Salı, Şubat 22, 2011

Kutsal Sayılar ve Geometri

KUTSAL GEOMETRİ


"Kutsal Geometri" kavramı, sanatta ve mimaride olduğu kadar doğada da bulunduğu düşüncesiyle bizi yanıltabilir. Neden bazı öğeler kutsalken diğerleri değildir? Bu sorunun kolay bir cevabı yoktur. Ne var ki, belli geometrik ilişkilerin ve orantıların genellikle dini amaçlı yapılarda kullanıldığı şeklinde bir anlayış ortaya çıkmıştır. Genel gözlemciler için bu orantılar sadece güzeldir.

Sanatsal açıdan, bu müzikle özdeştir. Farklı nota grupları kullanılarak uyumlu ya da uyumsuz melodiler yaratılabilir. Gregoryan ilahileri gibi bazı müzikler bizi ruhsal dünyaya yaklaştırabilir. Diğer müzikler ise bizi doğruca duygularımıza seslenebilir. Gerçekten de, büyük düşünürlerden biri olan Pisagor, müzik, ses, sayı ve biçim arasındaki bağlantıyı göstermiştir.

Dini gelenekte üç temel geometrik şekil temeldir; daire, üçgen ve kare. Bunlar, varoluşumuzun üç seviyesini simgelemektedir; ruh, zihin ve beden. Sayı sistemleri gibi, pergeli de ilk kez kimin kullandığı bilinmez. Muhtemelen bir ip ve iki sopaydı ama bu gelişim fikirler ve biçimler dünyasına sembolik bir araştırmayı başlattı. Bir pergel kullanılarak bütün geometrik şekiller çizilebilir. Bazen "Büyük Geometrici" diye anılan Tanrı, sık sık pergel kullanırken betimlenmiştir.

Geometri, sayı çalışmalarıyla da yakından ilgilidir. Tam sayılar ideal kabul edilir. Doğalarında bir tamlık, bütünlük vardır; oysa kesirli sayılar o sayıların henüz gelişim aşamasında olduklarını göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, bazen yaratım sürecindeki ilah gibi algılanır. Tam sayılar bilinebilir ama pi gibi oranlar sadece tahmin edilebilir ve bu yüzden de bilinmezdir. Bu, her şeye nüfuz eden Tanrı'nın kavranamaz elidir.

Ama sayılar gerek rasyonel (tam sayılar) gerekse irrasyonel (kesirli sayılar) olabilirken, geometri bu ayrımı birleştirir. Bir daire yarıçapında rasyonel tam sayı prensibine uyarken, çevresinde uymayabilir ve irrasyonel kesirli sayı verebilir. Bir kare ve köşegeni de benzer bir durum gösterebilir. Örneğin; kenarları bir birim olan karenin köşegen uzunluğu 2'nin karekökü olabilir. Kök kelimesi (karekök gibi) antik bir kavramdır ve doğadan gelmektedir. Bir bitkinin kökü toprak altında gizlidir ama toprağın üzerinde yetişen şeyi ortaya çıkarır ve hisseder.

Aynı şekilde, sayıların karekökleri gizlidir ama içlerinde gizlidir. Örneğin; 16'nın karekökü 4'dür (4x4= 16). Ama 15'in karekökü irrasyonel bir sayıdır ve kolayca hesaplanamaz. Sayıların kareköklerini bulmak, antik matematikçiler için önemli bir konuydu. Ama bir sayının karekökü sayısal olarak hesaplanamıyorsa, geometrik olarak ortaya çıkarılabilirdi. Böylece geometrinin gücü antik zihinlerde yerleşmeye başladı.

Geometri, insan bilincinin üst düzeylerine bir giriş kapısıydı ve kutsal sanat ve mimaride önemli hale gelmesinin de nedeni budur. Kutsal sanat ve mimaride orantıların kökenine indiğimizde, dini binalarda ve kutsal biçimlerde bulunan gizli geometriyi tanımlayacak en iyi yol olarak kutsal geometri kavramıyla karşılaşırız.


DAİRE, ÜÇGEN VE KARE

Yaratılması en kolay geometrik şekil dairedir. Bütün ihtiyacınız olan bir pergel veya sicim, sırık ve işaretleyicidir. İçice geçmiş iki daire çizmek için pergeli ilk dairenin çevre çizgisi üzerine yerleştirip aynı boyda bir daire daha çizmeniz yeterlidir. Bu vesica tasarımından, en önemli üç "kök" (22, 32, 52) çıkarılabilir.

Dairelerin çevrelerini l olarak alırsak, elimize köşegeni karekök işareti 2 olan bir kare ve köşegeni karekök işareti 5 olan bir dikdörtgen geçer. Çevre çizgilerinin kesiştiği en üst noktadan en alt noktaya kadar olan uzaklık bize bir üçgenin yüksekliğini karekök işareti 3 olarak verir. Dikdörtgen, "altın anlam" orantısını bulmak için de kullanılabilir. Daha sonra da göreceğimiz gibi, vesica ve 2'ye 1 dikdörtgen, antik ölçülerin temelidir.

Üçgen, daire ve kare arasındaki geçiş formu olarak görülmektedir. Zamanla tanrılar ve tanrıçalar arasında bir üçleme, baba, anne ve oğul sembolü haline gelmiştir; Mısır'da olduğu gibi. Bu kavram, birçok dini inanç sisteminde temel olmuş ve Hıristiyanlık'da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak ortaya çıkmıştır. Üçgenin en mükemmel şekli kenar uzunluklarının ve açıların eşit olduğu eşkenar üçgen kabul edilmektedir.

Yaygın biçimde kullanılan diğer bir üçgen de, kendisinden çok daha uzun zaman önce ortaya çıkmasına karşın Pisagor'a ithaf edilmiştir. Kenar uzunlukları tam sayı oranıyla gösterilmektedir; 3:4:5. Bu üçgen, dik üçgenin kenar uzunlukları tam sayı olarak ifade edilebilecek en basit şeklini sunmaktadır. Basit sayısal oranlar alındığından, sanat ve heykelde olduğu kadar gözlemcilikte de çok kullanılmıştır. Kefren Piramidi, buna dayanmaktadır.

Daire, üçgen, kare ve dikdörtgen, kutsal mimarinin temeli olmuştur. Geleneksel olarak, belli oranlarla birbirlerine bağlıdırlar. Bu oranlar kozmosun özgün uyumunu göstermeye çalışmaktadır. Böyle bir oranın adı Aristo tarafından "gnomon" olarak belirlenmiştir: "Orijinal şekile eklendiğinde ortaya çıkan şekili orijinaline benzeten şekil." Diğer bir deyişle, her ek adımda orijinal oran korunmaktadır. Bunun bir örneği "altın anlam" oranının sayısal olarak ifadesi olabilir; l, l, 2, 3, 5, 8, 13, 21... gibi. Bu sistemde son sayı, kendisinden önceki iki sayının toplamı olmaktadır. Fibonacci serisi de buna güzel bir örnektir ama başkaları da vardır.

Robert Lawlor, Sacred Geometry (Kutsal Geometri) adlı kitabında, 1:2 oranından çıkan Fibonacci serisine dayanan "gnomon" spiraller örneğini vermektedir. Bu genişleyen şekillere bazen "dönen kareler" de denir; bu, doğal dünyada sık raslanan spirallere benzemektedir.

Farklı oranlardaki gnomonları incelerken, önemli bir şeyi keşfettim. 1:3 oranlı gnomonlardan biri, tam olarak Giza piramitlerine bağlıydı. Bu orandan aynı zamanda Keops'un, Kefren'in ve Menkar'ın da temel oranları çıkabiliyordu. Gelişim, bir çizgi üzerinde üç bitişik karenin çizilmesiyle başlıyordu ve bunlarla 1x3 oranında bir dikdörtgen yaratılıyordu. Sonra gelişimin her aşamasında uzun kenar üzerine dizilmiş her kare çiziliyordu.

İlk kare, 3:4 oranında bir dikdörtgen yaratıyordu. Bunu ikiye katlamak Kefren'in oranını veriyordu; 6:4. 3:4 dikdörtgene iki kare daha ekleyince, Keops Piramidi'nin 7:11 oranı ortaya çıkıyordu. Bir kare daha eklenince Menkar Piramidi'nin 11:18 oranı oluşuyordu. 3'e l'lik bir dikdörtgenle başlayan bu yöntem, piramitlerin taban ve yükseklik oranlarının belli bir matematiksel sistemle yürüdüğünü açığa çıkarmaktadır. Tesadüfi ya da bilinçli olsun, uyumlu bir geometrik seri izlemektedirler.

3:1 oranında bu kadar önemli olan nedir? Belki bu da Mısırlılar'ın Osiris, İsis ve Horus üçlemesini yansıtıyor olabilir. Bundan asla emin olamayız ama bu kalıp, Mısır modeli hakkında değerli bir görüş sunmaktadır.

Bu keşif, aynı zamanda Mısırlılar'ın kare ızgara kalıplarından yola çıkarak tasarımlarını yaptığını gösteren mimari yöntemlerine uymaktadır. Mısır sanatında, ressamların ve heykeltraşların eserlerinde orantıları korumak için öncelikle ızgaralar oluşturduklarını gösteren birçok örnek vardır. Bu ızgaraların basit sayısal oranları, Mısırlılar'ın bütün büyük sanatsal başarılarının temelinde yatmaktadır.

Bu yöntem ayrıca Leonardo da Vinci gibi birçok Rönesans sanatçısı tarafından da kullanılmıştır. Antik Mısır'da, bu yöntem Büyük Piramit'de karşımıza çıkmakta ve piramitleri bir yönden daha Marlborough Downs'daki şekillere bağlamaktadır.



Sayıların Erdemi



"Omnia in numeris sita sunt"
(Latince... "Her şey sayılarda gizlidir")

E-8, F-2, G-1, H-2, I-4, N-4, O-3, R-2, S-2, T-3, U-1, V-2, W - 1, X-1

Kadimlere göre sayıların nicelik (sayısal) değerleri dışında, bir de nitelikleri (kalite) vardır. Adeta nesnel varlıkları vardır ve çeşitli soyut kavramları içeren ideal yönleri vardır. Platon'a göre bizim her gün temasta olduğumuz duyu aleminden başka birde bir idea’lar (mânâ) alemi vardır. İdea’lar aleminde de, duyu aleminde temas ettiğimiz her şeyin bir modeli olduğu farz edilir. Bu modellere arşetipler de denilir. O halde, kaba bir örnekle bir masayı ele alsak idea’lar aleminde bütün masaların ideal bir maketi olan bir masa arşetipi bulunduğu farz edilir. Aynı şey sayılar için de geçerlidir.
Platon'un sayılara verdiği önemi Pythagoras öğretilerine dayanır. Atina'da kurduğu "Akademi"nin girişinde "Bu kapıdan içeri geometri bilmeyen girmesin" asılıydı. Sayılar konusundaki doktrinler sır olarak saklanırdı. Epinomis adlı eserinde bu konuda bazı ip uçları vermişti, "İlk ve en önemli inceleme sayıların kendileri üzerinedir. Somut olanlar değil de, tek ve çift sayıların hepsinin kaynakları ve realite üzerindeki tesirlerinin büyüklüğü üzerinedir. Ondan sonra sıra, o son derece saçma sözcük `geometri' altında toplananlar gelir. Ve o zaman görülür ki, birbirinden farklı sayılar, bulundukları düzeylerde ilişkide bulunurlar. Anlayan için açıkça görülür ki, bunlar beşeri kaynaktan değil, ilahi kaynaktandır. Ondan sonra sıra üç kez çoğaltılmış, üç boyutlu özelliğe sahip şekillere gelir. Sonra da birbirine benzemeyen şeyler, başka bir sanatla birbirine benzetilir. Bu sanata ustadlar Stereometri derler. Her şema ve sayı sistemi, her ahengin terkibi ve gezegen yörüngelerin uyuşmaları doğru bilen için Tek'in ifadesi olarak idrak edilmelidir. Ve dikkatini birlik üzerine çeken için, bu bilgi kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü tefekkür ettiğimiz zaman anlıyoruz ki, bütün şeyleri birleştiren tek bir bağ vardır."

"Evrim hayatın yasasıdır.
Sayı evrenin yasasıdır.
Birlik'te Tanrı'nın yasasıdır."
Pythagoras'a addedilen bir söz


Ustad Pythagoras

Pythagoras (Pitagor) kimdi? Bazı tarihçilere göre ilim, matematik ve felsefenin babasıydı. Arthur Koestler'e göre, Pythagoras büyük bir olasılıkla bilimin gelişmesinde en etkin kişiydi(2). Öğrencileri ve taraftarları ona "ustad" derlerdi. Onun sözlerini iletirken "ustad şöyle der..." diyerek başlarlardı. Onun doğa-üstü güçlere sahip, olağanüstü, hatta yarı-tanrı bir insan olarak görürlerdi.
Pythagoras erken yaşta bilgi edinmek üzere ülkeden ülkeye tam 34 yıl sürecek bir keşif yolculuğuna çıkmıştı. Bu yolculuk onu Mısır'ın gizemli mabetlerine insiye olmaya, Galler ülkesinde Druidler'in sırların öğrenmeye, Mezopotamya'da Keldani astrologlar yanında eğitim görmeye ve rivayetlere göre İran, Orta-Asya ve Hindistan'a kadar götürecekti.
M.Ö. 580 senesinde Samos (Sisam) adasına doğan Pythagoras, yurduna döndüğünde, oranın Polykrates adında despotun züllümü altında olduğunu görünce (M. Ö. 529), Güney İtalya'da Croton'a yerleşmişti. Etrafında topladığı müritlerle "Kolej" adını verdiği kardeşlik ve sade yaşama dayanan gizemci bir kömün kurmuştu. Yaydığı öğretiler tüm dünyayı aydınlatacaktı. Aslında, Pythagoras çoğu kez, iddia edildiği gibi, birçok bilimlerin ve felsefenin kaşifi değildi. O gezilerinde kadim bilgeliğin kırıntılarını toplayarak, Batı'nın aydınlanmasını sağlamıştı. Peter Tompkins, bu konuda şöyle yazmıştı, "Mısır hiyeroglif ve Babil ve Sümer çivi yazıları üzerinde son araştırmalar saptamıştır ki, M. Ö. en az 3000 sene önce Orta Doğu'da yüksek seviyede bir bilim mevcuttu ve matematiği icat etmekle itibar edilen Pythagoras, Eratosthenes, Hipparchus ve başka Grekler sadece bilinmeyen ataların geliştirdiği kadim bir bilimin kalan parçalarını toplamışlardı" (3).
Pythagoras, boylu ve iri cüsseli olduğu, ilerleyen yaşına rağmen genç görünüşlü ve çok güçlü olduğu kaydedilmiştir. Vejetaryendi ve müritlerine et yemeğe men ederdi. Bu yüzden Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi onu takip eden birçok filozof da aynı diyeti uyguladılar. Reenkarnasyon veya tekrar-doğuş (tenasüh) olarak bilinen doktrini öğretirdi, ve geçmiş hayatlarından 20'sini hatırladığı söylenir.
Felsefe sözcüğü ilk Pythagoras ortaya atmıştı. Bu sözcüğün aslı "Philosophia" olup iki Grek kelimenin birleşiminden meydana gelmiştir: sevgi anlamına gelen "philo" ve bilgelik anlamına gelen "sophia". Dolayısıyla "bilgelik sevgisi" anlamına gelir". Aynı şekilde matematik sözcüğünü ilk ortaya atan Pythagoras'tır. Ayrıca Matematik sözcüğünü ilk günümüzde anladığımız şekilde kullanan Pythagoras'tı.
Pythagoras müzik notaların arasındaki matematik orantıları inceleyerek müziğe sistem getirmişti. Kopernikus'den (1473-1543) 2000 sene önce Dünyanın yuvarlak olduğunu, döndüğünü ve güneşin güneş sistemin merkezi olduğunu ortaya attığına dair göstergeler var. Ayrıca güneş sistemin görülmeyen merkezi bir ateş etrafında döndüğünü iddia etmişti. Onun öğretilerinin izleyicisi ve onun gibi Samos'lu olan Aristarchus bu astronomik savları kaleme alarak şu anda kayıp olan bir kitap yazmıştı. Pythagoras ayrıca gezegenlerin yörüngelerinde bir matematik ahenk olduğunu ortaya atmıştı. Gezegenler arasında bir matematik orantı olduğu Johann E. Bode (1747-1826) tarafından saptanmıştı ve adına Bode kanunu veya Titus-Bode serisi Pythagoras'dan asırlar sonra verilmişti.
Pythagoras'un bilimsel teorileri gizemci bir sentez oluşturuyordu. Gök mekanizması mükemmel bir ahenkle, her gezegenin bir müzik notasına tekabül etmesiyle kozmik bir senfoni yaratıyordu. Onun, sayıları konusundaki ezoterik öğretileri büyük çapta, onun kurduğu komünün, Croton halkı tarafından yok edilmesi ve taraftarlarının öldürülmesi ile kayıplara karışmıştı.


"Ne mutlu Sırlar öğretisinden
geçmiş kişiye. O kişi, hayatın
kaynağını da bilir, hedefini de."
Pindar



Sayı, Harf ve Sembol

İnisiyeler tarih boyunca gizli bilgileri aktarmak için sembollere, simgelere baş vurmuşlardır. Bu şekilde semboller efsanelere, kutsal metinlere ve menkibelere işlenmiştir. Onların anlamını bilenler, onları deşifre ederek gizli anlamlarına kavuşmuşlardır. Ayrıca, harfleri sayılara ve sayıları harflere çeviren çeşitli şifreler, çeşitli kavramları ifade eden geometrik şekiller, piktogramlar ve ideogramlar geliştirildi. Her nesneye ve canlıya çeşitli mecazi anlamlar verildi.
Tamamen kuramsal olarak gelişen bu ilimi, ameli / pragmatik bilimlerle karıştırılmaması gerekir. Ameli ilimlerin kökeni insanın duyu ortamından kaynaklanıp, belirli bir evrim sürecinde gelişmiştir. Beşeri bir yapıya sahiptirler. Kuramsal bilimler ise, duyu ötesi bir ruh aleminden kaynaklandığı varsayılır. Hatta ruhsal bir aydınlanmada bu sembollerin çözümümü desteksiz olarak gerçekleştiği inanılır (gnosis). Bu konuda tarihte Jacob Boehme gibi nice örnekler var. Platon'a göre, ruhun yeri mana (idea-fikir) alemindedir ve ruh "stereometri" denilen bir sanatla birbirine tekabül eden farklı şeylerin arasındaki bağı görür ve sembollerin dillini çözer.
Pythagoras'ın öğretilerinin tamamı bize intikal etmediği halde, klasik yazarların aktardığı fragmanlar sayesinde doğru veya yanlış bir sentez kurmak mümkündür. Pythagoras, sayıların manevi içeriği olduğu, her şeyin sayılardan türediğini, sayılarla geometri, müzik ve astronomideki ilahi düzen ve ahengin çözülebileceğini öğretiyordu.
Pythagoras ekolünün birden ona kadar sayı isimleri şöyledir: Monad, Duad, Triad, Tetrad, Pentad, Hexad, Heptad, Ogdoad, Ennead ve Dekad. Tek sayılar (1,3,5,7, v.s.) erkek sayıları, çift sayılar (2,4,6,8, v.s.) dişi sayılar olarak addediliyordu. Bu sayıların dışında çift cinsiyetli androjen (hermaphrodit) sayılarda addediliyordu. Bunlar hem erkek, hem de dişi rakamları içerir. Örnek olarak 6, 2 çarpı 3'e eşittir. Bunların dışında daha nice sayı türleri ele alınmıştı.
Pythagoras öğretisinde sayılar noktalarla gösterilirdi. Tek nokta bir, iki nokta iki, üç nokta üçü vs. gösterirdi. En kutsal sayı Dekad olduğu kabul edilirdi ve sembolü simetrik olarak on noktayı içeren Tetraktys idi.


*


* *


* * *


* * * *



TETRAKTYS




"Oluşmamış öz kaynak saf varlıktır.
Onun için, yoktur diyemeyiz. Ama
tecelli etmemiţ demek mümkün. O
her şeyin geldiği öz kaynaktır. Tek
`Gerçek' odur. Yegane cevher odur."
Kozmik Doktrin, Dion Fortune (4)


Sıfır

Sıfır, sayıları içeren bu bölüm açısından, sayı olmamasına rağmen, ilk sırayı alır. Sıfır boşluğu, yokluğu ifade eder. Yokluk her yerdedir, uzayın uçsuz bucaksız derinliklerinde bütün nesnelerin aralarını doldurur, yenide o nesneleri oluşturan taneciklerin aralarını doldurur. Bizim anladığımız şekilde bir yokluğun dışında birde metafizik anlamda yokluk da vardır. O zaman ve mekan sınırlarının dışında saf varlıktır. Bunu idrak etmek gerçekten güçtür, çünkü beyin ekranı bir şeyi görüntülerken belirli nitelik ve nicelik arar, yarattığı suni görüntüyü onlarla inşa eder. Sıfır gibi bir kavramı algılamak için, bu mekanizmanın ters işlemesi gerekir.


Birçok eski kozmolojide evrenin ilk hali yokluk olarak tasarlanır. Grek mitolojisinde bu aynı zamanda düzensizlik anlamına gelen Kaos ile ifade edilir. Hindular'ın en eski kutsal kitabı Rig Veda şöyle yazar, "O zamanda ne varolmayış vardı, ne de varoluş vardı. O zamanda ne mekan vardı, ne de uzay... O zamanda ne ölüm, ne de ölümsüzlük vardı. Gündüzü geceden ayıran herhangi bir işaret yoktu. Sadece kendiliğinden havasız nefes alan O vardı. Onun dışında hiç bir şey yoktu. Başlangıçta karanlık karanlığı gizlerdi" (5).
Söylentiye göre 2500 yıl önce, Lao-Tzu 90 yaşında ölmek üzeriyken Çin sınırlarını geçip Tibet’te doğru yol almıştı, bir sınır nöbetçisi de eser yazmadan ona geçit vermeyeceğini söyler. Bunun üzerine Lao-Tzu, bir iki günde, Taoizm'in temel ve kısacık eserini "Tao Teh King"i yazmıştı. Bu kitap şöyle başlar:
"Sözle açıklanan Tao, gerçek Tao değildir. Sözler O'nu açıklayamaz. Adsız olarak yaratılışın kaynağıdır; bir adla, bütün varlığın Ana'sı olur. Yoklukla, gizini kavrar; varlıkla, yoluna yaklaşırız"(6).
Patanjali 2,000 sene önce Yoga Sutra'larını şöyle başlamıştı, "Yoga düşünce nesnenin (çita) çeşitli şekillere girmesini durdurmaktır" (7). Zen Budizm'de gaye zihinsel fonksiyonların üstünde bir boşluk alanına (şunyata) erişmektir. Bunun gerçekleşmesi, akıl ve mantık çarklarının durması ve şuurun saf haline erişmesiyle olur. O anda, satori denilen, ani ve gelip geçici, içsel bir şimşek çakması gibi bir aydınlanma ve şuurlanma yaşanır.
İbranilerin gizli ilimlerini içeren Kabala'da bütün feleklerin üstünde evrenin en yüksek mertebesinde "negatif varlığın peçeleri" vardır. Bu peçeler üç tanedir: Ayin (boşluk), Ayin Sof (sonsuzluk) ve Ayin Sof Aur (sonsuz ışık). Bu peçeler insan kavrayışını aşmakta olduğundan onları boşluk olarak ifade edilmeleri, gerçeğe uygun en yakın kavram olarak kabul edilir.
İslam'da fenâ, yokluk, yok olma, fenâ hali de Allah içinde eriyip yok olma anlamına gelir. Hz. Mevlana şöyle yazar, "Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu seç...Bir yerde yokluk, noksan var mı, orası, bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır" (8). Yine Mevlana'dan:
"Ben de cansız varlıktan öldüm [maden olarak], biten, boy atıp gelişen nebat [bitki] oldum; nebatken öldüm, hayvan şekliyle baş gösterdim.
"Hayvanlıktan öldüm, insan oldum; artık ölüp azalmaktan, noksana düşmekten ne diye korkacakmışım?
"Bir daha hamle edeyim de insanken öleyim; böylece melekler âleminde kol kanat çırpayım.
"Melek olduktan sonra da ırmağa atlamak gerek; `Her şey yok olur gider, ancak O'nun zâtıdır kalan'.
"Bir kere daha melekken kurban olayım da o vehme gelmeyen yok mu, o olayım.
"Yok olurum, yok olurum da erganon [org] gibi, `Gerçekten de biz dönüp ona varanlarız' derim." (9)


"Monad bütün nesnelerin başlangıcıdır."
Pythagoras ekolün bir deyimi


Monad

Monad Tek'in ifadesidir. Zihnimizi Tek üzerine almamız için Sıfırı algılamakta kullandığımız yönteminden farklı ve hatta tamamen ters bir yöntem uygulamamız gerekir. Konsantrasyon, zihni tek bir noktaya toplamak, onun dışında hiçbir şeyi düşünmemek, hiç bir şeyin farkında olmamak anlamına gelir. Monad'ı algılamak için bu yöntem uygulanabilir.
Birlik kavramı, İslam felsefesinde en önemli yeri tutarı. Bu konuda Hz. Mevlana şöyle der, "İnanlar kardeştir ve `Bilginler bir tek adamdır sanki' sözlerin anlatışı; hele Davut'la Süleyman ve başka peygamberler, selam onlara, birdir; onların birini inkar edersen hiçbir peygambere inancın doğru olmaz; bu da birlik belirtisidir; hani bin evden birini yıktın mı, hepsi yıkılır gider, bir tek duvar bile ayakta kalmaz; çünkü `Onların aralarından hiçbirini ayırt etmeyiz.'... İnanlar sayılıdır ama inanç bir; bedenler sayılıdır ama canlar bir... Hani gökteki bir tek güneşin ışığı da evlerin içlerine vurdu yüz olur ya. Fakat ortadan duvarı kaldırdın mı, hepsinin de ışığı bir olur gider.' (10)
Modern kuramsal fizik'de "büyük patlama" savı, evrenin tek bir noktadan ortaya çıktığını varsayıyor, son zamanlarda, bu görüş "sabit durum" savına karşın ağırlık kazanmaktadır. Nedeni de evrenin sürekli genişlemesi ve uzaya doğru yayılmasıdır. Bu durumda evrenin varoluşu bir yaratma olayına bağlıdır. Tabii, bu yaratmanın akılcı bir kaynaktan gelip gelmediği ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Ancak bulgular bunu yanıltmak yerine desteklemektedir.
Ahadiyyet, İslam felsefesinde Allah'ın bir oluşu anlamına gelir. Ahad ayrıca İbranice'de de Bir anlamına gelmektedir. Panteizm her şeyin Tanrı olduğunu kabul eden bir görüştür. İslam'da karşılığı "Vahdet-i Vücut"tür. Her şeyi canlı olarak kabul eden doktrin de Hilozoizm'dir. Ezoterik öğretilerde Kozmos bütün canlıları içeren büyük bir canlıdır. Bazı fizikçiler büyük patlamadan sonra evrenin iyice genişleyip, sonra tekrar küçülerek merkezinde yoğunlaşacağını ve ondan sonra tekrar bir patlama olup yayılacağını, ve bu işleminde sonsuza dek tekrarladığını ve tekrarlayacağı tezini ileri sürerler. Bu görüş Hindular tarafından binlerce sene önce ortaya koyulmuştu. Onlara göre, Evrenin varoluş, yok oluş çarkı Tanrı Brahma'nın nefes alış verişinden başka bir şey değildir.
Ezoterik nümeroloji ve kutsal geometri açısından, sonsuz olan sıfır tek bir noktada yoğunlaşarak Monadı doğurmuştur. Kabala'da da oluşmamış sonsuzluk bir noktada yoğunlaşıp, sayısal değeri Bir olan Keter küresini (sefira) oluşturur. Keter'den de bütün diğer sefirot (sefira'nın çoğullu) tecelli ederek, bütün varlık türemiştir. Monad bütün sayıların türediği kaynaktır. O halde, BİRLİK YASASI'nı da Hermetik Yasalarının bünyesine ilave edebiliriz





"Duad, Birlik ve çoğul
arasında bir köprüdür"
Proklus

Duad

Zollar şöyle yazar: "Birinci ilke Gizli Fanustan, Her Şeyin Kaynağından geldiğinden bütün olasılıkları içermektedir. Ancak Tek ve Aynı olduğu için, bütün olasılıklarını tezahür edebilmesi için farklılaşmaya tabi olmalıdır. Böylece Mutlak Birliğini inkar ederek Birlik İkiliğe hareket etmektedir, Böylece Aynılık ve başkalık karşılaşması ile birici ilkedeki olasılıklar ortaya çıkabilir. İkilik veya Duad'ın gelişi ile sayı ve ölçü doğar, zira Platon ve başkalarının da belirttiği gibi bütün sayılar Bir ve İki'nin karşılıklı etkileşimlerinden ortaya çıkar" (11)
Elinize bir dosya kağıdı alarak, onu ikiye katlarsanız ve katlı kenarından bir yarım daire şeklinde keserseniz. Tek bir dosya kağıdı, iki parçaya bölünmüş olur. Bunlardan biri yuvarlak bir kağıt parçası, diğeri ise, ortasında yuvarlak bir delik olan bir dosya kağıdı şeklindedir. Bunlardan biri pozitif, diğerini de negatif olarak düşünebiliriz. Aynı şekilde, bir fotoğrafı negatifinin yanına koyduğunuzda, fotoğrafta aydınlık olan kısımlar negatifte karanlıktır, karanlık kısımlar da aydınlıktır. Eğer elinizdeki fotoğraf renkli ise, göreceğiniz ki, negatifinde bütün renkler zıt renklerine bürünmüştür.
O halde, birçok nesneyi negatif ve pozitif olarak ayırmak da mümkündür. Matematikte, negatif ve pozitif sayıları biliriz. Aynı şekilde, bir çok somut ve soyut kavram ve ilkeler zıt takımlar şeklinde görülür: iyi ve kötü, doğru ve yanlış, erkek ve dişi, sıcak ve soğuk, artı ve eksi, borçlu ve alacaklı vs. gibi. Tabii, bazı ayırımlar izafidir. Örneğin, bizim sağımız, karşımızda duran başkasının solu olabilir; bizim için soğuk olan, kutupta yaşayan biri için sıcak olabilir; bize iyi olan başkası için kötü olabilir. Nitelikler, ancak birbirine kıyasla zıttır ve karşılıklı tezatlı iletişimler kutuplaşma yaratırlar. Bu yasa en bariz şekilde mağnetizm, elektroliz ve yerkürenin magnetik kutuplarında görebiliriz. Kutuplaşmada zıtlık kavramının bir yasa olarak işlediğini görebiliriz, o halde KUTUPLAŞMA YASASI'nı burada kaydedilim.
Kadim Çin Tradisyonunda gelişen Taoizm'de Ta Ki, dişi prensibi içeren Yin ve erkek prensibi içeren Yang'in ahenkli ve dengeli birleşimini görüyoruz. Taocu sıralamada, her zaman dişi Yin önceden gösterilir ve başlangıçta var olan kara denizi simgeler. Yang ise, gök ve aydınlığın sembolüdür. Doğa'da bütün olaylar bu iki ilkeye dayandırılır. Vadiler Yin ise, dağlar Yang'dir. Biri su ise, diğeri ateştir. Biri alıcı ve diğeri vericidir. Bu ayırımlar geleneksel Çin tıbbında önemli bir rol alır ve bazı organlar Yin olup, diğerleri Yang'dir. "Ta ki" şemasındaki karşılıklı beyaz ve siyah noktalar şöyle izah edilir: Bu ilkeler saf değildir, Yin'de biraz Yang vardır ve aynı şekilde Yang'da da biraz Yin vardır. Bu kavram, Jung (Yung okunur) psikolojisinde yer alan anima ve animus'a tekrarlanır. Jung'a göre her erkeğin ve kadının şuur derinliklerinde karşı cinsin bir unsuru vardır ve o unsur sayesinde onda karşı cinsin bir ideal imgesi oluşmaktadır.
Çinlilerin "Değişimler Kitabı", Yi King, dünyanın en eski eserlerden biri olduğu kabul edilir(12). Bu kitapta, Trigram denilen şekillere evrendeki olaylar bağdaştırılır. Trigram üç işaret anlamına gelir, aslında Yi King'de gerektiğinde iki, veya altı işaret de kullanılır. Bu işaretler iki şekildedir: Yin ilkesini içeren kesik çizgi (- -) ve Yang ilkesini içeren tam çizgi (¾ ). İki tek şekilli işaret vardır.
Trigram:
1) ¯¯¯ 2) ¯ ¯ 3) ¯ ¯ 4) ¯¯¯
¯¯¯ ¯ ¯ ¯ ¯ ¯¯¯
¯¯¯ ¯ ¯ ¯¯¯ ¯ ¯


5) ¯ ¯ 6) ¯¯¯ 7) ¯¯¯ 8) ¯ ¯
¯¯¯ ¯ ¯ ¯ ¯ ¯¯¯
¯ ¯ ¯¯¯ ¯ ¯ ¯¯¯

Üç şekilli işaretlerinin (trigram) adeti 8'dir ve Yi King kehanet ve fallında kullanılan 6 şekilli işaretlerin (heksagram) adeti 64'dür. Kuzey Afrikalı Arapların kullandığı remille benzerlik arz eder. Ancak remilde 16 şekil vardır. Afrika kökenli Fa veya İfa kehanetinde 256'lık bir sistem vardır. Bu kehanet sistemlerin hepsi bilgisayarların da kullandığı binar, ikili sisteme dayanıyor. Bilgisayarlarda bütün veriler 0 ve 1'den oluşan birleşimlere dayanır. Bundan dolayı 2'nin katı olan 4, 8, 16, 32, 64, 128 ve 256 gibi değerleri bilgisayarlarda kullanılmaktadır.
Hint Tradisiyonuna bağlı Tantrik sisteminde, temel ikilli Şiva ve Şakti'dir. Şiva erkek ve Şakti evrensel diţi enerjisidir. Hindistan'a sonra gelen ve kendi kültürlerini yerlilere yayan Aryanlar'ın kadim kutsal kitapları Vedaları (Vid, bilmek veya kutsal bilim - Sanskritçe) birlikte getirdiler. Vedaları kaynak alarak gelişen Vedanta ve Sankhaya feslsefesinde temel ikilli Puruşa ve Prakitidir. Puruşa, saf ruh ve Tanrısal benliktir ve şuurluluktur. Tek Tanrı Brahma'yı içerdiği gibi insanın öz şuurunu, Atman'ı da içerir. Özde Brahman ve Atman birdir. Prakiti ise maddi ve seyyal evreni, doğayı meydana getiren öz maddedir (Mulaprakiti). Bu iki unsur ayrı veya tek unsurun değişik tezahüratları olup olmadığı Hint felsefesinde uzun tartışmalara neden olmuştur. İki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Sankhaya felsefesini geliştiren Şankara (686-718), bu iki ayrı görüşü birleştirerek bu tartışmalara son vermişti. Şankara'ya göre temel ikili hem özde birdir, hem de ikilidir ve evrende her şey onların karşılıklı iletişim ve etkileşimlerinden meydana gelmişti. İnsanoğullu, temelde Puruşa'ya, ruhsal kaynağına dönmek ister, ancak Prakiti, doğa'nın bütün çeşitlemeleri ile, bütün cazibelerini önüne sererek onu nesnel aleme çeker. Bunu başarmak için Prakiti'den oluşmuş onun sahte benliği olan Ahamkara'dan yararlanır ve etrafına Maya (illüzyon) denilen hayali ve nefsani bir perde örer. Böylece, Puruşa, Prakiti tarafından hapsolunur ve tekrar tekrar nesnel alemde yeniden doğar (Samsara). (13)
İkili ilkesini, İbranilerde Kral Süleyman'ın mabedinin girişindeki İkin ve Boz adındaki çift sütunlarda görmekteyiz. Bunlar sembolik olarak Framasonlar tarafından kullanılmaktadır. Aslında, mabedlerin girişlerinde veya mahrem yerlerinde sembolik iki sütunun olması, birçok kadim mister kültlerinde görülmektedir. Ayrıca temel ikiliyi mecazi ve sembolik olarak birçok din, efsane ve inancının içine işlendiğini görebiliriz.
Geometri açısından, Monad'ı teki bir nokta olarak ele alırsak, Duad iki noktadan meydana gelir. İki noktanın arasındaki en kısa yol, düz bir çizgidir. Ortada sabit bir birinci noktanın etrafında bir ikinci noktanın eş mesafede döndüğünü kabul edersek, o zaman birinci noktanın etrafında bir daire çizilmiş olur. Ortaya çıkan şekil, ortası noktalı bir dairedir. Okült açıdan bu hem güneşin sembolüdür, hem de deruni anlamı olan bir semboldür.
Astronomi'de yörüngeler iki karşıt gücün birleşimi olan vektörlerden meydana gelir. Yörüngedeki cisim, ortadaki cisimin yer çekimi ve bir dereceye kadar kendi yer çekimi ile merkezgel bir çekim ile sabit merkeze itilir. İkinci güç ise, dönen cismin merkezden uzaklaşma hareketidir. Eğer, birinci güç fazla olursa, o zaman yörüngedeki cisim sabit cisme düşer. Örneğin, bu da dünyamızın güneşe düşmesi, yanarak buharlaşması sonucunu doğurur. Eğer ikinci güç fazla olursa, o zaman yörüngedeki cisim sabit cisimden hızla uzaklaşır. Bu da dunyamızın fezaya fırlaması, karanlığa gömülüp donması sonucunu doğurur. O halde, güneş sistemindeki gezegenlerin sabit hareketleri mükemmel olarak kurulmuş bir dengenin eseridir.
Hint felsefesinde ortası noktalı dairenin merkezi Kendrum (çekirdek) denilir ve ilahi ilkeyi simgeler. Çemberi oluşturan çizgi ise insandır. Onu ortaya çeken güç merkezgel güçe Vidya Maya (bilgi gücü) denilir. Onu dışarıya iten merkezkaç güce Avidya Maya (cehalet gücü) denilir. (14)


"Proklus der ki, "Birinci Monad ebedi ve ezeli Tanrı,
ikincisi sonsuzluk ve üçüncüsü evrenin planı veya modelidir'...
Görünür evrende her şey bu Triad'dan tecelli etmiştir."
H.P. Blavatsky


TRİAD

Geometrik açıdan Monad tek, Duad çift ve Triad üç noktadan meydana geldiğine göre, Triad'daki üç noktayı birleştirdimizde bir üçgen ortaya çıkar. Kadimlere göre üçgen bütün geometrik şekilleri doğurur.
Zollar şöyle yazar: "Bütün şeylerin başlangıcı Birliktir. Birden bütün şeyler sayıya göre ortaya çıkar. Birlik bütün çokluğu içerir. Birlik olmadan İkilik olamaz. Oysa İkilik Birlik ve onun aynılığının inkarı ile doğar. Ancak ortaya çıkan gerilim süremez ve üçlük ortaya çıkar. Bu da daireyi tamamlar, zıtlıklar barışır ve birlik veya bütünlük yeniden tesis edilir."(11) Çünkü üçlükle çizgi üçgene dönüşür, çizgi üzerinde üçüncü nokta tekrar birinci noktaya bir çizgi gererek Bir'e dönüşü sağlar.
Biri pozitif ve diğeri negatif iki zıt güç bir araya geldiğinde, üçüncü, birleşik nötr bir güç oluşur. Bu güç, kadimlere göre dişi ve erkek güçlerin doğurduğu bir çocuktur. İki gücün özelliklerine sahip olduğu için hem dişi, hem de erkek özelliklere sahip bir androjen olarak da simgelenir. Mitolojide, Hermes ve Afrodit'in aşklarından doğan çocuk çift cinsiyetli Hermafrodit idi. Bu da, mecazi olarak bir yasayı betimler. Onu aseksüel, dengeleyici bir unsur olarak değerlendirmek gerekir.



Çağdaş bilim ve felsefede üçlü ilkeyi, tez, antitez ve sentez olarak görürüz. Herhangi bir varsayımı kanıtlamadan önce onun aksini kanıtlayacak verileri de dikkatte almak gerekir, yoksa aldığımız netice tek yanlı olur. Sonuçta meydana gelen sentez her zaman tek yanlı bir tez veya antitezden üstündür.
Phythagoras teoremine göre, bir dik üçgenin dik kenar uzunluklarının kareleri toplandığında, hipotenüsün uzunluğunun karesi ortaya çıkar.



PHYTHAGORAS TEOREMİ : a² + b² = c²
Sembolik olarak bu teorem iki zıt unsurunun karşılıklı iletişimlerinin oluşturduğu üçüncü unsuru açıklar. Örneğin, kıyas yolu ile a'yı bir ana, ve b'yi bir baba olarak kabul edersek, c onların çocuğudur (harfleri ne kadar da uyuştu). Biyolojik açıdan çocuk hem annenin hem babanın genetik yapılarının bir sentezidir. Manevi açıdan ise, ikisinin etkisi ile şahsiyetini oluşturur.
Hint felsefesinde, Trimurti üç yüzlü Tanrı anlamına gelir. Bunlar yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ve yok edici Şiva'dır. Hepsi aslında tek bir tanrının, Nirguna Brahma veya Parabrahma'nın tezahüratlarıdır. Brahma olarak evreni ve insanı yaratır, Vişnu olarak hükmeder ve zamanı gelince Şiva olarak evreni yok eder. Hindu'ların "Aum" mantrasında "A" Brahma'yı, "U" Vişnu'yu ve "M" Şiva'yı simgeler. Bu mantranın bütün seslerin anası olduğu, evrenin ondan tecelli ettiği inanılır. Eski Mısırlılar'ın "Amon", İbraniler'in "Amen", Müslümanlar'ın "Amin" sözcükleri Aum mantrasının karşılıkları olduğu inanılır.
Geçmiş, gelecek ve şimdideki zaman bir üçlü oluşturur. Bunlar nesnel alemde tamamen ayrıdır, ama birbirine iç içe bağlıdırlar. Şimdeki zaman, geçmişin bir neticesidir, gelecek bu anın fiilleri ile şekillenecektir. Bu üç zaman birimi ancak ilahi bir planda birleşirler. Orada zaman ve mekanın bir olduğu bir sonsuzluk boyutu olduğundan, zaman yoktur da denilebilir.
Nichomachus'a göre Triad Satürn'ün, Zühal'in sembolüdür. Çünkü Satürn Grekçe'de "Kronos" dur ve zamanı simgeler (kronometre'nin kökü). Zamanın üçlü mahiyetini de yukarda anlatıldı. Kabalalistik Hayat Ağacının üçüncü Sefira'sının (Binah) gezegeni Şabatay'dır, o da Satürn anlamına gelir. Antik kozmolojinin 9 felekli göğü yukarıdan aşağı sayıldığında üçüncü feleği Satürn hükmeder.
Hint felsefesinde ayrıca tabiat güçleri, başka bir deyişle Prakiti'nin unsurları üç tanedir ve bunlar bütün nesnel olaylarda görülmektedir. Triguna olarak adlandırılan bu güçlerin birincisi Tejas Gunadır. Tejas Guna hareketli ve aktiftir, ateş prensibini içerir. Tamas Guna ise statik, hareketsiz ve pasiftir. Üçüncü prensip ise aydınlık ve dengeyi simgeleyen Satva Guna'dır.
Mistisizmde ilahi üçlü ilahi aşk, ilahi kudret ve ilahi hikmettir. İlahi aşk pasif unsurdur, karşılık beklemeden Tanrıya, insana ve doğaya karşı duyulan kayıtsız şartsız sevgidir. İlahi kudret aktif unsurdur ve şuurun değişiklik yaratma gücüne (maji) dayanır. İlahi Hikmet dengeleyici nötre unsurdur ve gücün sevgiyle kullanılmasına dayanır. Altın Şafak cemiyetinin inisiyason ritüellerinden şöyle bir söz geçer, "sevgisiz güç gaddarlığa yol açar. Güçsüz sevgi ise zaafa".
Aristoteles'e göre Triad bütünü temsil eder, çünkü bir başı ortası ve bir de sonu vardır. Taoizm'in kurucusu Lao-Tzu'ya göre, "Bir ikiyi meydana getirir, iki üçü meydana getirir ve üç bütün şeyleri meydana getirir."

"Tetrad matematik
disiplinin evrenselliğini
meydana getiren sebeptir."
Nicomachus


TETRAD

Tetrad'ın geometrik tanımı dört noktanın meydana getirdiği dörtgendir. Eşkenar dikdörtgen veya kare adaletin ve sabitliğin simgesidir. Dolayısıyla, Jüpiter veya Müşteri gezegenin sembolüdür ve Kabala'da dördüncü sefira Jüpiter'e tekabül etmektedir. Ayrıca, dört istikamet, dolayısıyla arzın ve toprak elemanının sembolüdür.
Kutsal geometrinin sırlarına ayrılmış bu sayfalarda, bilmeliyiz ki Tetrad birçok Kozmik Yasayı açıklamaya yarayan evrensel bir semboldür. Tetrad'in içinde Monad, Duad ve Triad'ı bulunur ve bu adı geçen rakamlara nazaran daha geniş tanımlı ve kapsamlı bir semboldür. Eliphas Levi'ye göre: "Doğa'da dengeyi oluşturan iki güc vardır ve bu üç unsur tek bir yasayı içerir. Dolayısıyla burada birlik içinde pekiştirilmiş triad'ı görürüz ve birlik kavramını triad'a ekleyerek Tetrad'a varırız, ilk kare sayısı, mükemmel rakam ve bütün formların ilkesi."
En yüksek rakam elbette Tek'in ifadesi olan Monad'dır. Monad'dan sonra rakamların kozmik açıdan değerleri kademe kademe düşmektedir, herbiri bir öncekinden daha karmaşık olmaktadır. Sayı büyüdükçe içerdiği kanun sayısı artmakta ve orijinal Monad'ın saflığı ve sadeliğinden uzaklaşılmaktadır. Daha ileride bu soyut kavramlara açılık getireceğiz.
Tetrad ilk birleşik sayıdır (2x2). O halde Duad ile yakın bir irtibatı vardır. Triad yaratmaya, dışa fışkırmaya eğilimlidir. Kadimlerin uğraştığı geometrik problemlerden biri de daireyi matemetiksel yöntemlerle kareye çevirmek, ve tersi. Tetrad'ın içe dönük mahiyetini şöyle açıklarız, Tetrad, Triad ve Monad'ı içerir. Bu monad ilk prensiptir ve Triad onun tecelli olan üç ana prensibi içerir. Formül olarak bunu şöyle belirebiliriz: Öz = artı + eksi + nötr, beyaz = kırmızı + mavi + sarı (ana renkler).
Aşağıdaki dörtlü semboller Triad Yasalarını tasvir eder. Ayrıca on noktanın birleşimi olan Tetraraktys'i unutmamak gerekir. İçinde nokta olan üçgen, daha gelişmiş bir sembol olarak üçgen içinde gözdür. Bu sembol Ra, veya Horus'un gözü olarak Mısır'da kullanılırdı, daha da sonra Framasonlar tarafından kullanıldı. Monadı çevreleyen üç ana prensibi gösterir. Üçgen tarafında daire üç prensibin tecelli etmiş hali ile Monadın içinde bulunduğunu gösterir. Aynı ana renkler, kırmızı, mavi ve sarının beyaz rengin içinde bulunması gibi. Haç Hıristiyanlıktan eski bir semboldür, dört element, dört istikamet ve Tek prensibin üç ayrı prensip halinde tecelli edilişini gösterir. Svastika veya gamalı haç, dört prensiple birlikte girdap (vorteks) Yasasını tasvir eder. Yukarıdaki gamalı haç saate yelkovandır ve güneşin hareket yönüne uygundur. Nazilerin İkinci Dünya Şavaşında kullandıkları svastika ise ters istikametliydi (vinderşin). Bazı okült yorumcular Almanların harbi bu yüzden kaybettiklerini iddia ederler, çünkü svastika bir güneş sembolüdür ve güneş istikametinde (diurel) çağrışımlar pozitif enerjiyi, aksi istikamette çağrışımlar negatif enerjiyle rabıta kurar. Ay'ın istikameti güneşe göre ters olduğu için onun tasviri farklıdır.
Hermetik öğretilerde dört unsura tabi bir çok kavram bulunmaktadır. Bunlardan dört elementle ilgili olanları daha ilerde ayrı bir yazıda inceleyeceğiz. Dört canlılar alemi ile ilgili doktrin ise şöyle, dört canlılar alemi dört elementin (hava ateş, su ve toprak) çocuklarıdır. Bunlar madenler alemi, bitkiler alemi, hayvanlar alemi ve insanlar alemidir. İlk bakışta madenlerin de canlılar kategorisine alınması radikal bir görüş olarak değerlendirmek mümkün. Ancak, ezoterik hylozoizm doktrinindeher şeyin canı vardır. Madde alemindeki en gelişmiş canlar binlerce sene zarfında çeşitli geometrik şekiller alan kristaller ve kıymetli taşlar olarak görülür. Simya da altın başta ve gümüş ikinci olarak çeşitli elementlerin diğerlerine nazaran daha yüksek bir titreşim içerdiği görüşü savunulur.
Ezoterizmde en küçük organizma atomdur. Atomun önemli parçaları negatif yüklü elektron, pozitif yüklü proton ve nötr yüklü nötrondur. Onların karşılıklı iletişimleri ve dördüncü unsur olan enerji bir bütün meydana getirir. Hücrede aynı şekilde dörtlü bir bölme görebiliriz, negatif unsur bedensel kütlesini meydana getiren protoplazmadır, aktif unsuru bütün hücre işlemlerini meydana getiren mitokondriyalardır, nötr unsuru DNA ve RNA moleküllerini içeren hücre çekirdeğidir ve dördüncü unsur hayat enerjisidir.
İnsanların dört unsuru çağlar boyunca bilinmekteydi. Bhagavad Gita'da insan bir atlı arabaya benzetilirdi. Bedeni araba, atlar hisler ve ihtirasları, araba sürücüsü akıl ve arbanın yolcusu onun asıl sahibi. Bu örnek Sufi menkibelerinde ve Gurdjieff öğretisinde bulunmaktadır. Arabanın gayesine ulaşması için dört unsurun ahenkli çalışması gerekir. Eğer araba fazla ağırsa hareket edemez, atlar iyi terbiye edilmemiş ise veya arabacı acemi ise araba atın istediği istikamete gider, bazan yolcuyu felakete sürükler. Akılı temsil eden araba sürücüsü atlara hakim ise yolculuk daha emin ellerdedir, ancak bazan araba sürücü araba sahibinin sesini duymaz ve arabayı kendi bildiği gibi sürer (Gurdjieff). Bu durumda araba gayesine ulaşmaz. Çünkü araba sahibi insanın asıl benliğidir.
Psikolog Carl Gustav Jung, Freud'un talebesi ve onun varisi olarak görülürdü. Ancak Jung, psikiyatri ilminin kurucusu Freud ile birçok konuda hemfikir değildi. Jung, Yoga çalıştı ve hastaların astrolojik horoskoplarını çıkartarak terapiden önce incelerdi. Simya ve diğer okült bilimlerin yorumlarıyla ilgili cilt cilt eserler yazmıştı. Geliştirdiği psikolojik kavramlar ile okült ilimler ve çağdaş ilimler arasında köprü kurmuştu. Jung'a göre insan psişiği dört unsurdan meydana gelmektedir, bunlar duyu, duygu, akıl ve sezgidir. Aslında Sankhya felsefesine göre birinci unsur bedensel işlevlerin sadece pasif unsurlarıdır ve ayrıca aktif unsurları olan bedensel faaliyetleri de ele almak gerekmektedir. Yine de Jung'un tasnifi kadim görüşe uygundur. İnsandaki dört unsuru, ilerde başka bir cilt altında ele alacağız.
Ayrıca, Jung'a göre insanda dört temel dürtü vardır, bunlar sırası ile yaşama dürtüsü, cinsel dürtü, sosyal dürtü ve dini dürtüdür. Bunların ilk üçünü Freud ortaya koymuştu, ancak sonuncusu Jung'un ilavesidir. Bu dürtüleri şöyle tanımlamak mümkün: Yaşam dürtüsü en ilkel dürtüdür ve organizmaların yaşamlarını tehdit eden bir durum olduğunda nefsi koruma olarak bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. Yaşam mücadelesini yürütmek, korku ve açlığı gidermek onun en belirgin özellikleridir. En saf hali ile bu dürtü tamamen bireysel olup ego ön plandadır. Cinsel dürtüsünün faaliyette geçmesi için, yaşam dürtüsünün uyarlanmamış durumunda olması gerekir. Cinsel dürtüsü bir varlığın bireysellikten çift hüviyetli bir varlığa ve daha geniş kolektif alanlara geçişini temin eder. Çünkü kişi diğer bir egoyu keşfeder ve onunla bütünleşmek ister. Sosyal dürtü ise tamamen cinsiyet üstü ve henüz yeni oluşmakta olan kolektif ve komünal bir dürtüdür. Komünizm ve Faşizm onun saptırılmış şekillerini ifade etmektedirler, ancak her ikisinde doğru unsurlar vardır. Dini dürtü ise, ki ona kozmik dürtü demek daha doğru olur, insanlarda yeni oluşmaktadır ve kozmos ile birlik duygusndan yola çıkarak, bütün diğer dürtüleri mükemmel bir ahenk içerisinde kapsar. Okült zihniyetinin menşei işte budur. Kozmik şuurun uyanması da evrenle bütünleşme isteğini doğurur.

Kadim felsefede üç ilahi unsur bulunur: İlahi Aşk, İlahi Hikmet ve İlahi Kudret (veya Tanrısal Sevi, Tanrısal Bilgelik ve Tanrısal Güç). Bir de arkalarında bir dördüncü unsur vardır ki, o da saf şuurluluktur. Bu üç ilahi unsur, üç ayrı yolla ayrılır: mistisizm veya aşk yolu, Felsefe veya bilgelik yolu, ve Maji veya güç yolu.
Bilgelik, sevgi ve güç unsurlarını dengeler. Aslında bilgelik gücün sevgi ile kullanılmasıdır. Bunların arasında en tehlike olanı sevgisiz, bilinçsiz güçtür, ancak dengesiz bir sevgi de zafa ve eksikliklere yol açmaktadır.
Ayrıca, dörtlü ilke Tetragamatonu, adının boş yere söylenmesi yasak olan dört harflı tanrı adı YHWH'i simgeler. Cennet bahçesindeki dört nehiri ve doğu, güney, batı ve kuzey olarak dört istikameti ve onları idare eden dört başmeleği, sırasıyla İsrafil, Mikail, Gebrail ve Azrail (Kabala'da Uriel) ve dört elemanı, sırasıyla hava, ateş, su ve toprağı ifade eder.



"Mikrokozmosun sembolü olarak Pentagram,
PENTAD insan tarafından elemental varlıları
hükmetme ve onların kötüllük
yapmalarını engellemede kullanılır."
Eliphas Levi

PENTAD

Pentad, biri dişi olan Duad, ve biri de erkek olan Triad'ın birleşiminden meydana gelen bir sayıdır. Çeşitli geometrik şekillerde ifade edilir. Beş noktanın kesişmeden birleşimi bir pentagonu meydana geitirir. Pentagon ise, beş uçlu bir yıldızın uç noktalarını çizgilerle birleştirdiğinde ortaya çıkar. Beş köşeli yıldıza pentakl veya pentagram denilir. Beş "A" harfin birleşiminden geldiği için "beş a" anlamına gelen pentalfa da denir. Beş köşeli yıldız en yaygın ve benimsenmiş tanımı "beş harf" anlamına gelen pentagram'dir. Bir pentagram üç üçgeni içerir. Piramid de, beş kenarlı olduğundan Pentad'a tabidir.
Eski Mısır'da takvim 360 gün olarak sayıldığı için, fazladan olan beş gün kutsal bayram günleri olarak tutuluyordu (ayrıca 360 beşle bölündüğünde kutsal metinlere göre insan yaşı olan 72 sayısı çıkar). "Kutsal" Tetraktys'in sayısı on olduğuna göre, onun yarısı olarak beş rakamı Phythagoras okulunda özel bir yeri vardı. Makrokozmosun rakamı on ise, insan olan mikrokozmosun rakamı beş olmalıydı. Çünkü mikrokozmosun altında da daha ufak kozmoslar da vardır ve insan bu küçük kozmoslar ve evren arasında bir köprü kurmaktadır ve orta yeri tutmaktadır. O halde, beş insanın sayısıdır. İnsan kollarını ve bacaklarını açtığı zaman, başı ile birlikte beş köşeli bir yıldızı benzemektedir. Gerek elinde, gerekse de ayaklarında beşer parmağı vardır. Ayrıca insanda görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma olmak üzere beş duyusu vardır. Hindular, duyulara bağlı olarak, bedensel işlevlerin de beş aktif unsuru içerdiğini inanırlar.
Blavatsky'e göre insanın beşe tabi olması, onun şu anda beşinci kök ırkına tabi olmasından kaynaklanıyor. Ona göre yakında ortaya çıkacak altıncı kök ırkında insanlar daha farklı titreşimlere tabi olacaktır. O zaman bilinen beş duyu yanında altıncı duyu, ESP veya duyu-üstü algılama günlük hayatın bir parçası olacakmış.
Tarih boyunca beş kenarlı yıldız veya pentagram, korunmak için kullanılmıştır. Eski Mısır, Mezopotamya ve Yunanistan'da bu maksatla kullanıldığı bilinmektedir. Bu sembolün şer güçleri geri püskürttüğü, insanı her türlü kötü büyüden koruduğu tarih boyunca inanılırdı. Efsaneye göre Kral Süleyman'ın bir pentagram mühürünü içeren yüzüğü vardı, onun sayesinde cinleri, elemental varlıkları hükmediyormuş. Eliphas Levi'e göre "Dört elemanın fiziksel özü olan Astral Işığın üzerinde irade gücünün hakimiyeti Maji'de pentagram ile temsil edilir...Pentagram zihnin elemanlar üzerindeki hakimiyetini belirtir. Hava elemenalları, ateş cinleri, su perileri ve toprak elementallar bu işaretle bağlanırlar... bu simge evokasyonda (çağrı) bilinçli bir şekilde kullanıldığında, elemental varlıklar ona tabi olurlar."
Diodurus'a göre pentad, "dört elemanın esirle birleşmesidir". Bu açıdan pentagramın okült anlamı beşinci eleman olan esirin (Hintçe'si Akaşa) diğer dört eleman üzerine hükmetmesidir. Esir veya Akaşa diğer elemanların tecelli ettiği kaynaktır. Doğa ruhları veya cinlere, elemental varlık denmesi onların dört elemandan meydana gelişlerinden kaynaklanır. Bu dört eleman dışında bir de üstün beşinci unsur sadece insanda vardır. O halde, o elemental varlıkları hükmetmeye yarar. İşte pentagramın elemental varlıklara karşı bir silah, kalkan veya hakimiyet işareti olarak kullanılmasının nedeni budur. Bu tip koruma tedbirlerinde pentagram çizerken onum irade ve inançla şarj edilmesi de şarttır. Maksat olumlu düşünce ile donatılmış bir düşünce formu yaratmaktır. Bu açıdan ruhsal bir disiplinle eğitilmiş bir kişi hiç şekil çizmeden sırf yaratıcı imgeleme ile arındırıcı bir pentagram etkisi gönderebilir.
Psişik korunma bazı insanlara safsata gibi gelebilir. Ancak, yaşadığımız ortamda sadece hava, kara ve su kirlenmiyor, içinde yaşadığımız psişik atmosfer de negatif düşünceler ve ihtiraslarla sürekli kirlenmektedir. Ruhsal bir disipline giren birisi, bu negatif etkilere karşı başkasına nazaran daha hassas ve açıktır. Çünkü onun psişik merkezleri açılmaktadır.
Korunma için kullanılan pentagram modern majisyenler tarafından genellikle imgeleme ile parmak veya bir kama ile havada çizilir. Pentagramın tek kenarının yukarı bakması önemlidir. Aşağı bakan pentagram genellikle karanlık bir sembol olarak görülür ve şer varlıkları çağırmakta kullanılır. Sembolik olarak bazen iki boynuzu ve kulağı ile bir keçi kafası olarak gösterilir.
Beş sayısını kendisiyle çarptığımıza her zaman geri döner (son hanesi): 5 x 5 = 25, 5 x 5 x 5 = 125, 5 x 5 x 5 x 5 = 625.

"Nesnelerin şekli, ruha uyan tek rakam,
evrenin parçalarının birleşimi, ruhun
ve ahengin yaratıcısı."
Nicomachus (3)

HEKSAD

Heksad'ın geometrik ifadesi heksagram, biri yukarı, biri de aşağı bakan iki üçgenden meydana gelir. Heksagram Milat'tan sekizyüz yıl önce Mogan David olarak Hz. Davut'un kalkanında kullanılmıştır. Hz. Davut'un fatihlerinden sonra oğlu Hz. Süleyman altında o zamanki İsrail devleti, tarihinin en parlak, en çilesiz dönemini yaşadı. Dolayısıyla, ilerki yıllarda İsrail devletin bir amblemi olarak alındı. Ancak, bundan da önce evrensel bir sembol olarak çeşitli kültürlerde yer almaktaydı. Her şeyden önce doğada sık sık görülen bir şekildir, örnek olarak kar tanecikleri heksagram şeklindedir. Bal petekleri ise heksagon şeklindedir. Heksagon heksagramın kenarlarını birleştirdiğimiz zaman ortaya çıkar.
Bir cinsel sembol olarak, eski tradisyonlarda yukarı bakan üçgen erkeklik prensibini temsil eder, aşağıya bakan üçgen ise, dişilik prensibini içerir. Bu yaklaşım da cinsel uzuvların görünüm ve işlevlerine dayanır. Hint Trantrik sisteminde bu ikilem, lingham ve yoni'dir, Grek tradisyonunda ise phallus ve kteis'dir. O halde, bu iki sembol iki zıt gücün ahenkli birleşimini gösterir. Bu da, cinsel birleşme dışında, ayrıca farklı zıt unsurların birleşimi için de geçerlidir. Dolayısıyla Uzak doğu'daki Taoist ying ve yang sembolü ile eş anlamlıdır. Simyada yukarı bakan üçgen ateşin sembolüdür, aşağıya bakan üçgen suyun semboldür. Çünkü ateş yukarıya uçar, su ise, yer çekimine tabi olarak aşağı akar. Ateş ve su heksagramında yukarıya bakan üçgen kırmızı ve aşağa bakan üçgen mavidir. İki unsurun birleşmesinden meydana gelen heksagram de hava elemanını temsil eder. Hint Tantrik sistemimde de, bu semboller aynıdır. Ancak, su için ayrıca aydınlık kısmı aşağıda olan hilal da kullanılır.
Heksagram altı rakamının simgesidir. Eski çağlarda altı sayısı zaman ve mekanın birimi olarak kabul edilirdi. Çünkü hem zamanın hem de mekanın devresel oldukları ve daire oluşturdukları inanılırdı ve bir daireyi bir pergele çizildiğinde, pergelin açısını bozmadan daire cizildiğinde daireyi tam altıya böler. Bu yüzden bu zaman ve mekan birimleri altı ile bölünür, 12 ay, 24 saat, 60 dakika, 60 saniye gibi, veya bir dairenin 360 dereceye bölünmesi gibi. Bu yüzden Tevrat ve Kuran'da dünyanın altı günde yaratıldığı yazılır. Yedi de sonsuzluğu ifade eder.
Özellikle Mecusilikte görülen, evreni iki zıt gücün, hayır ve şerin boğuşması olarak betimleyen inançlarda aşağı bakan üçgen Şeytani ve karanlıktır, yukarıya bakan üçgen ise Tanrısal ve aydındır. Başka bir yoruma göre, yukarı bakan üçgen insanoğlunun yükseliş ve tekamüllünü ve aşağa bakan üçgen ona inen rahmeti simgeliyor. Bu açıdan heksagram Yaradılış ve Tekamül Yasalarını simgeler ve bu iki yasa arasındaki ilişkiyi gösterir. O halde, heksagram genelde insani ve ilahi olanın kesişmesinin sembolüdür. Burada kilit sözcük "Denge"dir. Eğer pentagram insanın simgesi ise, heksagram onun yasaya, çevreye uyumudur. Pentagram bireysel, heksagram kitleseldir. Eliphas Levi'ye göre "Yedi nasıl mecazi olarak sonsuzluğun rakamı ise, altı da haftanın (içi) gün sayısıdır, o sınırlı maddi ortamda dengeyi temsil eder, üçün üç ile dengelenmesi, başka dir deyişle ruhun madde ile mücadelesi"(4).
Kabala'da altı güneşin değeridir. Güneşin ortasında olduğu bir heksagon'da da etrafında altı gezegen heksagonun her bir kenarında gözükür (Kadimler, güneş ve ay ile birlikte yedi kutsal gezegen tanırlardı. Bu gezegenler evrende mevcut yedi ilahi ilkenin maddi tezahüratlarıdır).
Tevrat ve Kuran'a göre Tanrı dünyayı altı günde yaratmıştır. O halde, altı nesnel alemin rakamıdır ve evren altı prensibi üzerine kurulmuştur. Grek ebcedinde Kozmosun rakam değeri 600'dür. Sümerler ve diğer kadim uygarlıklar bütün zaman-mekan hesapları seksajisimal birimi olan 60'a dayanan sistem üzerinde kurmuşlardır. Çünkü zaman ve mekan dairevidir, siklüslere tabidir, ve altı dairenin rakamıdır. Heksagon kübik bir dairedir, ve bir pergelle çizilen dairenin çevresi aynı pergel açısı ile altı eşit bölüme ayrılır. Ayrıca daire 360 derecedir (6x60). Siklüslerin seksajisimal özellikleri üzerinde ileride, siklüs bölümünde geniş açıklama yapılacaktır.
Tevrata göre Tanrı yedinci günde yarattığı dünyadan çekilmiştir. Burada Heksad ile Heptad arasındaki ince ayrılım belirleniyor. Altı tecelli olmuş ve siklüslere tabi maddi alemi simgeliyorsa, yedinci prensip tecelli olmamış ve altıgen evrenin üstünde yer alır. İnsan bedeni yedi parçalı olduğuna göre, altı başsız bir gövde olup, İlahi prensipten yoksun, zaman ve mekan çarkında, yani maddeye tutsak bir varlığı, dünyevi insanı gösterir.
İncil'in son kitabı Yuhannanın Vahyisi, baştan sonuna kadar rakamlar ve sembollerle donatılmış bir kehanet kitabıdır. Vahiy'de 666 canavarın rakamı ve ayrı yeten insanın rakamı olduğu yazılır. İncil'in yazıldığı Grekçe aslında canavar Therion'du. Bu kelimenin tem tercümesi olmamakla birlikte, vahşi hayvan, insan kılığında hayvan veya nefsani insan anlamına gelir. O halde, Vahi'nin kehanetlerindeki canavar veya Deccal, tek bir şahıs yerine çağdaş dünyadaki materyalist insanın gelişi olarak tefsir etmek de mümkündür ve altı rakamı hem evrenin ölçü birimi hem de insandaki ilahi kıvılcımı tutsak eden nesnel alemin simgesi olarak idrak etmek mümkündür. Altı, ayrıca güneş sisteminin merkezi olan güneşin Kabalistik rakamıdır.
"Hayat Çarkı" Tibetli Tantrik Budizmi'nde önemli bir semboldür. Uzak doğu felsefesinde doğumdan ölüme dek uzanan insan hayatı daha büyük bir hayat devresinin bir zereciğidir. Reenkarnasyon ve Karma Yasası ile sadece ruhların yaşamlarında elde ettikleri dersler kalıcıdır. Ölüm sonrası alemlere bir rehber olarak yazılan Tibetlilerin ölüler kitabı "Bardo Tödol"da anlatılan Hayat Çarkı altı parmaklıdır ve içi de altı alemi barındırır. Bunların hepsi, orta yeri işgal eden insan aleminden, en alttaki cehennem ve en üstteki cennet alemleri de Samsara'ya, ego-ilüzyon'a tabidir. Samsara alemlerinden tek kurtuluş da, arzu ve hırsları yok eden, nefslerine hakim Bodişatvalar'ın yoludur. Sadece bu yolla sonsuz acı ve zevklerin birbirini kovaladığı, ve sonsuza dönen hayat çarkından kurtulup yedinci bir alem teşkil eden Bodişatvalar'ın diyarına girmek mümkündür. Budistlere göre gerek zebanilerin türlü işkence yaptığı, gerek Deva'ların güzellikler içerisinde bulundukları cennetler de hepsi Samsaraya bağlıdır. Bu çarkın ortasında Tanka denilen Tibetli dini resimlerde üç hayvan gösterilir. Yeşil yılan, kırmızı horoz ve siyah domuz. Üçü de birbirini kovalar. Yeşil yılan kin ve nefreti simgeler, kırmızı horoz hırs, ihtiras ve malik olma tutkusu ve siyah domuz cehalet ve aptallığı. Bu üç unsur insanın ilahi kıvılcımını kararttığı müddetçe o hayat çarkında batmaya mahkumdur. İyi davranışların sonucundan ötürü o yükselip Devaçan, veya Deva'ların cennetine ulaşması gerçek bir kurtuluş olmayıp, her an alt bir aleme düşme durumundadır. Çünkü çark dönüyor ve insan Samsaraya bağlı olduğu müddetçe tekrar tekrar doğar. Çarkın çemberinde on iki sembolik figür gösterilir. Bunlardan birincisi cehaleti simgeleyen kör bir kadın, ikincisi bir testi yapan sanatkarı gösterir. Testi şahsiyeti veya karakteri simgeliyor. Her insan kendi şahsiyetini oluşturur. O halde, karakteri geliştirmekte davranışlar önemlidir. Kötü davranışlar karakter testisi üzerinde çirkin izler bırakır. Kötü alışkanlıklar ise testinin şeklini hepten bozar. Testiye şekil veren eller de bizim düşünce, söz ve hareketlerimizdir. O halde birinci figür Avidya anlamına geliyor, ikinci figür Samskara veya Karmik şekillendirme anlamına geliyor.
Üçüncü figür ise, ağaçtan ağaca atlayan bir maymun gösterir ve Vijnana, anlamına gelir. Vijnana bir duyu nesnesinden diğerine sıçrayan insanın huzursuz zihnini tanımlar. Erdeme ulaşmış Bodişatvalar'da zihin huzuruna sahip olup, beş duyuya tabi olmaktansa duyuları zihinlerine tabidir. Diğer dokuz figürü anlatmak konumuzu aşar.
Altı loki veya alem şunlardır: İnsanlar alemi, hayvanlar alemi, cehennem alemleri, Petras veya hayaletler alemi, Titanlar alemi ve Devalar alemi. Ezoterik görüşte hayvanlar alemine geçiş mümkün değildir ve mecazi alınması gerekir. Petraslar ise, dünya ortamından kopamamış başıboş ruhlar topluluğudur. Titanlar'ın kim olduğu tam açık değil, belki de mücadeleye dayılı batı alemi. Titanlar ve Devalar alemi arasında Hayat Ağacı gösterilmektedir. Hayat Ağacı da Şaman veya Majisyenin Deva alemine girip çıkmak için kullandığı araçtır. Devalar bazen ilahlar diye tercüme edilir, en doğru karşılığı tabiat ruhları ve meleklerdir. (4)
Heksagram ayrıca İslam kültüründe çeşitli motiflerde kullanılmıştır. Tılsımlarda, sihir ve havasta kötülüğün etkilerine karşı korunmak için kullanılmıştır.
Altı rakamının matematik özelliği parçaların hem toplamı, hem çarpımı kendisine eşittir (1+2+3 = 1x2x3=6). Bu rakam tabiatta muntazam bir şekilde sürekli olarak ortaya çıkar. Arı petekleri ve kar tanecikleri gibi birçok örnek göstermek mümkün.
Altı sayısını kendisiyle çarptığımıza her zaman geri döner (son hanesi): 6 x 6 = 36, 6 x 6 x 6 = 216, 6 x 6 x 6 x 6 = 1296.


"Ve Allah yedinci günü mübarek kıldı,
ve onu takdis etti, çünkü Allah
yaratıp bütün işten o günde istirahat etti."
Tekvim

HEPTAD


Heptad Grekçe'de yedi anlamına gelen Septos kelimesinden türemiştir. Heptad'a septenary de denilmektedir. Grekçe'de saygı gösterme anlamına gelen "sebo" sözcüğü ile bağları olduğu inanılır. Ayrıca, İbranice'de şabo, gerek yedi anlamına, gerekse de bolluk ve tatmin olma anlamına gelir (5). Phythagoras ekolüne göre yedi kutsal, annesiz ve bakiredir. Bakireliği, yedinin bölünmez bir sayı oluşu, annesiz oluşu ve bir dişi çift sayısından, veya erkek tek rakamından türemiş olmasına dayanıyor. O halde, doğrudan doğruya babası olan Monad'dan kaynaklanmaktadır. Yedi sayının kutsallığı hemen hemen her dinde yer alır. Kutsal metinlerde, ezoterik yazılarda ve efsanelerde yedi sayısı muhtelif şekillerde sürekli işlenmektedir. Bunların dökümünü vermek konumuzu aşar.
İnsan bedeni yediye ayrılmıştır. Bunlar iki kol, iki bacak, baş ve gövdenin iki parçasıdır. İnsan başında ayrıca iki kulak, iki göz, iki burun deliği ve bir ağızı vardır ve toplamları yedidir. Hindulara göre insanın beş duyusu haricinde, biri altıncı duyusu (psişik duyu) diğeri de zihinsel idrakı olmak üzere yedi unsuru vardır.
İnsan her yedi yılda bir hücrelerini yenilediği söylenir ve her yedi yılda bir devre geçirir. Bunlar 7, 14, 21, 28, 35, 42, 49, 56, 63, 70 yaşlarında olduğu kabul edilir. Bu yedi senelik devreler sadece şahısların bedensel yenileme, değişme ve olgunlaşma dönüm noktaları değil, aynı zamanda insan yaşantısında köklü değişiklikler yaratan önemli "geçiş" dönemleridir. Eski çağlarda bu dönemler Kabalistik bir sıraya göre (feleklere göre) dizilerek: doğumdan 7 yaşına dek dönme dört elemanın hakim olduğu arza addedilyor, burada bedenin gelişmesi ve kişinin fiziksel ortama uyum sağlaması söz konusudur; 7 ile 14 yaşına dek olan dönem annenin verdiği şefkat ile aya addediliyor; 14 ile 21 yaş arasında ise merkür'ün verdiği öğrenme ve zihinsel gelişme ön plandadır; 21 ile 28 yaş arası ise venüs altında aşk ve cinselliğin keşfi önem kazanıyor; 28 ile 35 yaş arası ile güneş altında kişiliğin gelişmesi ve sosyal çevreye özen göstermesi ağırlıktadır; 35 ile 42 yaş arası Mars ile kişinin kendisini ortaya koyması için mücadele vermesi hakim durumundadır; 42 ve 49 yaş arası ile jupiter'in etkisi ile kişinin yumuşaması, erdeme erişmesi ve çevresine hakim duruma gelmesi söz konusudur ve 49 ve 56 yaş arasında satürn'ün simgelediği olgunluğa ermesi gösterilir.
Altı rakamı nasıl nicelik ve miktar sayısıysa, yedi rakamı da nitelik ve kalite sayısıdır. Bu iki unsur evrenin tüm yapısını içerir. İnsan beyninde sol küre nicelik değerlendirmelere dayanır, ve analiz ve hesap yapmakta kullanılır. Sağ kürenin dayandığı sentez kurma yeteneği yavaş yavaş gelişmektedir. Zamanımızda insanlar genellikle sol küre hakimiyetine sahiptir. Mevcut bilimsel ve kültürel ideoloji sol küre düşünce tarzına yöneliktir, oysa insanların doğal gidişatı bir dengeye doğrudur ve insanın rasyonel melekelerin yanından bir de sezgisel yetenekleri olduğu, bu yetenekler de çoğu zaman garip bir şekilde daha akılcı ve isabetli sonuçlara vardığı izlenilmektedir. Okült gelişmede her iki kürenin faal çalışması ön görülür ve en önemlisi beynin orta kısmının uyarılması söz konusu. Burada iki önemli bez bulunmaktadır, biri beyin epifizi (pineal gland) ve diğeri sümüksü bezi (pituitary gland). Ufak bir kozalağa benzeyen beyin epifizi tarih boyunca insan ruhunun bedeni ile temas ettiği merkez olarak bilinirdi. Bu iki kürenin dengeli ve sağlıklı işlemeleri alında iki petal ve ışından meydana gelen seyyal bir merkezin uyanmasına yol açarmış. Alının tam ortasında bulunan bu merkezin bölgesinde göz hücrelerin bulunduğu atıl bir bez de vardır. Bu bezin milyonlarca yıl önceki bir evrimden kalma olduğu ve o zamanlarda bir çok dinazorda görülen üçüncü bir gözün kalıntısı olduğu bilinmektedir. Halen Galapagos adalarında bazı primitif sürüngen tiplerin başları üzerinde bu üçüncü gözü görmek mümkündür. İşte alındaki bu merkeze üçüncü göz veya zihnin gözü denilir. Asıl Sanskritçe adı "Ajna Çakra"dır.
İnsanların en önemli duyuları hiç şüphesiz görme ve işitmedir. Kuran-ı Kerim'de belirtildiği gibi, "Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken, Pek az şükrediyorsunuz." (32/9). İnsanın geçmiş bir hatırayı zihninde tekrar yaşaması, duyular aracılığıyla gelen impulsleri kayıt alan nöronlardan faydalanarak insan beyninde adeta bir görsel - işitsel gösterisi sahnelemektedir. Ayrıca, insan hayal gücüne dayanarak yapay bir görüntü de yaratabilir, düşünce ise bir nevi yapay sestir. O halde linear, çizgisel düşüncelere daha yatkın olan beynin sol küresi sese ve duyguya ve piktogramlarla, resimle düşünmeye yönelik beynin sağ küresi görüntüye daha meyillidir. Renk ve ses olarak algıladığımız titreşimler tayfının ancak ince birer diliminden ibarettir. Bizim göz ve kulaklara varan titreşimler ise yansıma ve perspektif olaylarından etkilenerek realitenin ancak cüzi bir düzeyinin bize intikalidir. Onlarda duyu organlarımızdan beynimize nakledilirken, impulslerin çoğu beyin süzgecinden geçerken elemine edilir, ancak cüzi bir orandaki impulslar idrak edilir. İdrak edilenlerin ancak bir kısmı, şuurlu bir şekilde dikkate alınır.
Ses tonlarını yedi ayrı notaya bağlama ilk defe Phythagoras tarafından yapıldığına inanılır. Ancak, genelde bu gibi iddialarda Greklerin keşfetmelerinden ziyade, kadim öğretilerinin geçiş köprüleri oluşturdukları görülür. Tarihi söylentilere göre Phythagoras sesteki matematik orantıları saptamak için çeşitli denemeler yapmıştı. İlk olarak bir birine orantılı olarak daha ağır yedi metal cisme birer birer vurmuş ve çıkan seslerin müzik notaları teşkil ettiğini görmüş. İkinci denemesinde de bu ağırlıkları yedi tane gerilmiş telin uçlarına bağlamış, tellere vurduğu zaman yine müzik notalarının çıktığını görmüş. Üçüncü deneyde aynı derecede gerilmiş fakat birbirlerine orantılı olarak daha uzun yedi tele vurmuş ve tekrar müzik notaları elde etmeyi başarmıştır. Grekler ayrıca A, E, İ, O, U gibi sesli harfleri yediye bölerek onları müzik notalarla bağdaştırıyorlardı. Phythagoras, müzik notalarının her biri yedi "kutsal" gezegenden birine tekabülü ettiğini ve gezegenlerin yörüngelerinde hareket etmelerinden çıkan seslerin de inisiyelerin duyabileceği bir "kürelerin müziği" meydana getirdiğini öğretirdi. Yedi "kutsal" gezegen konusu daha sonraki bölümlerde açıklanacaktır.
Bilim tarihçileri genelde 1666 senesini "annus mirabilis", klasik bilimin harika yılı olarak tanıtırlar. Bu yılda büyük dahi, matematikçi, fizikçi Isaac Newton evren mekanizması ve matematikte o kadar buluşlarla çağını aydınlatmıştı ki uzun bir süre bilim adamları kendilerine keşfedecek bir şey bırakmadığı diye şikayet etmişlerdi. Bu yıl ayrıca Newton bir güneş ışığını bir prizmadan geçirerek bütün renklerin beyaz ışıkta var olduğunu göstermişti. Einstein, Newton için şöyle konuştu, "Tabiat onun için açık bir kitaptı". Pek çok kişi Newton'u mekanistik görüşün mucidi olarak görür. Evrende Tanrı, ruh ve şuurun müdahalesi olmadan her şeyin fiziksel sebep ve sonuçlarının ürünü olduğu görüşü, bilim tarihinde çoğu kez Newton'dan kaynaklandığı kayıt edilmektedir. Oysa, Newton'un simya, astroloji ve diğer ezoterik ilimlere meyilli, hatta bu konularda ve ilahiyat üzerinde binlerce sayfalık notlar yazdığı bilinmektedir. Bu notlar John Maynard Keynes'in eline geçmiştir. O da Newton için şöyle yazmıştır, "On sekizinci asır ve sonrası Newton'un modern çağın ilk ve en büyük ilim adamı, bize soğuk kanlı mantıkla düşünmeyi öğreten rasyonelist olarak tanıtılmıştır. Ben onu öyle görmüyorum ve zannetmiyorum ki onun 1696 yılında Cambridge'de bıraktığı sandığın içindeki bize kısmen intikal eden notlarını okuyan herhangi biri bu fikre katılabilir. Newton bilim ve mantık çağın ilk adamı değil, majisyenlerin sonuncusuydu. Newton 10.000 sene evvel bizim entellektüel mirasımızı veren Bâbil ve Sümer büyük dehalarının sunucusuydu."
Newton'un en önemli buluşları binom teoremi, kalkülüs, yerçekimi ve renklerin özelliği idi. Renkler konusundaki buluşu 1666 yılında yaptığı bir deneye dayanıyor. Bu deneyde Newton güneş ışığını bir prizmadan geçirerek renk tayfını elde etti. Daha sonra ikinci bir deneyde bir prizmadan elde edilen renk ışınlarını tekrar bir prizmaya vererek beyaz ışık elde etmişti. Newton renkleri yedi olarak tasnif etmişti. Bazı ilim adamları onun yedili diyatonik müzik skalasına renkleri kıyaslamasını tenkit etmişlerdi ve indigo'nun (eflatunun) gerçek bir renk olmadığını iddia etmişlerdi, ancak Newton'un tasnifi ezoterik görüşlere dayanmaktadır.
Beyaz bütün renkleri içerir, siyah ise renksizliktir, ışığın olmayışını gösterir. Ana renkler, kırmızı, mavi ve sarıdır. Bunlardan kırmızı pozitiftir, mavi negatiftir ve sarı nötr'dür. Turuncu kırmızı ve sarının karışımıdır, yeşil mavi ve sarının karışımıdır ve mor mavi ve kırmızının karışımıdır. Eflatun ise koyu lacivert ve mora yakın esrarengiz bir renktir. Renk tayfını binlerce ayrı tonda renklere bölmek mümkündür. Ayrıca renk tayfında bulunmayan kahverengi bütün renklerin kaynaşmadan karıştırılması ile elde etmek de mümkündür.
Gerek renklerin gerek seslerin de güçlü psikolojik tesirleri vardır. İnsan müzikle başkasında her türlü duygu yaratabileceği gibi renklerle çeşitli duyguları da yaratabilir. İnsanı müzikle ağlatmak, uyutmak, güldürmek, saldırtmak mümkündür. Şifada, ses ve renkler çağlar boyunca kullanılmıştır. Bu ilimin anahtarı ezoterik bilgilerde yatmakla beraber, zamanımızda bu yönde gelişmeler kaydedilmiştir.
Yedi köşeli yılız, heptagram, bir kaç şekilde çizilir. Bunun dışında bir üçgen ve bir kareden oluşan sembol, farklı bir prensibi içermektedir. Eliphas Levi'nin sözleri ile: "Septenary bütün ilahi sistemlerde ve sembollerde kutsal rakamdır, çünkü triad ve tetrad'den oluşmuştur... bu zihnin bütün elemental güçlerle pekişmesidir, Doğa tarafından hizmet edilen ruhtur; Hz. `Süleyman'ın Anahtarında söz edilen SANCTUM REGNUM'dur..". Kadimlere göre üçgen ruh ilahi ve ruhsal bir semboldür, kare ise maddeyi, dört elemanı, bedeni, fiziksel düzen ve kanunu simgeler. O halde, üçgen ve karenin birleşimi, üç ruhsal ve dört maddi unsurdan oluşmuş bir heptad'ı gösterir, bu da evren ve insanın sırrını, ökült yapısını içerir.
Kabala'da Venuş gezegenine tekabül eden heptad, belirli bir kozmik ilkeyi içerir. Ses ve renk tayflarının dışında diğer titreşimler de aynı kurallara tabidir. Bu meydanda kadimlerin kutsal yedi gezegenlerinda, gök cisimleri olarak maddesel kütleleri dışında arkalarındaki soyut ilkeler önemlidir. Yedi sayısının ezoterik astrolojide karşılığı, yedi uçlu yıldız heptagram'ın, evreni oluşturan yedi kozmik plan, bedende mevcut yedi suptil merkez (Çakralar) v.s. anlamları daha ilerki bölümlerde işlenecektir.



"Kadim çağlardan beri İlahi Hayatı
simgelemek için kullanılan Sekiz
Köşeli Yenilenme Yıldızı, ermenin
simgesi ve yılmaya bilmeyen
yükseliş çabasının amblemidir."
Denning & Phillips
"The Magical Philosphy" Cilt 1


OGDOAD


Sekiz köseli yıldız olarak oktogram gerek kadim Orta-Doğu'da, gerekse de İslam döneminde yaygın olarak kullanılan bir semboldür. Oktogramın iki şekli vardır, biri üst üste iki kareden oluşmuştur, diğeri ise asimetrik bir yıdızdır.
Müzikte oktav sekiz ses titreşiminden oluşmuş bir dizidir. Do, Re, Mi, Fa, Sol, La, Ti, Do notalarından oluşan bu ses titreşimleri. Aslında yedidir, son nota "Do" bir tekrarlamadır. Ancak sekizinci nota "Do" daha yüksek bir seviyededir. Oktav'in ikinci anlamı da yedinci sesten sonra, oluşan bu farklı seviyedir. Daha yüksek olan bu seviyede de önceki seviyeye tekabül eden yeni bir yedili dizi başlamaktadır ve o dizinin ilk notası önceki dizinin sekizinci notasını oluşturmaktadır. O halde oktav bir geçiş, bir inisiyason sembolüdür. Yediyle bütünleşmiş, her bir yedi unusur kendi bünyesine çekmiş, yedi mertebeyi aşmış kamil insanın sembolüdür. Kabalistik ağaçta sekizinci sefira Merkürdür.



ENNEAD

Dokuz ilkesini simgeleyen ennead'i birçok ţekilde çizmek mümkündür. Nonogram dokuz köşeli bir yıldızdır ve onu tek bir çizgi ilke çizmek mümkün olduğu kadar, üç üçgenden oluşmuş şekli de vardır. Heksagramda görülen iki üçgen iki zıt unsuru gösterir, oysa üç üçgende ahenk sağlayan üçüncü bir üçgen bulunmaktadır. Pythagoras'un kullandığı bir sembol da birbirinden büyük üç iç içe üçgendir. Ayrıca, üç üçgenden oluşmuş çeşitli semboller de mevcuttur.
Ennead dokuz sayısının sembolüdür. İlk tek sayının karesi (3 x 3) olması dışında birçok ilginç matematik özellikleri vardır. Herhangi bir sayı ile çarpıldığında çıkan sayının birim sayılarının t

oplamı yeni dokuz verir. Kabala'da dokuzuncu sefira'ya ay tekabül eder.
Gurdjieff sisteminin kilit sembolü bir dairenin içerisinde dokuz köşeli bir şekilden oluşan enegramı, son zamanlarda pek çok alternatif spekülasyonlara yol açtığı çin aşağıda gösterilmektedir:
Gudjieff enegramı şöyle izah etmektedir: "Çizgilerle birbirine bağlı dokuz parçaya bölünmüş bir daire şeklindeki sembol, yedi yasası ile üç yasasının birleşimini belirtmektedir.
"Oktav, yedi tona sahiptir ve sekizincisi birincinin tekrarıdır. mi-fa ile si-do arasındaki `aralıkları'nı dolduran iki `ilave şokla' beraber dokuz eleman vardır"
"Daire dokuz eşit parçaya bölünmüştür. Altı nokta, dairenin en üstündeki nokta ile kesişen çapa göre simetrik bir şekli oluşturun çizgilerle bağlanmıştır. Ayrıca, en üstteki nokta, bu esas karmaşık şeklinin oluşmasına katkıda bulunmayan noktaları bağlayan bir eşkenar üçgenin tepe noktasıdır.
"Dairenin içindeki karmaşık şekle gelince, onun kurulmasını içeren yasaları anlamamız gerekir. Bütün olaylarda birlik yasası yansır. Ondalık sistemi aynı yasalar bazında kurulmuştur. Tek bir birimi içinde bütün bir oktavı içeren tek ses olarak ele alırsak, oktavın yedi tonuna ulaşmak için bu birimi eşit olmayan yedi parçaya bölmemiz gerekir. Ancak grafik çizimde parçaların eşitsizliği hesaba alınmamaktadır ve şeklin kurulması için önceden yedide birlik parça, sonra yedide ikilik parça, yedide üçlük parça, yedide dörtlük parça, yedide beşlik parça, yedide altılık parça ve yedide yedilik parça alınır. Ondalık olarak bu parçaları hesapladığımızda:
1/7 = 0,142857...
2/7 = 0,285714...
3/7 = 0,428571...
4/7 = 0,571428...
5/7 = 0,714285...
6/7 = 0,857142...
7/7 = 0,999999...
"Elde edilen bu peryodik ondalık dizilerini incelediğimizde, son sayının dışında, her birinin belirli bir sırayı izleyen aynı altı rakam serisinin tam olarak tekrarlandığı bir diziyi oluşturduğunu hemen görürüz. Böylece, bu dizinin ilk sayısını bilirsek bütün periyodu yeniden kurmak mümkün olur.
"Şimdi, 1'den 9'a dek bütün bu sayıları daireye yerleştirsek ve periyot içerisinde bulunan bütün sayıları başladığımız sayıya göre periyotta verilen aynı rakam dizisine göre düz çizgilerle birleştirirsek, dairenin içersinde gösterilen şekli elde ederiz. 3, 6 ve 9 sayılar periyotta içerilmemektedir. Onlar ayrı bir üçgen, sembolün serbest trinitesini oluştururlar...."
"Anlaşılmalıdır ki genel anlamda enegram evrensel bir semboldür. Her çeşit bilgi enegrama aktarılabilir ve enegram yardımıyla yorumlanabilir... Onu kullanabilen insana enegram kitap ve kütüphaneleri tamamıyla gereksiz kılar. Bir insan tek başına çölün ortasında olabilir, kumda enegramı çizip, onun yardımıyla evrenin ebedi yasalarını okuyabilir."
Gurdjieff öğretilerini Uzak-Doğu, Orta-Asya, Yakın-Doğu ve Kuzey Afrika'yı ziyaret ettiği merkezlerden toplayarak edindi. Gurdjieff'in hedefi kadim çağlardan arta kalan kayıp bir bilginin parçalarını toplamaktı. Onun öğretileri bu tür bilgi kırıntılarının varlığını göstermektedir. Ancak Gurdjieff öğretisinde bilinmesi gereken bazı noktalar vardır: Gurdjieff bütün bildiklerini aktarmıyordu; öğrettiği sistemdeki psikolojik unsurlar her ne kadar dikkatte değerse, kozmoloji ve teknik bilgilerin çoğu ne bilime, ne de okült tradisyona uymamakla beraber yine de bazı paralel kavramlar içermektedir; Gurdjieff'in öğrettiği sistem müritlerine belirli bir etki aşılamaya yönelikti ve zaman zaman mecazi olarak alınması gereken kasıtlı yanıltılar ve suni kavramlar da içeriyordu. O halde enegramı bu parametreler içersinde almamız gerekir. Belki de enegram çok önemli yasaları saklayan kadim bir semboldür ve Gurdjieff onu ziyaret ettiği bilgi merkezlerinden edindi. Bu taktirde onu Gurdjieff'in garip fiziyolojik, kimyasal ve kozmolojik teorilerinden soyutlamak gerekir.



DEKAD



Dekad yukarıda sözü geçen bütün sayıları içeren sayıdır.
On değerini incelediğimiz zaman ister istemez, bu yazının temel evresini aşan bir evreye girmekteyiz. Bu evre de Kabala'dır ve bu da ayrı bir yazının konusudur.




KUTSAL GEOMETRİ

Ennead ve Dekad'ı da açıklamakla konumuzu uzatabiliriz. Ennead özelliktle Gurdjieff öğretilerinde geniş bir biçimde işlendi. Ancak yolumuza devam edip, diğer konulardan da bilgi kırıntıları toplamaya devam edeceğiz.
Antik Grek filozofların spekülatif geometriğe verdikleri önemi anlamak bize biraz zor gelebilir. Onların bilgileri büyük çapta kayıptır. Oysa, bu konuda bildiklerimizde, günümüzde mecazi yaklaşımlar işlenmediği için, herhangi bir felsefi veya psikolojik boyutları yoktur. Euclid'in geometri kitabı yakın zamana kadar okullarda okutuluyordu. Ancak kutsal geometrinin sırlarına vakıf olduğu söylenen Euclid, onları kağıda dökmüyordu, bu sırlar ağızdan kulağa, kulaktan ağza dolaşıyordu. Diğer taraftan da, sezgi ve derin düşünce ile bu sıraları açığa çıkarılıyordu, insanı gayret etmeye zorluyordu. Ancak zamanımızda durum biraz farklı, Modern medyanın yaygınlığı, teknolojik gelişme ve ekonomik refah insanları içsel yerine nesnel realitelere itmektedir. İnsan bir nevi yabancılaşma yaşamaktadır, kendisini tanımamakla birlikte, ruhunu bir takım cisimlere iyicene kaptırmış durumundadır, zihni daldan dala atlayan bir maymun gibi dağınık ve belirsizdir, olayların elinde bir piyondur. Bu durumda, kadimlere kıyasla soyut kavramların verdiği zevki, desteksiz düşüncenin varabileceği zirvelerinin şuurunda değildir.
Şüphesiz, Framasonluğun (bana bakmayın, ben hariciyim) yüksek derecelerine vakıf olanlar, Hermetik Yasalara biraz da aşındılar. Bunu da, pek de gizli sayılmayan edebiyatlarını inceleyebilenler kolayca görebilir. En önemli sembollerinden biri de, üçgen içerisinde G harfıdır. Bu harfa addedilen anlamlardan biri de, baş harfından dolayı geometridir. Üçgen de geometriyi doğuran şekildir. Diğer bilinen sembolleri arasında pergel ve gönye vardır. Platon'un kurduğu esaslara göre, bütün geometrik şekiller ve etütler sadece bu iki aletin desteğiyle çizilir ve çözülür. Üstelik gönye üzerinde herhangi bir ölçü işareti olmaması gerekir.
Vaktiyle okul sıralarında bizi uyutan, sıkıntıdan çatlatan konuları belki de başka bir gözle bakmanın zamanı geldi. Geometrik spekülasyonun yaratıcı ve sanatsal yönünü, arkasında gizli derin düşünce merhaleleri, içerdiği kozmik yasaları hiç bir zaman bize öğretilmedi. Belki de, hocalarımız bu konuyu bize farklı bir şekilde sunmayı başarsaydılar, biz de kadimlerin ve dahilerin heyecanını yakalardık.
Konumuza böylece toparlarken bu konularda söyleyecek çok söz olduğunu belirtelim, ileride vakit müsait olursa bıraktığımız yerden tekrar devam ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder