluğu Likya sikkelerinden oluşan bir define bulunmuştur. O zaman, köylülerden bunu 200 milyon liraya alan İstanbul'lu kaçakçılar, bu defineyi yurt dışında 800 milyon liraya satmışlar. Acaba Sayın Genel Müdür'ün bu olaydan haberi var mı?”3
Genel Müdür'ün bu olaydan haberi yoktur . Halbuki, nerede ise iki yıldır süren davaları ve sürmekte olan uluslararası kovalamacayı bir yana bırakalım, bir ay kadar önce, Oxford Üniversitesi'nde, bu define ile ilgili bir özel bir sempozyum bile düzenlenmiştir.

Türk Hükümeti, 1987 yılından başlayarak, Avrupa ve ABD deki büyükelçilikler aracılığı ile Elmalı Definesi'nin peşine düşer. Arkası yavaşça çorap söküğü gibi gelir. Önce Sylvia Hurter tarafından Hasan Sarıbaş / Abdülgani Hüzmeli ortaklığından satın alınan sikkeler iade edilir. Ardından, OKS Partners'ın Tkalec'e sattığı sikkeler, en son olarak da OKS Partners'ın sikkelerinin büyük bir kısmı geri alınır. İlginç olan nokta ise, OKS Partners'ın 1810 sikke satın aldığı belgelerle sabit iken ve bunların en fazla 11'ini elinden çıkartmışken, Türkiye Cumhuriyeti'ne sadece 1661 sikke iade etmesidir.

Geri alma operasyonu:

- 10 Mart 1988'de Numismatic Fine Arts / Los Angeles'tan 10 sikke anlaşma ile iade
- 26 Mayıs 1988'de Bank Leu / Zurih'ten 3 sikke anlaşma ile iade
- Mayıs 1991'de Tkalec Müzayede / Zürih'ten 3 sikke anlaşma ile iade
- 1993'te 1 sikke şahsi iade
- 1996'da 1 sikke şahsi iade
- 4 Ocak 1999'da OKS Partners'dan 1661 sikke dava yolu ile iade

Geri alınan toplam sikke sayısı: 1679
Kayıp sikke sayısı: 220'den fazla
Sonuç?

Sonuçta 1900'den fazla antik sikke yurt dışına gitti ve yıllar süren uğraşlar sonunda 1679'u geri geldi.

Sanıklar?

Olayın sanıkları İbrahim Başbuğ, Bayram Sungur, Ahmet Ali Ã�entürk , Hasan Sarıbaş, Abdülgani Hüzmeli, Fuat Aydıner, Fuat Üzülmez, Edip Telli ve Nevzat Telli'ye ne olduğunu merak ettiniz, değil mi? Başbuğ, Sungur ve Ã�entürk, define için Fuat Aydıner'den aldıkları paranın bir kısmını rüşvetlere kaptırdılar, geri kalan paraları da mahkeme kararı ile müsadere edildi. 2-3 ay gibi kısa hapis cezalarından sonra tahliye edildiler. Benzer durum Hasan Sarıbaş ile Abdülgani Hüzmeli'nin de başına geldi. Fuat Aydıner, Fuat Üzülmez, Edip Telli ve Nevzat Telli ise yurt dışında yaşıyor ve Türkiye'ye giremiyorlar, ama eski eser kaçakçılığına da devam ediyorlar.

Ya dedektör?

Artık her yerde satılıyor. İthallerin fiyatları ucuzladığı için herkes Garrett & White's satın alıyor, kimse yerli malı kullanmıyor.

Ephesos Drahmi, ön yüz arı

Ephesos Drahmi,
arka yüz incus
İşte dünyanın en büyük müzelerini dolduran eserlerin 'çok küçük bir kısmının' listesi:


1. Mausoleum, Bodrum, Londra-İngiltere
2. Tanrıça Demeter Heykeli, Muğla, Londra-İngiltere
3. Troia Hazinesi, Çanakkale, Rusya'nın 2 şehrinde
4. Bergama Zeus Sunağı, İzmir, Berlin-Almanya
5. Priene Athena Tapınağı, Aydın, Berlin-Almanya
6. Marsyas Heykeli, Manisa, ABD, (Geri geldi, tekrar çalındı)
7. Boğazköy sfenksi, Çorum, Berlin-Almanya
8. 8 bin adet Boğazköy tableti, Çorum, Almanya (Geri geldi)
9. Noel Baba'nın kemikleri, Antalya / Demre, Bari-İtalya
10. Herakles heykeli, Antalya / Perge (Perge), Boston-ABD
11. Kumluca Hazinesi, Antalya, ABD
12. Lidya Yazıtı, Manisa / Saraycık (Saittai), Roma-İtalya
13. Lidya Hazinesi, Uşak / İkiztepe, New York-ABD
14. Quadriga Atları, İstanbul / Hipodrom, Venedik-İtalya
15. Elmalı Hazinesi, Antalya, ABD (Büyük kısmı geri geldi)
16. Zeugma mozaikleri, Gaziantep, İtalya ve İngiltere'de
17. Milo Venüsü, Milo Adası, Paris - Fransa

Rodos Stater, ön yüz incir yaprağı, arka yüz incus
Attika Dekadrahmi, ön yüz miğferli Athena, arka yüz baykuş
Likya Stater, ön yüz iki yunus, arka yüz triskeles

EÃ�KİYA BELGELERİNDE GEÇEN GÖKSU NERESİDİR?

EÃ�KİYA BELGELERİNDE GEÇEN GÖKSU NERESİDİR?
Belgelerde ki şifreyi çözümleye başarabilmek için en azından bir kısım yerlerin gerçekte neresi olduğunu bilmek gerekir. Ve bu ilk bilgilere göre bulmacanın
sonucuna ulaşalım. Belgelerde Göksu adıyla geçen bir ırmak var. Bu ırmak neresidir. Araştırdığımız zaman Göksu adlı bir ırmağa ülkemiz sınırlarında rastlayamıyoruz.
Batı Karadeniz Bölgesinin can damarı tarihi Amnias nehrinin günümüzde ki ismi Gökırmak’tır. Hatta bazı köylerimizde Göksu, Gökçesu gibi isimlerle de tanınmaktadır.
Gökırmak Kastamonu sınırlarından çıkıp Sinop ili Durağan ilçesi merkezinden 4 km ileride Beybükü –Çayağzı-Gökdoğan köylerinin bileşim önünde Kızılırmak’la birleşir. Yaklaşık 250 km uzunluğa sahip olan Gökırmak ın oluşturduğu vadide önemli medeniyetler yaşamıştır.

Sarımsakla Yapılan Aşk Büyüleri

En etkili aşk büyüsü nasıl yapılır ;
En etkili aşk büyüsü olduğu eskiler tarafından iddia edilen aşk büyüsü,sarmısak büyüsü olarak tanınır.Sarmısak büyüsü aşk büyüleri içnde en etkili ve kesin sonuç verenlerden olarak yer almışsa da bu aşk büyüsünü çok az kişi bilir.
Aşk büyüsü olan sarmısak büyüsünü yapmak için en ideal saat sabah güneşin doğmasına on,on beş dakika kala olan saattir.İşleme başlamadan önce keskin kokulu bir tütsü yakmakta fayda vardır.Bu aşk büyüsüne başlarken önce taze bir diş sarmısak alınarak uç kısmı bir bıçak ile biraz sivri hale getirilir temiz bir kağıt alınır.Kağıt yağlı cinsten olmamalıdır.Kağıdın emici özelliği olmalıdır.Günümüz koşullarında bir dosya kağıdı bu iş için uygun olacaktır.
Kağıdın üzerine önce sarmısağın uç kısmıyla büyükçe bir daire çizilir,bu dairenin içine aşık olması arzu edilen kişinin anne adı ile o kişinin adı yazılır şöyle yazmak gerekir;Falanca kızı veya falanca oğlu falan benim aşkımla yansın,tutuşsun.
Büyükçe okunaklı bir şekilde böyleyazdıktan sonra bu kağıt madeni bir tepsi veya tencere içerisinde yakılır.Yanan kağıdın külleri iyice karıştırılıp toz haline getirilir.Bu küller arzulanan kişinin evinin kapı eşiğine,paspası üzerine,kapı kolu üzerine dökülür ve sürülür.Şayet aşık olması istenen kişiyle görüşme imkanı varsa mesela o kişiye yiyecek içecek bir şey ikram edilirken bu külden parmağın ucuyla hafifce bardağın veya tabağın altına sürülür.Tokalaşırkende elde belli olmayacak şekide kül olması faydalıdır bu yöntemler sarmısakla yapılan aşk büyüsünün daha çabuk etki yapmasını sağlar.
Eskilerin dediğine göre sadece kağıda yazılıp yanması ve bu küllerin arzu edilen kişinin oturduğu sokağa serpilmesi dahi büyünün tutmasına yetermiş.

AMBARKAYA KRAL MEZARLARI DURAÃ�AN/SİNOP

Sinop İli Durağan İlçesi merkezine 4 km uzakta olan bu antik yerleşim alanı Beybükü Köyü Karadiğin Mahallesi sınırları içinde olup hemen altından Batı Karadeniz bölgesinin can damarı Gökırmak(Amnias) akmaktadır. Ambarkaya Kral Mezarlarının bulunduğu alanı önemli yapan Anadolu’nun en büyük ırmağı Kızılırmak ile Batı Karadeniz’in en büyük ırmağı Gökırmak’ın birbirine kavuştuğu noktada kurulmuş olmasıdır. Eski çağlarda suyun ve su kaynaklarının ne kadar önemli olduğunu düşündüğümüzde, Ambarkaya Kral Mezarlarının bulunduğu bölgenin önemi daha iyi anlaşılır. Durağan-Vezirköprü karayolu üzerinde Karadiğin Köyü yakınında olup, ilçe merkezine 4 km mesafededir. Mezar odasının kapısı dikdörtgen şeklindedir. Mezara girildikten sonra sağ tarafta bir ölü sediri görülür. Mezarın duvarları dik olup, tabanı kubbe şeklindedir. İşleme ve yontma usulü bakımından çevredeki diğer kaya mezarlarına çok benzemektedir. MÖ. VI. yy.da yapıldığı tahmin edilmektedir. Mezar hakkında yeterli bilimsel ipucunun bulunmaması bu konudaki bilgilerimizi sınırlı tutmaktadır. Ambarkaya Kral Tepesi Vadiye hakim bir noktadadır.
Kral oturakları ve şura toplanma yerleri kaya işçiliği ile kayalara oyulmuştur.
Küçük bir antik tiyatroya benzemektedir burası Ambarkaya’dan gün batımının seyri çok güzeldir. Ambarkaya bölgesinde eski insanların ulaşım amaçlı olarak kayalara oydukları merdivenler hala durmaktadır. Bölgemizde yaşayan eski medeniyetler kaya işçiliğinde çok ilerlemişlerdir. Köprü inşaatının bilinmediği yıllarda yer altından dehlizler kazarak ırmağın karşı yakasına ulaşmayı başarmışlardır. Eskiden sadece kral mezarı bilinirken günümüzde kral mezarlarının hemen arkasında 8 metre yüksekliğinde, 5,5 metre genişliğinde bir ambar bulunmuştur. Ambarın içi antik çağ sıvası ile kaplı olup ambardan içeriye doğru Gökırmak’ın altından geçen bir dehlizin başlangıcı görülmektedir. Burada yapılacak aydınlatma ve merdivenlendirme (ip, seyyar vb.) insanlara unutamayacaklara gizemli bir yolculuğun kapısını aralayacaktır. Ambarkaya’dan güneşin doğuşu ve batışı çok güzel izlenir. Bu ambar dönem dönem farklı amaçlar için kullanılmıştır. Bir ara Ambarkaya Zindanı olarak bu ilginç yapı ün yapmıştır. Büyük bir merdiven olsa da aşağı inebilsek...
Ambarkaya bölgesinin her tarafında çeşitli keramik kırıntılarına bolca rastlanır.
Oldukça eski ve köklü bir medeniyetin hüküm sürdüğü Ambarkaya meraklı ziyaretçilerini ve arkeologları bekliyor. Arkeologlara bilinmeyen bir dünyanın kapısını aralattıracak olan Ambarkaya yerleşkesi vurulacak her kazmada yapılacak keşifle bilim dünyasının göz bebeği olmaya aday bir mekandır. Ambarkaya Kral Mezarları ulaşımı oldukça kolay bir noktadadır. Samsun-Kastamonu yolunda Durağan İlçesi Karadigin köyünün yanında bulunmaktadır. İlçeye 3-4 km uzaklıktadır. Sıkılmadan zevkle gezeceğiniz Ambarkaya yerleşkesi sizlere zevkli bir yolculuk vadediyor.

Düşmana Korku Büyüsü

kendi kanınızdan iki damlayı temiz beyaz bir kağıda dahlatın ve kağıda ;
”noryan kanu ambraka ın luin karenas ”
yazın sonra etrafınızda siyah ve dumanlı bir enerji imaje edin , sonra zararın dokunacağı kişiyi düşünün , onun yüzünü şeklen hayal edin.
en son olarak bir kase yada bir kabın içerisinde kağıdı tamamı kül olana kadar yakın. külleri havaya savurun ve o kişiyi tekrar düşünün.
kabuslar görmesine ve o kişinin vücüdünda küçük kanamalı yaralar oluşmasını sağlayacaktır .

EÃ�KIYA BELGELERİNDE GEÇEN AMBARKAYA

EÃ�KIYA BELGELERİNDE GEÇEN  AMBARKAYA

Eşkıya belgelerinde Ambarkaya diye bir alandan bahsedilir. Burası Sinop İli Durağan ilçesi Beybükü Köyü Karadigin Mahallesi yakınlarında bulunan Ambarkaya Kral Mezarları ve ören yerinden başka bir yer değildir.
             Ambarkaya tarihi ipek yolu üzerinde bulunur. Kızılırmak ve Gökırmak’ın birleştiği noktada bir yerleşimdir.  Eşkıya Belgelerinde Ambarkaya tarif edilirken şöyle denir.  
İkiye ayrılan yollardan diğeri türbe tepeye çıkar. Tepe üzerine çıkarken yolun kenarında dört köşe oyulmuş sıra halde Ambar kaya’yı görürüz. 
--Gördüğümüz gibi tam dört köşe oyulmuş halde bir mezardır Ambarkaya belgelerde geçtiği gibi. İçinde bir meşale, yanında put, bir gül ucunda hazan yaprağı işlenmiş olduğunu görürüz.
 --Bu işaretler çok yıpranmış olup dikkatli bakınca kalıntıları gözükmektedir.
 Ambar kaya’nın üzerinde muska işareti vardır.
--Mezarın üstünde üçgen şeklinde alınlığı görürüz. Belgelerde muska işareti denilen budur.

Erkeğin yada Kadının İlgisini Çekme Büyüsü

önce eczaneden bildiğin pembe sisede olan gülsuyu alınır
abdest alır seccadeye oturulur
100 tövbe.e
100 salavat
sonra niyet(rabbim kullarına beni sirin göstermen dilegiyle okuyorum)
sonra 121 defa yasin s. 78,79 ayetleri okunur
derin bir hohlarsın gülsuyunu kapağını acıp içine
121 defada :ya bediyus semavati velard
onuda hohla yani üfle
kapağını kapat
AYET:
yasin 78,79 ayetti şerifeler.
Bismillahirrahmanirrahiym.
Ve darebe lenâ meselen ve nesiye halkahu, kâle men yuhyil izâme ve hiye remîm.
Kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merretin, ve huve bi kulli halkın alîm.
bu sekilde 7 gece bu uygulamayı yaparsın
vakti yatsı ezanından sonra,yada gece yarısı olursa daha iyidir
okumalar tamamlandıktan sonra
sabah aksam yüzüne sürersin

DURA VE ADADURA

(DURA ve ADADURA)
Durağan Sinop iline bağlı küçük bir ilçedir. Durağan.Anadolu’nun can damarı Kızılırmak ile Batı Karadeniz’in can damarı Gökırmak(Amnias)ın birleştiği
noktada güzel ve önemli bir noktada kuruludur. İlçemizde çeşitli dönemlere ait tarihi eserler vardır.  Çocukluğumuzun başından itibaren ilçemizin adının bize ilçemizde kurulu Selçuklu yapısı handan geldiği anlatıldı. Bu bir dogma olarak en ufak yaşlarda beynimize kazındı. Anlatılana göre yolcular handa zamanında durup dinleniyorlarmış. Bunun için buraya Durak Han denilmiş. Daha sonra halk dilinde söylene söylene Durağan’a dönüşmüş. Ã�üphelendim ve araştırdım. Ve çok ilginç sonuçlara ulaştım.

Durağan İsmi Neden Durak Handan Gelemez?
1.Geçmiş yüzyıllarda “Hanlar” günümüz otellerinin yerini tutmuştur. Doğal olarak bütün hanlar yolcuların durak ve uğrak yeri olmuştur. Türkiye’de tam 35 tane han vardır. Bu görüşe göre Türkiye’de 35 tane “Durakhan=Durağan” olması gerekirdi, ama sadece bir tanesinin adı Durağan’dır.
2.Alışkın olduğumuz isimlendirme şekli yapıların yerleşim yerlerine adını vermesinden çok, yerleşim yerlerinin yapılara isim vermesi şeklindedir. Yani Boyabat Kalesi, Sinop Kalesi olduğu gibi. Burada da “Dura Hanı” olması gerekir.
3.Halen Türkiye’de Hekimhan, Nallıhan, Obrukhan gibi isimlerinde “han” takısı bulunan yerleşim yerlerinde han takısı “ğan” ekine dönüşmemiştir.
4.Konya İlinin Derebucak ilçesine bağlı bir “Durak” köyü vardır. Bu köyün içinde bir han bulunmasına karşın Durağan yada Durak Han değil, sadece Durak’tır.
Durak Han’dan Gelmiyorsa İlçe İsmi Nereden Geliyor?
Bu bilgiler ışığında yaptığım araştırmalara göre dil açısından  Durağan kelimesini inceleyen Bilge UMAR’ın eserine ulaştım. Bu eserde benim şüphelerime hak veren bir anlatım vardı. Eserde ülkemizde bulunan 5000 den fazla yerleşim yerinin adı inceleniyor. Bu eser “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” kitabıdır. Eserde Durağan kelimesi de  inceleniyor ve şunlar anlatılıyordu. “Adın Durahan değil, Durağan olması gerçek kökeni ve aşamalarını belli ediyor. Anlaşılıyor ki, Türkleşme dönemi başında kasabanın adı Dura idi; Durak Han’ın aslı Dura Hanı olduğu gibi Durağan da Dura-(a)gan’dan gelir; -agan, Ermenicenin “ –sal , -halkı ” anlamındaki takısıdır. Dura ise, İÖ 1. binyıldan, Luwi dili ardılı yerli dilden kalmadır ve yörenin Atys/Otys tapkısı egemenliğinde olduğuna işaret eder: Tu-(u)ra, “Yüce (A) tu/Atys” dir.”
Demek ki Durağan adının asıl kökeni Dura’dır. Ve en az 4.000 yıllık bir isimdir. Bunu düşünürken çocukluğumuzda oynadığımız ve hayvan otlattığımız Dura deresi aklıma geldi. .
Dura Deresi Nerededir?
İlçemizde  Durağan-Saraydüzü Yolu üzerinde, ilçe mezarlığını geçince, Adadağı’nda,  Yalnızkavak Köyünün yokuşuna inmeden sol üst kısımda bulunan gökçeliklerin bulunduğu bölgede ki dereye halkımız tarafından eskiden beri “Dura Deresi” denmektedir. Dilbilgisi açısından hocanın Dura olduğunu ispatladığı ismin nerden geldiği konusu mevki adının hala aynı şekilde kullanılır olması ile tez büyük bir maddi delile kavuşmuş olmaktadır.
Adadağı
Kızılırmak ve Gökırmak arasında kalan Ilgaz dağı uzantısıdır. Bir yanından Kızılırmak Bir yanından Gökırmak(Amnias) akar. Kızılırmak kıyısında Adadağına uzanan Bin Mağaralı Kanyon vardır. Bu kanyonda çeşitli antik çağ kalıntısı kale,dehliz,mağaralar vardır. Jeopolitik önemi yüksek bir yerdir. Anadolunun can damarı iki nehrin birleşim noktasında Adadğı vardır.
Hitit Kaynakları
İlçe adının Dura’dan geldiğini ispat ettikten sonra Hitit kaynaklarında adı geçen Dura ve Adadura ülkelerine rastladım. İlçemizin adı sadece eski olmakla kalmayıp kayıp antik ülkelere yeni bir pencere açılmış oluyordu. Dura ve Adadura(Ada Dağı,Dura Deresi) Hitit ülkesinin en güçlü zamanında bile Hitit ülkesine başkaldırmaya cesaret edebilen ve Hattuşayı yağmalayabilen bir ülke imiş. Hitit kaynaklarında durum şöyle geçiyor. Hitit yazıtlarında” ……, Dura Ülkesi, Halluwa Ülkesi, Huvvalusiya Ülkesi, Karakisa Ülkesi Dunda Ülkesi, Adadura Ülkesi , ………..(Bu ülkeler….) savaşçılarıyla bir araya geldi. Ordularını benim karşıma diktiler.” denilmektedir.
Hattuşa Soygunu
Dura’lılar ,Adaduralılar Hitit ülkesine saldırmış ve Hattuşayı yağmalamayı başarmışlardır. Daha sonra 2.Murşil orduları hemşerilerimizi püskürtmüş fakat yağmanın izleri Hattuşa’dan uzun süre silinmemiştir. Hattuşa soygunu ile Dura ve Adaduralılar oldukça zengin ganimetler elde etmişlerdir.
Hitit İmparatorluğu en kuvvetli ve en zengin dönemlerini 1.Ã�uppililiuma  zamanında yaşamıştır. Hitit Kralı Ã�uppiluliuma'nın (i.0.1375- 1335) Mi-taneni ülkesinde olmasından yararlanan Assuwa koalsiyonundaki Dura,Adadura halkının Hitit ülkesine saldırdığı ve Hattuşayı yağmaladığı anlatılmaktadır. 2.Murşil püskürtene kadar çok zengin ganimetleri alıp ülkelerinin yolunu tutmuştur Assuwa koalisyonunun ülkeleri.
DEFİNECİLER İÇİN ANTİK DURA VE ADADURA’NIN ÖNEMİ
Her antik kent beraberinde değerli bir çok antikayı da bulundurur.Bunlar günlük kullanım eşyası olabileceği gibi bir takım süs eşyaları da olabilir. Nadide antik eserlerin kıymetlerini biçmek bile oldukça zordur. Bir çok antikaya eksperler değer bile biçemezler. Bu zamana kadar yeri bilinmeyen Dura ve Adadura ülkelerine hiç bu  kadar yaklaşılmamıştı. Ve yeri konusunda alttaki uydu fotosundan da görüleceği şekilde Dura deresinin başlangıç noktası Adadağı’nın üstünde bulunan oldukça düz bir alana ulaşmaktadır. Bu alanda eski bir yerleşim yeri olduğu rivayeti Durağanlıların sıklıkla dile getirdiği bir durumdur. Antik Dura veya Adadura burada kuruludur.
Bu bilgiler ışığında;
1- Dura ve Adadura ülkelerinin bulunması farklı bir kültürün izlerinin bulunmasını ve bunu günümüz insanın tanıması sağlanacaktır. Burada yapılacak ruhsatlı kazılarda bu medeniyete ait  kıymetli nadide eserlere ulaşabilme olasılığı yüksektir.
2- Hattuşa soygununun yağma eserleri yer altında gömülü vaziyette durması büyük olasılıktır.
3-Hattuşa soygununda Dura ve Adaduralıların ele geçirdikleri ganimetlerde ki tekniği kullanarak kendilerinin yeni şaheserler üretme konusunda teknik bilgi sahip olmaları ve bunu değerlendirmiş olmaları büyük bir olasılıktır.
Defineciler
Dura ve Adadura ülkelerinden birisi kesin ikincisi yüksek olasılık Durağandadır. Bu antik kentte veya kentlerde  yapacağınız ruhsatlı aramalar ile hayalini bile kuramayacağınız kadar zengin olmanız ve dünya kültürüne katkıda bulunmanız mümkün olabilir. Hattuşanın zenginliklerinin önemli bir kısmı bu antik kentin insanlarınca ele geçirilerek Durağan’a getirilmiştir ve toprak altında çıkarılacakları günü beklemektedirler. Bilimsel veriler bize Durağan’da antik çağdan büyük bir miras kaldığını belgelemektedir. Yer altında durmakta olan bu eserlerin ruhsatlı kazılar yapılarak çıkartılması hem sizlere zenginliğin kapılarını aralayacak, hem keşfetmenin dayanılmaz hazzını yaşayacak hem de dünya kültür mirasına katkıda bulunmuş olacaksınız.

Evliler Arası Muhabbeti Artırma Büyüsü

Muhabbet için. Sevilen kimsenin saçından birkaç tel alınıp bu duyı yetmiş yedi kere saç üzerine okuya ve ol saçı ateşe bıraka. Hemen mecnun ola. Ol dua budur:
Yevme tü’tiyüssemae beduhani mübinü nefsinnasü haza izbelyed ve yahyunülmal hayyen cem’an kul inne künhü yuhıbbünallahi fettekunü bihisbekümullahi ve yağfirliküm vallahi gaffurürrahim.

CÜZZAMLILAR HAZİNESİ EFSANESİ

CÜZZAMLILARIN HAZİNESİ: CÜZZAMHANE'DEKİ HASTALAR SADAKALARLA GEÇİNİRDİ. CÜZZAM HASTALARINA BAÃ�IÃ� OLARAK VERİLEN ALTINLARIN BİRİKTİÃ�İ HAZİNENİN KARACAAHMET MEZARLIÃ�INDA OLDUÃ�UNA İNANILIYOR.

Denenmiş Ve Tutan Muhabbet Aşk Büyüsü

Bir insanın muhabbetini istersen aşağıdaki duayı kâğıt üzerine safran ve gül suyu ilse yazıp devamlı üstünde taşı (Denenmiştir)
Bismillahirrahmanirrahim
Allahümmse sehirli kalbi (falan oğlu/kızı falan) kema sehhertel bahri li Musa aleyhisselam ve sehhertemari li İbrahim aleyhisselam ve sehhertel cinni vel insi li Süleyman Aleyhisselam ve sehhertenemse vel kamere vel burake vessekaleyni li Muhammed aleyhisselam vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.

BALAT-FENER AÇIKLARI EFSANESİ

ALAT- FENER AÇIKLARI: BİZANSLILAR İSTANBUL'UN İÃ�GALİ SIRASINDA GEMİLERLE HAZİNELERİNİ KAÇIRMAYA ÇALIÃ�IR. FATİH'İN ASKERLERİ BU GEMİLERİ BALAT AÇIKLARINDA BATIRIR.

Mum Büyüsü

kırmızı kurdele al. 3 düğüm at her düğüm atarken düğüme ……. oku. Sonra melisa ile tütsüleyip, kırmızı mum ile yakın bu kısmet açmak içindir. eğer birini aşık etmek istiyorsan “bu kurdele yanarken falanca kişinin de kalbi benim için yansın” denir.

ANDA DA�I

ANDA DA�I
Eşkıya belgeleri şu satırlarla başlar;
“ORTA ANADOLU KÜÇÜK ASYA:40 saat içinde olan bölgede Anda dağı Sakarya yeşildağ da denir. Bu merkezde 39 sene 11 ay 29 gün 19 saat eşkıyalık yaptık ve büyük soygunlar yaptık. “
Eşkıya belgelerinin en başında bu işaret verilir.
Anda Dağının da içinde olduğu bölgede çeşitli soygunlar gerçekleştirip bunları bazı işaretli yerlere saklayan eşkiyalar çok büyük miktarda altın paraları saklamışlardır. Defineciler genel olarak bu eşkiyaların çalıp sakladıkları paraların peşindedir. Bu paraları bulabilmek için belgelerde geçen yerlerin neresi olduğunu bilmek gerekir. Belgelerde adı geçen bazı yerler paranın saklandığı bir yer olmayıp bir sonraki adımı gösteren ipuçlarıdır.
Anda dağı ismiyle belirtilen yer Sinop İli Durağan ilçesi merkezinde bulunan ve Kızılırmak ile Gökırmak arasında kalan oldukça yüksek jeopolitik önemde olan "Ada dağıdır". Dağın orijinal ismi Ada dağı olup belgelere biraz da şaşırtma yapmak için Anda dağı olarak işlenmiştir.

Kadının Sevgisini Kazanma Büyüsü

10 adet esma okunacak
Sübhaneke
okunacak 1001 defa ya vedüd okunacak ama en önemlisi niyet en başta söylenecek falanca anne addı filanca kız yada erkek adı bana senin izninle muhabbet duysun ama salih bir kalple 3 gece gün önemli değil 00:00 dan sonra

ALİ BEY VE EMİN AÃ�A DEÃ�İRMENİ

Alibey değirmeni 3 tarafı anakayadı.r olluğu bile kayadandır. Sağında 9 basamakla savak yerine çıkılır.  Solundan 7 basamakla savak yerinden inilir. Bu değirmenin önünde ufak bir düzlük vardır. Bu değirmen 2 yerden suyunu alır. 1. dereden 2. kaynak sudan gelir su olluğa. Bu değirmen dereyi görmez içerde kalır. Bu değirmenin üstünde olluğunun solunda 1 metre kadar büyük bir kaya vardır. Değirmene dereden gelen suda tam 18 adım bir ark vardır. Bu arkın ucunda bir taşı delemediler. Suyu altından geçirilmiştir. Bu 18 olan arka yakın bir yerde suyun çoğalması için set vardır. Buda değirmenden 35 adım ilerdedir bu ark. Değirmenden çıkan suyun üzerinde 3 tane dut ağacı vardır. Dere kenarında kayadan koltuk vardır. Koltuğun yanında balık tutup koydukları sahanlık vardır. Değirmenden 500 metre sağda dağın yarısında çatalkaya vardır. Çatalın birisi uzun birisi kısadır ve çatala boynunu koyabilirsin ve etrafa bakabilirsin. Değirmenden tepeye çıkarsan bir uçurumdan çıkarsın 2 kişi yanyana yürüyemez 1 kişi çıkar tepeye Ali Bey değirmeninin deresi aşağıda Göksuya birleşir. Bu Göksuda Karadenize akar. Ali Bey değirmeninden tam 35 dakika çapraz aşağıda Emin Ağa'nın değirmeni vardır. Örmedir ve 3 sıra kalas konmuştur Emin Ağa değirmeninin sağından yukarıdaki mağaraya çıkılır ve 3 basamakla mağaraya girersin mağaradan dahada yukarıya çıkarsan 2. mağaraya gelirsin. Emin Ağa değirmeninden çıkan suda Göksuya akıp birleşir. Burada kayanın kendisi ayıdır. Kayayı ayı yapmışlar. köpeğin oturduğu gibi oturur.

Eşler Arasını Düzeltmek İçin Büyü

Amener resûlü bimâ ünzile ileyhi min rabbihî vel mü’minûn. Küllün âmene billâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulih; lâ nuferriku beyne ahadin min rusulih. Ve kâlu, semi’na ve etâ’na, gufraneke rabbena ve ileykel masıyr.
Lâ yukellifullahu nefsen illâ vüs’aha, leha ma kesebet ve aleyha mektesebet. Rabbena lâ tuahızna innesiyna ev ahta’na. Rabbena ve lâ tahmil aleyna ısran kemâ hameltehu alelleziyne min kablina. Rabbenâ ve lâ tuhammilna ma lâ tâkatelena bih. Va’fuanna, vağfirlena, verhamna. Ente mevlâna, fansurna alel kavmil kâfiriyn.
Bu duayi 41 adet kuru uzume niyet ederek birer kez oku aralarinda sogukluk olan eslere yedirilirse aralarinda asiri muhabbet olusur

FRIGLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEÃ�İ

articles: frig_olu_gomme.jpg

FRİGLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEÃ�İ

Frig beyleri ölülerini ya kayalara oyulmuş mezarlara ya da tümülüslere gömerlerdi. Kaya mezarlarının çoğu soyulmuş oldukları için mimari dışında fazla bilgi vermezler. Buna karşın tümülüsler, yani yığma mezar tipleri Frig ölü gömme geleneğini öğrenmemizde önemli rol oynarlar. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion'dadır. Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yer alır ve sayısı 100'e yaklaşır.
Bu türde ölü gömme tekniği gelişmiş olarak birden ortaya çıkar. Bu durum tümülüs mezarlarının Frigya'ya dışarıdan gelmiş olduğuna işaret eder. Gerçekten de Arnavutluk ve Makedonya'da soylu kişileri gömmek amacıyla tümülüs mezarların MÖ 1800-1500'den itibaren kullanıldığı bilinmektedir.
Frigya tümülüslerindeki mezar odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan'dan gelen etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının bırakılmasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma tepeyle örtülmüştür.
Toprak yığınının ahşap mezar odasına yapacağı baskıyı en aza indirmek için mezar şu şekilde yapılırdı: Ahşap mezar odasının üstü moloz taşlarla kaplanmış, bunun üzerine kalitesi ve direnci fazla olan, sulandırılarak bulamaç haline getirilmiş kil serilmiş , sonra da kuru kilden tepe yığılmıştı. Toprak kümesi, altındaki nemli kilin iyice kurumasından sonra yığılmış olmalıdır; çünkü ıslak kil kuruyunca mukavemeti artıyordu. Tümülüslerin yüksekliği gömülen kişinin önemine göre 2-3 ile 60-70 metre arasında değişmektedir.
Frig tümülüslerini, Lidya ve Yunan mezarlarından ayıran; mezar odaları yapımında taş yerine tahta kullanılması, yığma tepe toprağının çevreye yayılmasını önlemeye yarayan krepis duvarı ve mezar odasınına geçit veren dromos kullanılmamasıdır. Toprak yığını altında kalan mezar odalarının yeri büyük boy tümülüslerde ortada, alçak tümülüslerde ise mezar soyguncularına karşı alınan önlemle merkezden uzak yerlerde olurdu.
Soylular için kentlerin dışında görkemli yığma mezarlar yapılırken, geniş halk kitleleri için gösterişsiz mezarlar kullanılmıştır. Pazarlı halkı, ölülerini kalenin içindeki basit mezarlara, sırt üstü yatırarak gömmüşlerdi. Boğazköy halkı ölülerini yakıp, küllerini küpler içine koyarak gömmüşlerdi. Ayrıca Boğazköy'de çocuk mezarı olarak kullanılan bir vazo bulunmuştur.
Bu Boğazköy ve Pazarlı'daki ölü külleriyle iskeletlerin tümü geç Frig dönemine aittir ve sürekli kent içine gömülmüşlerdir. Ancak Ankara'da yakılmış ölülerin küpler içinde gömüldüğü kent dışı mezarlar da bulunmuştur. Bu Ankara'da bugünkü Hacıbayram Camisi çevresindeki Frig kentinde yaşayan farklı halk sınıflarının varlığını gösterir.

Çene Bağlama Büyüsü

ağız bağı için,yanına gidilecek zalim yada dedikoducu birisi için;
önce ayetel kürsi okunur sonra;
ya hayyü ya kayyum ya bedias semavatı vel ardı ya zel celali vel ikram
bu ayeti kerimenin hakkı ve hürmeti için ve bunda bulunan büyük isimler hakkı için bu zalimin ağzını gemle dilini konuşamaz hale getir ,taki hayır ile konuşabilsin yada hayır için susmuş olsun…ey filan kişi hayrın iki gözün arasında şerrin iki ayağın altındadır denilerek gidilir .

ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜ GÖMME GELENEÃ�İ

Ã�amanist Türkler ölümün kötü ruhlardan kaynaklandığına inanırlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının Tanrısı Erlik yeryüzüne gönderdiği görevlileri aracılığıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verirdi. Yakutlara göre ise ölüm, ruhun kötü ruhlar tarafından kapılıp yenmesidir. Bu ruhlar ise daha önce ölen atalarının serserice yeryüzünde dolaşan ruhlarıdır. Altaylılar üzüt, Yakutlar ise iör derler. Kazan Müslümanları ise buna ürek derler."
"Eski Türkler can ve ruh mefhumunu genel olarak tın (yani nefes) kelimesiyle ifade etmişlerdir." Ancak genel olarak "insanın ölürken canının bir kuş gibi uçup gittiği varsayılır: Orhun Kitabeleri'nde ölmek; uçmak, uçup gitmek olarak anlatılmıştır. Herhangi birinin ölümünden söz ederken ölmek kelimesi yerine kuşu uçtu ifadesi kullanılırmış."
Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir.
Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: "Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme."
Gök Türkler "ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip""kanlı gözyaşı dökerler" "Bu töreni yedi defa tekrar ederler."Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. "İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar."
Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak "ölü" ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar" "İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır""Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi" Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı.
Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. "IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan'ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp - bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki - bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler."
Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü "bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur."Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı.
Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: "Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay'da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar."
"Hakaslar ölülerini tarlalardan uzak olan tepelere gömerler. Çukuru derin kazmazlar. Kabirin kazılma işine defin gününün sabahı başlanır. Mezarın etrafına parmaklık veya duvar konulmaz, aksi halde ölünün ruhunun her yıl haraç ödemek zorunda kalacağına ve dua ve yemek almaya çıkamayacağına inanılır. Cenaze evden gün batıya döndüğünde çıkarılırdı. XIX. yüzyılın başında Hakaslar çadırlarda yaşadıklarından bunun için çadırın duvarı yıkılırdı. XIX. yüzyılın sonunda ise kerpiç evlere geçildiğinden cenaze ayakları önde olacak şekilde evden çıkarılırdı. Cenaze evinin önünde huraylaası töreni yapılırdı. Bu törenle ölünün bir başkasının ruhunu da “özellikle çocukların” yanında götürmesine engel olunduğuna inanılırdı. Bu törende dul bir kadın siyah ineğin sütünü ağaç kaba döküp beyaz bezle örterek Huray! Huray! diyerek cesedin etrafında üç kez dolanırdı. Daha sonra ise süt, ölenin yakınlarına içirilirdi. Mezara toprak doldurulmaya başlandığında kadınlar evlerine dönerlerdi. Hakasların bazı boyları ise yalnızca kamlara uygulanmak üzere ayrı bir yöntem uygularlardı. Taysa bölgesinde yapılan bu adete göre ağaçların üzerine tastab denilen bir raf yapılır tabutun üstüne veya içine kayın ağacının kabuğuna sarılmış ceset konurdu. Buna yükseğe çıkma parhan derlerdi. Hakaslar ölülerinin arkasından yılda altı kez yemek verirlerdi ve kirek dedikleri duaları okurlardı. Ölenlerin ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile yarı yıl ve birinci yılında yemek verir, dua okurlardı. Kirek günlerinin tespitinde Hakaslar kutsal saydıkları Flaman kuşunun eşi öldüğünde eşine bu günlerde geri geldiğine inanarak tespit etmişlerdir. Bir yıl dolduğunda kirek bitiyordu. Seneyi devriyesinden bir gün önce tüm akrabalar ölenin evinde toplanır ve ölen için yemek yaparlardı. Sabah ise hepsi mezara gidip ateş yakarak mezarın çevresinde büyülü dolanma -ibirig- yaparlardı. Dul kadın veya erkek yanan sopayla mezara vurur ve bu işlemden sonra ölünün bir daha yemek istemeyeceğine inanırlardı. Kirek günlerinde evdeki dua bittiğinde kara ruhu evden kovmak gerekirdi. Aksi halde kara ruh evde olanlara mutsuzluk getirirdi. Bunun için bir at kafatası, dört at bacağı, dokuz adet kuşburnu dalı, dokuz parça kuşüzümü ağacı dalı, dokuz siyah taş, üç akdiken dalı ve orak demiri hazırlanırdı. Akşam kapıya siyah at bağlanırdı. Hazırlanan karışım yakılır ve şaman kara ruhu aramaya başlardı. Kirek'e katılanlar ateşin etrafında yavaş yavaş dönmeye başlarlardı. Ateş onları haras'dan koruyordu. Ã�aman kara ruhu bulduğunda ölenin sesini çıkararak yalvarmaya başlardı. Ã�aman kara ruhu kara ata bindirerek köyden kovarlardı."
Hunlular ölülerini tabut içine koyarak, bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi. Gelecek hayatta da kendisine hizmet etmesi için yüzlerce kişi kurban edilerek ölüyle beraber gömülürdü.
Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: "O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış."
Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. "Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang'dan yola çıkıp 519 yılında Odun'a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)'daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır."
"Katanov tarafından toplanan malumata göre Beltir'ler ölüyü Müslümanlar gibi yıkarlar. Erkekleri erkek ihtiyarlar, kadınları kadınlar yıkarlar. Ölüyü ateşin yanına korlar. Erkek ölü kapının sol (güney) tarafına, kadın ölü sağ (kuzey) tarafına konularak yıkanır. Yıkandıktan sonra ölüye elbiselerini giydirirler ve beyaz keçe üzerine yatırıp bir köşeye korlar. 30-40 kişi toplanıp tabut yaparlar. Tabut hazır olduktan sonra bir tarafa atarak - Tanrı bundan sonra bu gibi işleri bize rast getirmesin derler. Ölü tabuta konduktan sonra evde bir gün kalır. Ölüyü çıkarırken ayakları önde bulunur. Ölüyü çıkarırken bir koca karı eline bir kap süt alır at üzerine konulmuş ölüyü üç defa dolaştıktan sonra - kutumuz gitmesin, kuruy! diyerek bağırır, ölüye karşı süt serper. Ölü mezara konulduktan sonra atın dizginini ölünün eline vererek - atını al! derler, atı o yerde öldürürler. Eğer takımları ile beraber gömerler. Ölünün elbisesinden düğmelerini söküp ailesine verirler. Buna kumarkı denir. Ölü ile gömülen eşyayı kırarlar. O dünya bu dünyanın aksine olurmuş. Kırılmazsa o dünyada ölüye kırık olarak verilecekmiş. Mezardan dönenler hep beraber ölünün çıktığı eve gelirler. İyice yıkandıktan sonra yemek yerler ve rakı içerler. En yakın dostlarından ve akrabalarından bazı kimseler bu evde üç gün misafir olurlar; geceleri kimse uyumaz. Her yemekten önce ateşe rakı ve yemek atarlar. Gömme töreninden yedi gün geçtikten sonra köy (yahut oba) halkının getirdiği rakıdan bir yudum ve yemeklerden bir parça toplayıp ateşe yakarlar."
"Orta Asya'da, Hunlar'ın ve Kök Türkler'in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollar'dan Hıtay (Kidan)'lar, Ã�veyler, Türkler'den Dubo (Tuba)'lar vardı. Bu adet Yakutlar'da XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar'da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar'da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir."
Kao-Çe'ler ise "ölülerini kazılmış bir mezara götürerek, cesedi bunun ortasına yerleştirirler, hayatta olduğu gibi yayını eline, kılıcını beline, mızrağını kol mafsalına yerleştirdikten sonra mezara gömerler. Bir kimse yıldırımdan veya bulaşıcı bir hastalıktan ölürse, uğursuzluğu gidermek için dua ederler. İşler yolunda gittiği takdirde türlü cinsten birçok hayvan keserek kemiklerini yakar ve at üzerinde mezkûr yerin etrafında dönerler. Bu gibi toplantılarda erkek ve kadın hiçbir yaş farkı gözetilmeksizin hazır bulunur. Talihsizliğe uğramamış aileler şarkı söyler, raks eder ve muhtelif musiki aletleri çalarlar, fakat bedbaht aileler acı acı ağlarlar.
Eski Türklerde "ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülürmüş. Mezarın başında bir at kurban edilip eti yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilirmiş."Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır.
Ruhun yaşamaya devam ettiğine inanan Türkler, destanlarında da bu konuyu işlemişlerdir. Ölüm töreniyle ilgili Manas Destanı'nda Manas'ın defin işlemi şöyle anlatılıyor:
"Diyorlar ki Manas'ın sineğe benzer canı çıktı,
Gerçek evine gitti.
Diyorlar ki ak saray yapıp içine koydular.
Gök saray yapıp içine koydular.
Diyorlar ki dokuz gün yattı beklettiler.
Doksan kısrak kestiler.
Diyorlar ki altı gün yine beklettiler.
Altmış kısrak kestiler.
Diyorlar ki altın işlemeli giyimlerini
Dokuz parçaya ayırıp halka üleştiler.
Çam ağacından kalın tabut yaptırıp,
Diyorlar ki, iç yüzünü gümüşle kapladılar.
Dış yüzünü altınla kapladılar.
Manas'ı böyle bir tabuta koydular.
Diyorlar ki altından kan sızmasın diye
Üstünden güneşin sıcağı geçmesin diye
Tabutu saray içine yerleştirdiler."
Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. "Bu gelenek, Anadolu'da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar."
Eski Türkler ölülerine "aş vermeyi" en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören "sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek" şeklini almıştır. "Ölü aşı töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist boylarda müşahade edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca karılar vardı ki koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyarlar ve -ye, iç! bize dokunma! hain seni! hâlâ doymadın! diye bağırırlar. Demek oluyor ki iptidai devirlerde aş-yemek doğrudan doğruya ölüye sunulmuş kurbanlardır ki bununla onların zararlarından kurtulmak istenirdi. Beltirler'de birinci ölü aşı defnin üçüncü günü verilir. Çadırın güney tarafına masa üzerine sofra kurulur. Bu aşa fazla kalabalık toplanmaz. Hazırlanan yemek ve içkilerin yarısını ölünün ruhu için ateş ruhuna kurban ederler (ateşte yakarlar). Definin yedinci günü bütün oba halkı, kadın ve erkek hepsi toplanıp mezarlığa gelirler. Mezarın sağ tarafına büyük bir ateş yakıp getirdikleri yemeklerden ve içkilerden ateşe atarlar. Sonra herkes mezarın üzerine kadehlerle rakı koyarak ve yemek atarak - bu rakıyı iç! bu yemeği ye! Bunlar sana yukarıdan tayin edilmiş yemek ve içkilerdir, derler. Bu töreni yaptıktan sonra kendileri içmeğe ve yemeğe başlarlar. Yeme içme tamam olduktan sonra, mezar üzerindeki rakı ve yemekleri ateşe atarlar. Tören böylece tamam olur. Yedigün kadar ölünün evinden hiçbir şey dışarı çıkarılmaz. Definin yirminci günü evde yine aş verilir. Ziyafetten sonra ateşe rakı dökülür ve yemek atılır. Kırkıncı günü mezarlığa gidip yedinci günü yaptıkları töreni tekrar yaparlar. Altı ay sonra yine böyle tören yapılır. En büyük aş töreni ölümünün yıldönümü münasebetiyle yapılır. Bütün akraba ve dostlar toplanıp mezara gelir, mezar üzerine yemek ve içkiler kor, kendileri de yiyip içerler. Ölünün kocası, yahut karısı mezarı üç defa, güneşin seyri yönüne göre, dolaşır ve -ben seni bırakıyorum der. Bundan sonra dul kadın veya erkek evlenebilir.
"Anlaşılıyor ki aş törenini en eski devirlerden beri din ayrılıklarına bakmadan bütün Türk ulusları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay oymaklarında görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine aş-yemek vermek olmuştur. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı vasıtasıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kesmek şeklini almıştır. Bu ziyafetler ulusun ve boyların kültür seviyeleri ve servetleriyle mütenasip olarak gelişmiş, çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır. Göktürklerin hakan ve büyük kahramanlarının yoğ-aş törenine bütün imparatorluktaki ulusların iştirak ettiklerini Orhon yazıtlarından öğreniyoruz. Kuzey ülkelerinde Kıtay'lar, Tatabi'ler, güneyden Tibet'liler, batıdan Sogd'lılar, Fars'lar, Buhara’lılar, Türgiş'ler, doğudan Çin'liler, bu yog töreninde bulunmuşlardır. Aş-yog töreni umumiyetle ölünün birinci yıl dönümüne rastlayan yaz aylarında yapılır. Kül Tegin'in ve Bilge Hakan'ın aş törenleri de yaz aylarında yapılmıştır. İbn Fadlan'ın verdiği malumata göre, Oğuzlar ölü aşı için yüzden ikiyüz başa kadar at keserlerdi. Bundan da anlaşılıyor ki Oğuz aş törenine de çok kalabalık toplanmış olacaktır. Oğuzlar Anadolu'ya geldikten sonra dahi eski usul aş törenini unutmamışlardır. Oğuz kahramanları ölürken - ak boz atımı boğazlayıp aşım veriniz diye vasiyet ediyorlardı."
Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince "Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi." Bunlara "sağıtçılar (Ağlayıcılar)" denirdi.
"Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan'a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını... keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan'ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: ...bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler. Eski Oğuzların yas adetleri Dede Korkut hikâyelerinde çok tafsilatlı tasvir edilmiştir. Beyrek'in babası kaba sarığını kaldırıp yere vurdu. Çekti, yakasını yırttı. Oğul, oğul diyerek ağladı, inledi. Ak perçemli anası ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnaklarıyla ak yüzünü parçaladı, al yanağını çekti, yırttı; sim siyah saçını yoldu. Kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak ellerine yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler... Beyrek'in nişanlısı kara giydi, ak çıkardı. Bunu işitip Kayan Selçük oğlu Deli Dundar ak çıkardı, kara giydi, yar ve yoldaşları akı çıkarıp kara giydiler. Kalabalık Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular. Yaslı çadırın üzerine bayrak asmak Oğuzlarda adetti. Dede Korkut hikâyelerinden Beyböyrek hikâyesinde -karalu, göklü otağ zikredilmektedir. Her halde yaslı çadır üzerine kara ve gök bayrak asarlardı. Altay dağlarında yaşayan Kazakların yas alametleri geçmişte beyaz başörtüsü olduğu tespit edilmiştir. Umumiyetle Kırgız-Kazaklarda yas tutma töreni ve adetleri eski Gök Türk ve Oğuzlar'da olduğu gibidir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Kadınların yüzlerini tırnaklarıyla yırttıkları, saçlarını yola yola ağladıklarını, yakalarını param parça ettiklerini biz kendimiz müşahade ettik. Kazaklarda yas adetine yalnız ölü çıkan aile değil bütün soydaşlar (en az yüz aileden ibaret oymak efradı) riayet ederler. Yas bir yıl devam eder. Yas alameti olarak saç kesme adeti şamanist Sagaylarda tespit edilmiştir. Sagaylar defin törenini tamamlayıp ölenin evine döndükten sonra karısının saç örgüsünü yarısından keserler. Manas destanında bir hakan kadınlarını boşadıktan sonra saçlarını kestirerek dışarı atıyor, bu kadınlar muhafızlar tarafından yağma ediliyorlar. Herhalde saç kesme dul olma alameti sayılmış olsa gerektir."
Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. "Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler. Kırım sultanlarından meşhur Adil Sultan destanında anası Dana Bigim ağıt söylerken elbisesini ters giyip ağladığı söylenmektedir."

Dileğimin Olması İçin Dua

Muradının ve dileğinin gerçekleşmesi için YÂ LÂTIF ismi şerifini (16641) kere oku ve hyer 129 da 1 kere aşağıdaki ayeti kerimeyi oku
” Elâ yâ’lemü men haleka ve hüvellatıyfül habiyrü ”

ESKİ TUNÇ ÇAÃ�I ÖLÜ GÖMME GELENEÃ�İ

Küp mezarlar : Mezar tiplarinde ise Anadolu'da Erken Tunç Çağı halkının çoğunlukla küpleri tercih ettiğini anlamaktayız. Cesetler bu dönemde pithoslara gömülmüştür , bu da daha kalıcı ve orda yaşayan halkın barınma özelliklerine bağlı , nitelikli olarak pithoslara gömüldüğü düşünülmektedir. Ölü hediyeleri arasında günlük kapların yanı sıra ,özel törenler için kaplarda konulmuş. Cesetler küp içine hoker tarzda yerleştirilmiş ve ölü hediyesi bırakılmış. Küplerin genelde ağız'ı doğuya gelecek şekilde dipleri ise batıta bakar şekilde toprak içerisine hafif yatık biçimde gömülmüşlerdir. Küplerin ağzı plaka veya daha küçük taşlar ile kapatılmıştır. Bunun amacı mezar soygunlarını önlemek ve ölülerin içeriden çıkıp dünyaya dönmesini engellemek düşüncesi ile konulmuş olabilir. Küpler içinde özellikle bir kısmında ,birden fazla ölü gömülmesi, küplerin yerinin önüne konulan ve yüzeyden görülebilecek taş veya bir toprak yığını ile yerinin belirlendiği düşünülmektedir. Bazen bir pithos'da 6 adet iskelete bile rastlanılmıştır.

Oda mezarlar : Küp mezarlar yanında sandık mezarlarda kullanılmıştır. 30 ayrı merkezde sandık mezar geleneğine rastlanılmıştır. genel olarak Taş sandık mezarlar plaka taşlardan yapılmış ve üzeri düz sal taşları ile kapatılmıştır. Taş sandık mezarların benzerlerine bazen kerpiçten yapılmış şekliyle rastlanılmıştır. Taş sandık mezarlara genelde tek gömü yapılmıştır ancak ikili veya üçlü gömülerede rastlanılmaktadır.

Oda mezarlar genelde yaygın olmasada 9 ayrı merkezde tespit edilmiştir. Taştan örülen duvarların üstü ahşap ile örtülmüştür. En önemli olanı Alacahöyük'tür. Ölü gömme törenleri ile ilişkili olarak Alacahöyük Oda mezarları bize çok iyi bilgi vermektedir. Alacahöyük'te ölü gömme geleneği il ilgili bir tören düzenlendiği ve bıurada bir kurban törenin yapıldığı anlaşılmaktadır. Kurban edilen hayvanın eti dışarıda yenilmiş ve kalan kafatasları ve sırt kemikleri belli bir düzende mezara yerleştirilmiştir.

Ölü gömme geleneğinde , yemek ile ilgili Girnevaz'da da ele geçen kapların içindeki yemek atıklarından yola çıkılarak burada da bir ölü yemeğinden söz edilmektedir. Burada da kurban töreninden sonra bir takım yiyeceklerin mezara bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Erken Tunç Çağı ölü gömme törenleri hakkında daha sonraki dönemlere ait olan Hitit metinlerinden daha detaylı olarak ip uçları vermektedir. Hitit dönemindeki bazı textlerde , ölü için yapılan bir takım kurban törenlerinden bahsedilmektedir. Bir metinde ekmeklerin bir altar üzerinde pişirildiği ve koyun kurban edildiği anlatılmaktadır. Birbaşka metinde fırında kurban edilip pişirilen kurbandan bahsedilmektedir. Boğazköy'den çıkartılan bir Hurrice metinde Salaşu ritüelinde bir kurban çukuruna bağlı bir dinsel anlatım söz konusudur. Ayrıca tanrı Nerik'i sakinleştirmek için kurban törenlerine ait kurban çukurlarından bahsedilmektedir. Hattuşa'daki bir ritüel tasvirinde 9 adet kurban çukurundan bahsedilmektedir. Kuş , Koyun , ekmek , küçük heykelcikler bırakıldığı anlatılmıştır. Bir başka metinde Katapa şeklinde söylenen bir kült yerinde kral ve kraliçenin yaşamını sürdürmesi için bir çukur açıldığı anlatılmış.

Tarot Şeytan Büyüsü

Malzemeler
1- Düz sunak yüzeyi
2- Kırmızı mum
3- Siyah mum
4- Şeytan kartı
5- …….. ………..
Kırmızı mumu sunağın batısına siyah mumu güneyine yerleştirin ve onları yakın şeytan kartını kuzeye ve ………. ……….de doğusuna yerleştirin ……… iki yudum alın ve şu sözleri söyleyin
Işığın gücünü hep benimle olması için çağırıyorum kötülük gücü etrafımı sardığında bu iyilik gücü beni güçlendirsin.
İki elinizi avuç içi yukarı doğru olacak şekilde öne doğru uzatın bir elinizde kendinizin minyatür olduğunu fakat tüm negatif şeyleri temsil ettiğinizi düşünün ve nefret haset ve korku hisleriyle yaşayın öbür avuç içinizde ise kendinizin yine minyatür olduğunuzu fakat hep pozitif şeyler saçtığınızı hissedin ellerinizi göğsünüze kadar yavaş yavaş birbirine yaklaştırın elleriniz birbirine dokunduğunda iyilik ve kötülüğü bir birine birleştirin bu tablo sizin şu andaki iç dünyanızın görüntüsüdür. Daha önce onlar içinizdeki iki ayrı yöndü şimdi kişiselliğinizin çeşitli özellikleri arasında bir birleşim olduğunu düşünerek bir yudum şarap daha için siz şu anda kişisel bütünlemeye doğru derin seviyede bir adım attınız.
Şimdi 3 sene sonra bir yolda durduğunuzu hayal edin ve şimdiki anı düşünüyor bulunuyorsunuz. Bu büyü tamamlandıktan sonra hayatınızda olmasını istediğiniz şeyleri hayal edin bu olaylar gerçekleşmek üzere biraz teşvik edilmeyi bekliyor.

ESKİ MISIRLILARDA ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ

ESKİ MISIR'DA ÖLÜM VE ÖLÜM GELENEKLERİ


Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.

Eski Mısırlılara göre ölümden sonra ruh ağızdan bir kuş şeklinde çıkardı. Bunun için "Tanrı Anubis, elindeki aletle ölünün ağzını açar, bu sayede ölünün ruhu rahatça gidip gelirdi." Yine öteki dünyanın kapılarını da Tanrı Anubis açardı. Batıda olduğu düşünülen ölüler ülkesinin kapılarında Tanrı Amente bekler, "yeni gelenleri kapıda karşılardı." Öteki dünyayı batıda düşünen Mısırlı bu yüzden ölülere "batının halkı" da derdi. "Mısır dinine göre, insanda, biri "Ba, biri Ka adını taşıyan iki ruh vardır. Bunlardan ikincisi, insan öldükten sonra varlığını onun heykelinde sürdürür. Bu nedenle, Mısır'da, Ka tapımı ile heykel tapımı arasında sıkı bir ilişki vardır. Mısır'da mumyacılığın, aradan geçen binlerce yıla karşın canlılığını korumasının nedeni de aynı inançtır."

Eski Mısır'da mumyalamanın amacı ise ölünün gövdesini sonsuza kadar yaşayacak hale getirmekti. "Ve kültün işlevi, cismani ruhla (Ba), ölümle gövdeden uçmuş olan cismani olmayan enerji öğesini (Ka), büyü yoluyla yeniden bir araya getirmekti. Bu yapıldığında ölümün ortadan kalkacağına inanılıyordu." Öbür dünyaya giden ruhun (Ba) bazı törenler sayesinde geri geleceği düşünüldüğünden ölünün uzuvları tekrar hareket kabiliyeti kazansınlar diye, mezara koymadan evvel rahip ölünün ağzını açardı.

"Tasvir gerçeğe eşdeğer olduğundan, ölünün sonradan yaşamasını sağlamak için mezarının, fakat öncelikle mumyasını içerenden başka bir mezarın içine heykeli dikiliyordu. Fakat ölünün sonradan yaşaması yetmez; öbür dünyada onun mutlu olması da gerekir. Tarih öncesi zamanlardan beri mezara yiyecekler, inci gerdanlık gibi ziynetler, fildişinden oyulma tuvalet eşyası da konur. Heykelcikler kabartma olarak yerleştirilirler: Bunlar, odalık görevi yapacak olan giyimli veya çıplak kadınlar; köleler, eğer sert bir tanrı ölüden ağır, güç işler isterse onun yerini tutacak olan uşebti'lerdir. ( "Ölümden sonra ne olacağı endişesi ve hayatta angarya yükümlülüğü, sıradan Mısırlının gündelik hayatını dolduran başlıca iki tasaydı. Orta krallık döneminde sıradan bir köylünün yılının 3 ayı, firavun için çalışarak geçerdi. Cevap vermek anlamına gelen usheb fiilinden türetilmiş ushabti adıyla anılan bebekler, heykeller, Mısır kültürünün, hem ölüm endişesini, hem angarya derdini birden ifade eden unsurlardan biriydi. Ushabti'ler ölüyle birlikte gömülür, yanlarına şöyle bir dua bırakılırdı. "Ey ushabti! Eğer ölüler ülkesinde yapılması gereken ve bana tevdi edilmiş bir iş için çağrılacak olursam, tarlaların ekimiyle ekilebilir topraklarım sulanmasıyla ya da doğu kıyısından batı kıyısına taş taşınmasıyla ilgili olarak herhangi biri başıma dert açacak olursa, deki ona-Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun ... açacak olursa, deki ona -Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun adına ben cevap vereceğim.) "Sonra, yine tasvirle gerçek arasında eşdeğerliliğe dayanılarak, sandukanın içine boya ile yapılmış frizlerde ölünün sağlığında kullandığı bütün eşya gösterilir.

Eski Mısır'da ölüye verilen bu önem onların özel yerlerde muhafaza edilmelerine yol açmıştır. "İnsan bedeninin düşmanlarınca sakatlanmaması gerekir. Neolitik çağdan başlayarak ölüler (torunlarını seyredebilsinler diye) yüzleri konutlara dönük olarak mezarlara yerleştirilmişlerdir, çoğu kez elleri ağızlarının yakınlarındadır, avuçlarında ve başlarının çevresinde buğday taneleri vardır."

Eski Mısır toplumunun bir tarım toplumu olduğunu ve bu yüzden buğdayın da doğal olarak kutsallaştırıldığını düşünürsek, ölüye sunulan bu kutsal nesnenin ölüye verilen değeri ortaya çıkardığını daha iyi anlarız.

Bizim de halen kullandığımız bir atasözümüz vardır: "Yiğit ölür adı kalır." Eski Mısırlılarda da adın büyük bir önemi vardır. "Adın tasvirden daha da büyük gücü vardır. Adını dayanıklı harflerle hakkederek ve rahiplerle yoldan gelip geçenlerden bu adı söylemeleri istenerek ölünün sonradan da yaşaması" sağlanmaya çalışılırdı.

Büyük tanrı Ra'nın yeryüzüyle bağlantısını, sahip olduğu bir merdivenle sağladığını düşünen "Mısırlıların cenaze törenlerine ilişkin metinlerinde, Ra'nın sahip olduğu merdivenin Yer ile Göğü birleştiren gerçek bir merdiven olduğunu işaret etmek üzere, asket pet (asketi: yürüyüş) terimini korumuşlardır. Ölüler Kitabı -Tanrıları göreyim diye, benim için merdiven konuldu demektedir. Gene Ölüler Kitabında -Tanrılar ona, ondan yararlanarak göğe çıksın diye bir merdiven yaptılar denilmektedir. Eski ve Orta çağ hanedanları dönemine ait birçok mezarda bir merdiven veya basamaklar yer almaktaydı."

Eski Mısır'da cenaze töreninin nasıl yapıldığını ise en güzel "Herodot Tarihi"nden öğreniyoruz. Bu konuda "Herodot Tarihi" şunları yazıyor: "Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit edilmek üzere, ölücüye götürülür. Mumya yapmanın gizlisini bilen, bu işle görevli uzmanlar vardır. Kendisine bir ölü getirildiği zaman, müşteriye boyalı tahtadan gayet güzel taklit edilmiş modeller gösterir. Bunların en iyisi, diye anlatır müşteriye, adının anılmasını büyük bir günah saydığım kişiye benzeyenidir; arkasından ikinci bir model gesterir, birinci kadar iyi değildir ve daha ucuzdur, sonra bir üçüncü ve en ucuzu. Bu açıklamalardan sonra sorar, ölünün yakınlarına, hangisinden istiyorsunuz diye. Müşteri fiyatta anlaştıktan sonra gider, mumyacı, evden dışarı çıkmadan işe koyulur. En iyi mumyalama dediğimiz şudur: Önce demir bir kanca ile burun deliklerinden beyni çeker; ama hepsini alamaz, kalanını ilaçla eritir. Arkasından, keskin bir Ethiopia taşı ile ölünün böğrünü uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltır; içini böyle temizledikten sonra hurma şarabından geçirir ve kokular püskürtür; karnına dövülmüş saf mür ve çeşitli kokular doldurur; ve diker. Sonra tabii sodyum karbonat içine daldırıp yetmiş gün onun içinde bırakmak suretiyle tuzlar. Yetmiş günden sonra çıkarır, yıkar ve baştan aşağı Mısırlıların genellikle yapıştırıcı olarak kullandıkları zamka batırılmış gayet ince tül şeritlerle sarar. Ve ölünün yakınlarına teslim eder, onlar da tam bir insan gövdesine göre yapılmış olan bir tabut hazırlatırlar ve mumyayı içine kapatırlar; kapandıktan sonra ölü odasına götürülür, ayak üstü bir duvara yaslanır."

Campbell, yapılan kazıların sonucunda elde edilen bilgilere göre Eski Mısır mezarlarını şu şekilde tarif eder. "Esas gövde daima erkek-daima mezarın güney tarafında sağ tarafının üstüne yatar. Genellikle yatak üstündedir, ahşap bir yastığı vardır ve başı doğuya doğrudur, yüzü kuzeye (Mısır'a) bakar, bacakları dizlerinden hafif bükülmüştür. Sağ eli çenesinin altında ve sol eli, uykuda gibi sağ dirseğinin üstünde veya yanındadır. Yanında ve çevresinde her zamanki silahları ve kişisel eşyaları, bazı tuvalet malzemesi ve bronz aletler, devekuşu tüyünden yelpaze, bir çift ham deriden sandal vardır. Bütün gövde deriyle, genellikle öküz derisiyle örtülüdür; yatağın bacakları da boğa bacakları biçimindedir. Gövdeye keten elbise giydirilmiştir. Yanına ve duvarlar boyunca sayısız büyük kap kacak yerleştirilmiştir."

Eski Mısırlılar ölenin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat süreceğine inanırlardı. Bunun sonucu olarak gerçek hayatta olduğu gibi beslenmesini sağlayacak yiyecekler mezara konduğu gibi, orada da ona hizmet edecek kişiler kurban edilirdi. "Özellikle kadın kurbanı, eşin kurban edilmesi ve bazı zengin mezarlarında hizmetkarlarla birlikte tüm haremin kurban edilmesi söz konusudur." "Mezarlarda ayrıca sayısız koç kalıntısı vardır. Ve esas gövdenin daima sükun içinde olmasına karşın ötekilerin yatırılış biçimlerinde kural yoktur. Çoğunluğu sağa dönük, başları doğu tarafındadır, fakat esas gövdenin hafif kıvrılmış duruşundan ikiye katlanmaya varana kadar nerdeyse olanaklı her biçim görülmektedir. Eller genellikle yüzün üstünde veya boğazdadır."

Sonuç olarak Mısırlılar derin bir ölmezlik umuduna sahiptiler. Bu umut Eski Mısır diniyle, ilişki kurmuş bulunan öteki dinlere de geçmiştir. Nitekim bu, Yahudilik yoluyla yeni yeni başlamakta olan Hıristiyanlığa da geçmiş ve bu dinlerin egemenlik kurduğu milletlerin kültürünü de etkilemiştir.