Pazar, Temmuz 31, 2011

bakır çubukla altın arama

ÇUBUK , İÇERİSİNDEKİ MALZEMELER ve bunlarla yapımılması hususu aşağıdaki gibidir.
GEREKLİ Malzemeler;
- 4 adet 25 cm bakır boru
-15 cm uzunluğunda pirinçten (sarı) yapılmış tüp bakır boru içerisine rahat girecek kalınlıkta ve bir tarafı kapalı, diğer tarafı alyan vidalı
-Civa (TEMİZ OLACAK)
-Altın 1 er gr.lık 2 adet
-Gümüş 1er gr.lık 2 adet (bu ölçü anlaşılsın diye gramla verilmiştir.)
-1 adet şırınga

Dikkat edilecek şey:malzem eleri sadece iki çubuğa konulacak diğer iki çubuk boş olacak


Dolu çubuklar + işaretlenecek ve dolu çubuklar sağ el ile boş çubuklar sol elde olacak.

4 ADET 25 Cm.boyundaki bakır boruların uç kısımları 2cm.ölçüsünde mengenede sıkıştırılarak ezilecek

bu kısımlar ( V ) şekline testere veya teneke makası ile getirilecek

bu işlemden sonra kesilen kısımlar eğe ile tesfiye edilmesinde fayda vardır..

Şırınga ile 4 çizgi ölçüsünde civa çekilecek

,her bir pirinç tüpün içerisine 2.şer çizgi olmak üzere enjekte edilecek,

içerisine 1 gr.altın ve 1 gr.gümüş eklenecek alyan anahtar ile vida ile sıkıca kapanacak,

sonra ağızları (V) şeklinde ki bakır borulardan 2 si alınacak birisinin içerisine hazırlanan prinç tüp konulacak

bu iki boru (V) YE YATAY olmak kaydıyla 2 cm. bu defa tüpün konulduğu taraftan diğeride boş olarak ezilecek

Kalan diğer iki boru nun birinin içerisine tüp konulacak

diğeri boş bırakılarak ayni şekilde 2cm bu defa (V) DİKEY OLARAK mengenede ezilecek.

ÇUBUKLARINIZ HAZIR.


KULLANIMINA GELİNCE ; iki kişi (biri yataydiğeri de dikey) olanları alarak karşılıklı duracaklar dolu olan çubukla sağ ellerde olmak üzere ( V ) şeklindeki yerlerine takılacak işaret ve baş parmak arasında ezilmiş olan uçtan düşmiyecek kadar serbest tutulacak,arama esnasında baş parmak ile çubuk arasına birebir aranacak malzeme örneği konulacak Bu güne kadar bu tür araçlarla yapılan aramalarda GENELDE İSTİKAMET BELİRLENMESİ amacında büyük faydalar sağlandığı kullananlarca ifade edilmiş ve arazide tatbikinde gözlemlenmiştir. ANCAK hedef olarak yerdeki nesnelerin bulunmasında öncelikle MİNERAL le karşılaşılmaktadır.
uzun çalışmalar sonucu mineral çekiminin meleke haline gelmesine müteakip diğer malzemeleri bulma şansınız daha fazla olacaktır.

Çubukları iki kişi kullanacak.karşılıklı tutulacak.ve elde tutulan çubuklar hafif şekilde ileriye itilecek çok hafif
çubuklar hedefi kendisi bulacak .kullanınca sizde fark edeceksiniz.


ÇUBUK HAREKETLERİ;
ÇUBUKLAR SAĞA YÖNELDİĞİNDE,İSTİKAMET SAĞ TARAF
ÇUBUKLAR SOLA YÖNELDİĞİNDE ,İSTİKAMET SOL TARAF
ÇUBUKLAR BAKLAVA ŞEKLİNİ OLUŞTURDUĞUNDA,HEDEF HEMEN ALTINDA
ÇUBUKLAR SAĞ SAĞA SOLDA SOLA AÇILDIĞINDA ,HEMEN ALTINDA BOŞLUK VAR demektir.
ÇUBUKLA DERİNLİK ÖLÇÜMLERİ;
Arama esnasında ÇUBUKLARIN BAKLAVA DİLİMİ OLUŞTURDUĞU VEYA AÇILIM YAPTIĞI MERKEZ İŞARETLENİR ÇUBUKLARIN KONUMU BOZULMADAN YÜRÜMEYE DEVAM EDİLİR BİRAZ SONRA ÇUBUKLAR BAŞLANGIÇ KONUMUNA GELECEKTİR. Burası ile baklava dilimi oluşturduğu işaretli yer arası ölçülür .BİREBİR DERİNLİK BULUNUR

SARKAÇ FALI NEDİR?

SARKAÇ FALI NEDİR?

Radyestezi, dowsing, rabdomansi (asa falı) veya yeraltı su araması olarak da bilinen Sarkaç Falı, insan duyarlılığını kullanarak canlı veya cansız varlıklardan yayılan gizli enerjileri bulup yorumlamak suretiyle gerçekleştirilen bir kehanet türüdür. Bazı halklar gizli bilgileri açığa çıkarmak konusunda ruhani yol göstericilerinin enerji kaynağı görevi gördüğüne inanırlar.

Sarkaç Falının Tavsiye Edilen Bazı Kullanım Alanları:

• Doğmadan önce bir bebeğin cinsiyetini öğrenmek (Bebek cinsiyeti belirleme servisimizi denemenizi öneririz).
• Gelecekte meydana gelecek bir olayın tarihini bulmak (Astroloji servislerimizi kullanmanızı öneririz).
• Kayıp nesnelerin yerini bulmak.
• Hayaletlerin/Ruhların varlığını saptamak (Ruhlarla sohbet için Ouija konuşan tahtamızı denemenizi öneririz).
• Çevredeki enerji değişikliğini saptamak.
• Sağlık sorunlarının teşhis edilmesine yardımcı olmak (her zaman önce bir doktora, sağlık uzmanına danışın).
• Yeraltı su kaynakları aramak (değirmenler vs için yeraltında su kaynakları bulmak).

Yarın Ramazan olursa, ben oruçluyum diyen kimse

Ramazan'ın başlaması ilan edilmemişse ve: Yarın Ramazan'ın ilk günü olursa, ben oruçluyum diyerek erkenden uyuyan kimsenin bu niyeti yeterli olur mu?
Bu kimsenin orucu sahih olur mu?

Hamd, yalnızca Allah Teâlâ'ya mahsustur.
İslâm âlimleri,niyetin tayini meselesinde görüş ayrılığına düşmelerinden dolayı bu meselede iki görüşe ayrılmışlardır:
Ramazan orucuna kesin bir dille niyet etmesi gerekir mi?
Ya da ister farz olsun, isterse nâfile olsun, sadece oruca niyet etmesi yeterli midir?
Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler'den oluşan âlimlerin çoğunluğu, Ramazan orucunun niyetinin tayin edilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir.
Hanefîler ise, niyetin tayin edilmesinin şart olmadığını söylemişlerdir.İmam Ahmed'in ikinci bir görüşe de bu doğrultudadır.
Bu görüşe göre: Yarın Ramazan'ın ilk günü olursa o benim farz orucumdur, diyen kimsenin orucu geçerlidir.
el-Furû' yazarı (c: 3, s: 40)'ta şöyle demiştir:
"Şâfiî ve Mâlik'in görüşlerine uygun olarak her farz orucun niyetinin tayin edilmesi gerekir.Yani Ramazan orucunu veya Ramazan orucunun kazasını veya adak orucunu veyahut da keffâret orucunu tutacağına inanmasıdır.
Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( إنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ، وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى.)) [متفق عليه]
"Ameller, ancak niyetlere göre geçerlilik kazanır.Herkes ancak (ameliyle) niyet ettiğinin karşılığını alır." (Buhârî, hadis no: 54, Müslim, hadis no: 1907/155).
İmam Ahmed'den rivâyet olunan ikinci rivâyete göre o şöyle demiştir:
"Ebu Hanîfe'nin görüşüne uygun olarak Ramazan orucu için niyetin tayin edilmesi gerekmez. Çünkü tayin ile Ramazan olup-olmadığı birbirinden ayırt edilmek istenmiştir.Bu zaman (Ramazan) ise, tayin edilmiştir (bellidir). Buna göre Ramazan orucu mutlak bir niyetle sahihtir, fakat farzın niyetinde tereddüt etmiştir.
"Farzın niyetinde tereddüt etmiştir" sözü ile kast edilen, şek gününde niyet etmesidir.
Örneğin bir kimsenin: "Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa, o benim farz orucumdur. Eğer Ramazan'ın ilk günü olmazsa, (tutacağım oruç) nâfile oruçtur, demesi; birinci rivâyete göre yarın Ramazan orucunu tutacağını kesin bir dille ifâde etmediği için orucu geçerli değildir. İkinci rivâyete göre ise, orucu geçerlidir."
El-İnsâf yazarı (c: 3, s: 295)'te şöyle demiştir:
"Bir kimse: Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa o benim farz orucumdur, Ramazan'ın ilk günü olmazsa, (tutacağım oruç) nâfile oruçtur, derse, bu görüş, mezhebe göre geçerli değildir. Ashâbımızın çoğu bu görüştedir. Bu görüş; niyetin tayin edilmesinin şart olmasından dolayıdır."
İmam Ahmed'den rivâyet olunan diğer bir rivâyete göre ise, orucu geçerlidir.Bu görüş ise, Ramazan orucu için niyetin tayin edilmesinin gerekli olmamasından dolayıdır. Şeyhulislâm Tekiyyuddîn İbn-i Teymiyye bu görüşü tercih etmiştir.
el-Fâik kitabının yazarı şöyle demiştir:
"el-Muharrer kitabının yazarı ile hocamız bu görüşü desteklemiştir.Tercih edilen görüş de bu görüştür."
Bu konuda şu kitaplara bakınız:
-          el-Bahru'r-Râik; c: 2, s: 280.
-          Mecme'ul-Enhâr; c: 1, s: 233.
-          Muğni'l-Muhtâc; c: 2, s: 150.
-          el-Muğnî; c: 3, s: 9.
-          el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye; c: 5, s: 165 ve c: 28, s: 22.
Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin-, "Zâdu'l-Mustakni'" kitabının yazarının: "Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa o benim farz orucumdur, diye niyet ederse, orucu geçerli değildir." Sözünü şerh ederken şöyle demiştir:
"Bu mesele, çoğu zaman sorulan önemli bir meseledir. Bunun örneği şöyledir:
Bir kimse, Şaban ayının otuzuncu gecesi erken uyumuştur. Bu gecenin Ramazan'ın ilk gecesi olması muhtemeldir.Bu kimse uyumadan önce:
- Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa o benim farz orucumdur veya eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa ben oruçluyum veyahut da eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa, o farz oruçtur, Ramazan'ın ilk günü olmazsa, farz veya vâcip olan bir orucun keffâretidir veya buna benzer bir şarta bağlayarak niyet ederse, mezhebimize göre sahih olmaz. Çünkü bu kimsenin: Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa o benim farz orucumdur, sözü; tereddüt üzere olmuştur.Niyetin ise kesin olması gerekir.Eğer bu kimse, ancak fecir doğduktan (imsaktan) sonra uyanır ve bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu anlarsa, "Zâdu'l-Mustakni'" kitabının yazarının görüşüne göre bu günü kaza etmesi gerekir.
İmam Ahmed'den rivâyet olunan ikinci rivâyete göre görüşü şöyledir:
"Bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu anlarsa, orucu geçerlidir. Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye de bu görüşü tercih etmiştir. Kanımca bu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Zübeyir'in kızı Dıbâa'ya şöyle buyurmasına dâhildir (onun gibidir):
- Haccını yap ve şöyle şart koş: Allahım! Hastalık, gecikme veya başka bir şey, haccımı tamamlamama engel olursa, bunun için ihramdan çıkacağım, dersin. Çünkü senin, Rabbine şart koşma hakkın vardır." (Buhârî ve Müslim)
Bu kimse ise, yarın Ramazan'ın ilk günü olup-olmadığını bilmediğinden dolayı orucunu şarta bağlamıştır. Dolayısıyla bu kimsenin tereddüdü, Ramazan ayının başlamasının sâbit olması konusunda tereddüt etmesinden dolayıdır.Yoksa yarın oruç tutayım mı veya tutmayayım mı diye niyette tereddüt etmesinden dolayı değildir.
Bu sebeple bu kimse, Ramazan'ın ilkk gecesinde: Yarın oruç tutabilirim de tutmayabilirim de derse, ona şöyle deriz: Bu gecerli olmaz. Çünkü bu kimse tereddütlüdür.
Buna göre biz, Şaban ayının otuzuncu gecesi bize haber gelmeden önce uyursak, şöyle niyet etmemiz gerekir: Eğer yarın Ramazan'ın ilk günü olursa biz oruçluyuz." (eş-Şerhu'l-Mumti'; c: 6, s: 375). 
Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Etin İslâmî usûllere göre kesildiğinden emîn olmadığımız halde müşterilerine domuz eti ve içki sunan lokantalarda et yemek câiz midir?

Etin İslâmî usûllere göre kesildiğinden emîn olmadığımız halde müşterilerine domuz eti ve içki sunan lokantalarda et yemek câiz midir?
Bilindiği gibi bu etlerin içerisinde domuz eti de bulunmakta, (lokantada) aynı buzdolabında depolanmakta ve aynı kaplarda pişirilmektedir.

Hamd, yalnızca Allah'adır.
Bu durumdaki müslümanın, İslâm'da yenilen yiyeceğin helal olmasının öneminden dolayı -bu konuda zorluk ve meşakkat bulsa bile-, bu gibi lokantalarda yemek yemekten sakınıp uzak durması, helal eti ve helal mekanı araştırıp bulması gerekir.

VANIN GİZEMLİ SIR TAŞLARI VE URARTU BİLMECESİ

URARTU BİLMECESİ
Van'ın Sır Taşları

Binlerce dikilitaş ve pergelle çizilmiş kadar düzgün iki devasa halka... Astronomik bir önemleri mi vardı? Ezoterik işlevlere mi sahiplerdi? Bir kerede mi dikildiler, zaman içinde mi? Van il merkezinin yanı başında olduğu halde bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmediler. Urartu bilgeliğini yansıtan bu yaratıların gizeminin çözülebilmesi için çok geniş çaplı kazılar ve incelemeler gerekiyor.

 Geniş bir alan üzerinde büyük bir özen, hesap ve geometri ile sıralanmış 2 bin 475 adet dikilitaş... Taşlardan büyük halkalar ve yumuşak kayalara oyulu oda mezarlar... Urartulardan kalan belki de en gizemli yaratılar bunlar. Rahatlıkla ulaşılabilen konumu ve etkileyici görünümüne karşın, nedense hiç kimsenin dikkatini çekmemiş bugüne değin, tabii ki definecilerden başka... Oysa burası Urartuların yüksek düzeydeki uygarlığının yeni bir kanıtı ve Urartu bilgeliğinin en son yansımalarından biri gibi görünüyor.


Binlerce dikilitaşın bulunduğu tarlanın ve onun önünde dev halkaların Kalecik köyündeki Şahbağı kayalıklarından görünümü oldukça etkileyici. insanı şaşırtan bir düzene sahipler.
İç göçlerle gitgide sağlıksız şekilde kalabalıklaşan Van il merkezinin birkaç kilometre kuzeyindeki Kalecik köyü, bilim dünyasınca uzun zamandan beri tanınıyor. Sipsivri bir kayalık üzerine kurulu küçücük Urartu Kalesi, sur kalıntıları ve kayaya oyulu sarnıcıyla çok eskiden beri ünlenmişti. Bilimsel açıdan ilk kez 2001 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Rafet Çavuşoğlu tarafından keşfedilen şaşırtıcı yeni buluntular kalenin 1.5 kilometre kuzeyinde, Şahbağı Tepesi denen alçak bir kayalığın batı eteklerindeki düzlükte yer alıyor.
Düz bir alan üzerinde dizili ilk günkü konumlarını hâlâ koruyan dikilitaşların (monolit) yükseklikleri 80 santimetre ile 1 metre 30 santimetre arasında değişiyor. Ancak binlerce yıldır süregelen erozyon nedeniyle bugün kısmen toprakaltındalar. Yöresel kireçtaşından kabaca dikdörtgen prizma biçiminde yapılan monolitler yerlerine hiç işlenmeden oturtulmuşlar. Toprağa saplanacak bir ayağa sahip değiller. Önceden hazırlanmış sert, düzgün bir zeminde yanlardan daha ufak taşlarla beslenerek ayakta tutuldukları anlaşılıyor. Tüm monolitlerin bir kerede mi, yoksa zaman içinde yavaş yavaş mı dikildikleri şimdilik bilinmiyor.


Üç bin yıl önce büyük bir özenle 2 bin 475 adet dikilitaşın ne amaçla dikildikleri şimdilik bilinmiyor. İlk akla gelen varsayım bir Tanrı kültü ile ilgili olduğu.
Dikilitaş tarlasının hemen batısında, etrafı yumruk büyüklüğünde taşlarla çevrili, biri 13 biri de 30 metre çapında iki halka var. Yapay bir yükselti üzerinde kurulmuş gibi görünen halkalardan büyüğü ile dikilitaşları bir hendek ayırıyor. Batıya doğru gidildiğinde 30 metre çapında bir diğer halka çıkıyor karşınıza. Bunlar sanki bir pergelle çizilmişçesine düzgün. Giriş açıklıkları var mı, henüz belli değil. Ancak gerek bu halkalara ve gerekse dikilitaşlara, hemen doğuda yükselen Şahbağı kayalıkları üzerinden bakıldığında çok etkileyici ve hatta gizem dolu bir manzara ile karşılaşılıyor. İlk bakışta adeta başka dünyalardan gelmiş akıllı uzaylıları düşündürüyor.
Dev boyutlu taş halkalar ve binlerce kaba dikilitaş hangi amaca hizmet ediyordu? Bu saha ne gibi bir önem taşıyordu? Bu gibi soruların yanıtlarını vermek, bilmeceyi çözmek için vakit çok erken. Şimdiden söylenecek odur ki, çok kaba bir hesapla toplam ağırlıkları 300-400 tonu bulan monolitler ile geniş çaplı taş halkalar büyük bir emek ve işgücünün ürünü. Bu da seçilen alanın Urartular'ın gözünde belirli bir önem taşıdığına işaret ediyor. Benzerlerine Urartu ülkesinin başka yerlerinde rastlanmaması belki de, Kalecik'in başkent Tuşpa'ya özgü kral ve ezoterik işlev taşıyan bir tesis olmasından kaynaklanıyor.


Kalecik'teki gizemli alanın gözlem için de kullanılmış olabileceği ileri sürülüyor. Çünkü alan denizden 1800 metre yükseklikte; gökyüzünü izlemek için uygun bir yer.
Güneybatı uçtaki düzlükte, definecilerce delik deşik edilmiş kalıntılar yer alıyor. Belli ki burası eski bir mezarlık. Alanda ekim ayı içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ve Van Valiliği ile Ener Enerji Şirketi'nin maddi destekleriyle Van Müzesi ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nce kurtarma kazıları yapıldı. Yağmalanmış 18 oda mezardan 9 tanesi temizlenerek yeniden incelendi. İçlerine, kuyu biçimli bir geçit (dromos) ve alçak bir kapıdan iniliyor. Girişler bazen güneye, bazen de batıya bakıyor. Kabaca dörtgen ya da dikdörtgen planlı odaların yükseklikleri 1-1.5 metre, büyüklükleri ise değişiyor. Kimilerinin duvarlarına penceremsi küçük nişler açılmış, yan duvarların önünde ince-uzun sekilere yer verilmiş. Ancak eğilerek ayakta durulabilen alçak, karanlık ve nemli odaların içi sanki bir savaş alanı gibi darmadağınıktı. Defineciler geride en küçük bir buluntu bırakmamak için her yanı köşe bucak eşelemişler. Çoğu yetişkinlere ait insan kemikleri oraya buraya fırlatılmış; birkaç çocuğa ait sütdişleri de fark ediliyor.
Definecilerden artakalan ve ince eleklerden geçirilen mezar toprağı içinde yine de gözden kaçan ilginç buluntular var. Tunç, gümüş ve altından haşhaş kapsülü ve arslan başlı süs iğneleri, tunç at koşum takımı parçaları, kimileri ejder başlı tunç ve gümüşten çocuk bilezikleri, kemik iğne, gümüş küpe, yüzük, tunç amulet (muska) çanak çömlekler, kandil parçaları ve oldukça özenli işçiliğe sahip mekik biçimli iri akik ve cam boncuklar alışılmış Urartu eserleri.


Güneybatı uçtaki düzlükte yer alan, tümü yumuşak kil kayalara oyulu Urartu kaya mezarlarının odaları oldukça alçak. Yükseklikleri 1-1.5 metre arasında değişiyor
Küçük odalardan birinde üç insan kafatası ve iskelet parçalarıyla birlikte toplu olarak ortaya çıkarılan demirden buluntular ise oldukça ilginç. Balta, kılıç, bıçak ve mızrak gibi bilinen silahların yanında spatulalar, keskiler ve kalın yüzlü orak benzeri yeni aletler dikkati çekiyor. Küçücük bir odada toplanmış bu demir alet ve silahların anlamı neydi? Kimler için bırakılmışlardı? Bilinmez. Ancak başkent Tuşpa'nın (Van Kalesi) tam karşısında ve çıplak gözle rahatlıkla görülebilen uzaklıktaki bu yapılar topluluğunun Urartu Krallığı döneminden kaldığı, yani günümüzden 2 bin 800-700 yıl önceye uzandığı kuşkusuz.
İnsanoğlu dünyanın her yerinde, her zaman büyük taşlara saygıda kusur etmemişti nedense. Diyarbakır-Ergani yakınlarındaki Çayönü, Şanlıurfa-Bozova civarındaki Nevali Çori gibi Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ merkezlerinde somutlaşan bu ilgi binlerce yıl kesintisiz sürüp gitti ve günümüze değin ulaştı. Ancak eski Önasya dünyasında uzun sıralar halinde kaba taş dizilerinin belli ki farklı bir anlam ve önemi vardı. Bu türde kaba taş dizileri Filistin ve Kuzey Suriye'de İÖ III. binyıldan beri bilinmektedir. Filistin'de Gezer ve Hazor, Suriye'de de Tell Chuera en ünlüleri. Urartuların hemen güneyindeki amansız komşuları Assur'un aynı adı taşıyan başkentinde (bugün Kalat Şergat) biri krallara, biri de yüksek rütbeli bürokratlara ait iki uzun dikilitaş sırası dikkat çekiyor. Çok sade görünümlü taşlar üzerinde, Assur çiviyazısı ile kazılmış, sahibinin adı ve unvanlarını bildiren `Kral Adad-nirari'nin', `Evrenin kralı Şalmaneser'in' gibi çok kısa yazıtlar yer alıyor. Bürokratların tümü, Assur'da her yıla adını vermiş (limmu) ve valilik gibi görevler üstlenmiş kişiler. İlk yapıldıklarında surların dışında durmak üzere tasarlanmış taş dizileri, İÖ II. binyılın ikinci yarısından başlayarak yaklaşık 7 yüz yıl kullanılmıştı. Her birinin, bir yıla adını vermiş kişilere ait olması nedeniyle, işlev olarak dev boyutlu bir takvim olarak kullanıldığı sanılıyor. Gerçekten de özellikle krallara ait dizi, Assur tarihinin kısa bir özetini sunar gibi.


Kalecik köyündeki aynı düzlükte kaya mezarları bulunuyor. Birinde duvarlara boydan boya nişler açılmış. Urartu mezarlarında sık karşılaşılan bu türde nişlere cesetlerle birlikte bazı eşyalar, kimi zaman içlerine yakılmış kişilerin küllerinin konduğu vazolar bırakılıyordu.
Devasa boyutlu taş halkalara gelince, onların yakın çevrede benzerleri yok. Van Gölü havzasının kuzeyinden başlayıp Doğubayazıt ve Kars yöresinden Ermenistan ve Gürcistan'a değin yayılmış kurgan türü yuvarlak mezar anıtları ile arkeolojide kromlek denen taş halkalarla çevrili mezarlar Kalecik'tekilerden farklı. Bu yüzden Kalecik'tekilerin birer mezar halkası oldukları söylenemez. Doğuya doğru, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasında kalan platoda taş halkalar bulunmuştu. Kutsal alan ya da tapınak kompleksi olarak nitelenen ve Demir Çağı'na tarihlenen bu halkaların yakınlarında insan biçimli (anthropomorf) steller ve iri taşlar dikili. Taş halkaların en yoğun ve en uzun süreli kullanıldığı bölge Avrupa'ydı. Burada çapları zaman zaman 400 metreye ulaşan taştan halkaların en eski örnekleri İÖ IV. binyılın sonlarına değin uzanır. Güney İngiltere'de, Wiltshire yakınlarındaki, her yıl yaklaşık bir milyon insanın ziyaretine sahne olan Stonehenge bunlardan en ünlüsüdür. Kimileri onu güneş kültü ile ilgili dinsel bir tören alanı olarak nitelerken, kimileri de güneş ve ayla ilgili astronomik bir gözlemevi olarak tanımlıyor. Orta İtalya'da, Abruzzo yöresindeki Fossa'da Erken Demir Çağı'na (İÖ 1000-800) ait kaba taş dizileriyle çevrili halkalar ile sıraların da horolojik (vakit ölçme bilimi) ya da astronomik bir önem taşıdıklarına inanılıyor.

Kalecik Urartu dönemi mezarlığındaki küçük bir oda-mezarda bulunan demir eserler arasında balta, kılıç, bıçak ve mızrak gibi bilinen türlerin yanında işlevi tam olarak anlaşılamayan aletler yer alıyor.
Alışılmışın dışında özellikleriyle dikkati çeken Kalecik'teki bu muazzam tesis hangi amaca hizmet etmek üzere tasarlanmıştı? Arazide yapılan incelemeler ve günümüze ulaşan kalıntılar buranın bir yerleşim yeri olmadığını açık şekilde gösteriyor. Ne bir mimari kalıntı ve ne de insanoğlunun günlük yaşamına ilişkin izlerden eser var. Öyleyse binlerce yıl öncesinden günümüze ulaşan bu etkileyici kalıntıların anlamı neydi? Burası da bir tür göksel gözlem alanı olamaz mı? Urartularla çağdaş Babil ve Assurlular İÖ II. binyılın ortalarından beri astronomik gözlemlerde bulunmuş, özellikle de Venüs yıldızının doğuş ve batışına ilişkin kayıtlar tutmuşlardı. İÖ 700'lerden itibaren astroloji ile ilişkili bu astronomik gözlem raporları sistemli bir biçimde kaydedilmeye başlanmıştı. Ay'ın hareketleri ve tutulmaların zamanı kestirilebiliyordu. Bu etkinliklerin amacı, kralın ve ülkenin geleceği hakkında kehanetlerde bulunmak ve aynı zamanda dinsel bayramlarla ilişkili belli bir takvim saptanmasına yönelikti. Gerçekten de eski Mezopotamya'da kamer bir takvim kullanılıyordu. Her yeniay, akşamüzeri güneşin batışı ve hemen ardından da hilalin görünmesiyle başlıyordu. 12 kamer ayın toplamı yaklaşık 354 gün tutuyordu. Eski Yakındoğu dinlerinin ay döngüsünü çeşitli şekillerde kutsamaları nedeniyle, bunlarla yakın ilişkiler kurmuş Urartuların da ayın evrelerini bir zaman faktörü olarak algılayıp, yıllık törenlerle kutladıkları düşünülebilir. Nitekim Urartu panteonunda Ay, hem Selardi ve hem de olasılıkla Siniuardi adıyla iki ayrı Tanrı olarak saygı görüyor, bunlardan biri dolunay, ötekiyse hilal evrelerini ifade ediyordu. Güneş Tanrısı ayı ise büyük törenlerle kutlanan kutsal bir aydı. Şiuini adındaki Güneş Tanrısı'nın kült merkezi belki de Tuşpa'ydı ve bunun için büyük törenler daima başkentte yapılıyordu. Kalecik'teki bu tesisin törensel bir anlamı olduğu belirgin. Taşların diziliş ve yönlendirilişindeki yön ve konum anlayışı bir Tanrı kültü ile ilişkilendirilebileceği gibi, astronomik bir gözlem amacı güdüldüğü de düşünülebilir.

Urartu mezarlarının giriş ağızları bir kuyuyu andırıyor. Cesetler alttaki küçük gömü odasına bu açıklıktan yararlanılarak indiriliyordu. Kalecik mezarlığındaki kaya odalarının tümü define avcıları tarafından önceden keşfedilmişti. Arkeologlar onlardan arta kalanlarla yetinmek zorunda...
Yakındoğu'nun çatısında yaşayan bu halk geceleri ışıl ışıl parıldayan gökyüzü ve yanıp sönen yıldızlara karşı ilgi duymamış olabilir mi? Sanmıyoruz. Kalecik'te gökyüzü geceleri pürüzsüz olarak görülebilir. Yani bir bakıma burası adeta doğal bir gözlem alanı. Böyle bir yükseklikte yaşayan ve büyük bir devlet sistematiği yaratma başarısını göstermiş Urartuların semayı gözlememiş olmalarını düşünmek zor. Güvenilir bir takvim sistemi olmaksızın güçlü bir devlet kurmanın sıkıntıları da açık. Çalışmalar yeni başladığı için şimdilik daha fazla bir şey söylenemez. Kalıntıların astronomik, metrolojik ya da geometrik açıdan bir anlam taşıyıp taşımadığını tartışmak için vakit erken. Her şeye karşın mevcut kanıtlar ve kalıntılar bu alanın alışılmışın dışında özel bir işlev taşıdığına işaret ediyor. Bir gün Kalecik'teki bilmece çözülür ve buranın gerçekten astronomik bir gözlemevi olarak kullanıldığı ortaya çıkarsa arkeoastronomi bilimi yeni bir laboratuvar kazanacak ve Anadolu kendi Stonehenge'ini bulacaktır. Bunun için ileriki yıllarda çeşitli disiplinlerden bilim insanlarının oluşturacağı çalışma gruplarının geniş çaplı kazı ve incelemelerde bulunması gerekecektir bu ilgi çekici alanda. Yoksa definecilerin amansız yağma ve yıkımından geriye fazla şey kalmayacak gibi, ne yazık ki.
Nazca Çizgileri
Güney Peru'da Nazca Vadisi'ndeki gizemli işaretler havadan bakıldığında etkileyici şekilde görülebiliyor. 'Nazca Çizgileri' denen İS 400-500 yıllarından kalma bu garip işaret gruplarının ne amaçla yapıldıkları da bilinmiyor. Astronomik gözlem, takvim ya da dinsel anlamlı olabilecekleri düşünülüyor. Urartulardan bin yıldan fazla bir zaman sonra çok farklı bir coğrafyada yapılmış bu işaretler her uygarlığın kendine özgü gizemlerle dolu yönleri olduğunun ifadesi.

Mısır'ın Unutulmuş Hazineleri

Kahire'deki Mısır Müzesinin yüzüncü yıl sergisine bu özel bakışta, yıllardır karanlık depolarda kalmış ya da kalabalık galerilerde dikkatten kaçmış tarihi eserlerin, bu büyük gösteriye nasıl hazırlandığı anlatılıyor.


Eski Mısır’ın 1800’lerde yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkan ihtişamı, 15 Kasım 1902’deki açılışında Mısır Müzesi’ni ışığa boğmuştu. Efsanevi arkeologlar o günden beri bu zenginliklerin kat kat fazlasını açığa çıkardılar – harika heykeller, gizemli mumyalar, Tutankamun’un altınları... Bunların çoğunun son durağı müze galerileri olmuş olsa da, pek çoğu incelenemeden veya sergilenmeden karanlık depolarda yitip gitti. Geçtiğimiz yaz Mısır Müzesi’nin tamamında, ayrıca ülke çapındaki tüm depolarda eşi benzeri görülmemiş bir sergi için malzeme bulmak amacıyla bir araştırma başlatmıştım; sergi de geçen ay açıldı.

Sonuç; çağdaş bilginlerin hiç görmediği eserleri de içeren, dünyanın en muhteşem medeniyetlerinden birine müthiş bir onurlandırma. Yaz sıcağının en kavurucu zamanında, müzenin yüzüncü yıl kutlamasına birkaç ay kala sergi ekibim alelacele yola çıktı. Mısır’ı boydan boya (harita altta) iki haftada kat edip, en eski krallardan Grek-Roma dönemine, 3.000 yılı kapsayan gizli kalmış şaheserler seçip getirdiler. Bu arada işçiler müzenin bodrumunda bir köşeyi sergi alanına çevirebilmek için hızla çalışıyorlardı. Bir zamanlar nadiren girilen, tozlu, havasız, kasalar yığılı bir labirent, Mısır’ın görkemli geçmişine yapılan serüvenin yaşandığı yere dönüştü.

Tüm yapılanları yönlendirirken, 1902’de eserler müzeye getirilirken yaşanan kargaşada bir heykelin geçici olarak kaybolduğunu anımsamadan edemedim. Bu tür hatalar günümüzde sıkı güvenlikle önleniyor. Her kazı deposuna girmeden önce sergi ekibim bir önceki yetkilinin ismiyle damgalanmış kurşun mühürleri kesmek zorundaydı. Seçilen eserler kasalarla veya köpüğe sarılmış halde otobanlardan hızla geçip Kahire trafiğiyle boğuşan, silahla korunan kamyon konvoylarıyla müzenin korunan arka kapısına getirildi. Ardından küratörler bodrumda her şeyi kutularından çıkarıp, her parçayı oynayacağı başrol için hazırladı.

Bu tarihi eserleri yaratanlar çoktan yitip gitmiş; mezarları kumla kaplanmış, adları belirsiz. Ama müzemiz bu yeni bin yılda onların mirasını yaşatacak.


Resim
Fotoğraf: Kenneth Garrett


Keşfedilip Kaybedilenler

Küratörler sergide nelerin yer alacağı konusunda karar vermeye çalışırken, müzedeki on binlerce eserin depolandığı, devasa ve neredeyse hiç girilmeyen, bir labirenti andıran derinliklerinden çıkan boylu boyunca uzanmış bir aslanla iki sfenks, olası adaylar olarak belirmişti. Soldaki sfenks bu labirentte onlarca yıldır sırasını bekliyormuş. Mısır Eski Eserler Üst Kurulu genel sekreteri Zahi Hawass “Kariyerime ilk başladığım sıralardaki kazılarda Afrodit’in en şaheser heykellerini ortaya çıkarmıştım,” diyor. “Onlar da bodrum katındaki kutuların arasında bir yerde – ama onları ben bile bulamıyorum!”

Resim
Fotoğraf: Kenneth Garrett


Oyuncak Bebekler

Sonraki yaşamda işlerini sihirli bir şekilde gerçekleştirmek üzere yapılan taş hizmetkarlar – bir kasap, bir fırıncı, bir değirmenci ve bir de biracı – merhumla eşinin birlikte olan heykelinin yanında, mezar odalarından birine yerleştirilmiş. Ölü adamın kim olduğunu açıklayan çiftli heykelin tabanındaki çiviyazıları “Altı teknenin müfettişi, kralın yakından tanıdığı,” olduğunu belirtiyor. 1962’de Gize’de bir asiller mezarında yapılan kazılarda çıkan tüm bu eserler, geçen yaz sergi küratörleri onları kurtarana dek oradaki bir depoda kilit altında beklemişler.

Resim
Fotoğraf: Kenneth Garrett


Üçü Bir Yerde

Lüksor’dan gelen ve aradan geçen 2700 yıla rağmen şaşırtıcı derecede iyi durumda olan bu boyanmış ahşap heykelcik, geç hanedanlık dönemindeki bir kültün tapındığı Ptah, Sokar ve Osiris’ten oluşan ilahi teslisi simgeliyor. On sekizinci yüzyılda inşa edilmiş ve sonraki dört asır boyunca tekrar tekrar kullanılmış bir mezardan çıkan heykelcik büyük olasılıkla 25. hanedan döneminde, antik başkent Tebli memurlardan biriyle gömülmüştü. Önünden uzanan sarı bantta bir yazı olması gerektiği halde yok, neden olmadığı ise bilinmiyor.

Resim
Fotoğraf: Kenneth Garrett


Kral Tutankhamun’un Hazinesi

Bir başına da değerli olan fildişinden bu küçük mücevher kutusunun ön panelindeki kulpun altında Kral Tutankhamun’un adı yazıyor. Britanyalı arkeolog Howard Carter 1922’de Kral Tutankhamun’un mezarını keşfettiğinde kutu boştu – büyük olasılıkla yıllar önce soyulmuştu – ancak kapağındaki mürekkeple yazılmış satır, kutunun bir zamanlar genç hükümdarın yüzüklerinden bazılarını barındırdığını anlatıyor.

Resim
Fotoğraf: Kenneth Garrett


Kraliyet İhtişamı

Kral Tutankhamun, muhteşem incelikle işlenmiş 200’den fazla mücevher ile gömülmüştü. Burada gördüğünüz altından ve yarı değerli taşlarla kaplı iki bilezik gibi, pek çoğu doğan güneşi ve kralın sonraki yaşamda yeniden can bulmasını simgeleyen kutsal skrabeyi taşıyor.

Bunu Biliyor muydunuz?

Çağrı, Nil Deltası’ndaki tarihi bir mezarlıktan geliyordu: “Hella hap, sali-Allah.” Bir düzine işçi, Kahire’deki Mısır Müzesi’nde gerçekleşecek yüzyılı anma sergisinde yer alacak sekiz tonluk granit lahdi kaldırabilmek için tanrılarından güç ve cesaret niyaz ediyorlardı.

İşçilerin çabaları birkaç ay önce gerçekleşmiş; ancak 3000 yıl önce lahit kumdan tepeciğinin üstüne çekile çekile getirildiğinde manzara aşağı yukarı aynıymış; farklı olan tek şey o zamanlar tanrılara yapılan çağrı ya Ra’ya, ya Horus’a, ya da firavunun kendisine yapılmış olurdu.

İÖ 1000 civarında güçlü bir rahip, Delta’nın 950 kilometre uzağındaki Asvan taş ocaklarından granit bir lahdin evine nakledilmesi siparişini vermişti. Lahit, sonraki yaşamın zorluklarıyla mücadele ederken mumyasının dinlenme yeri olacaktı. Mezar resimlerine bakılacak olursa, Asvan taş ocağı işçileri ağır yükü çekeleyerek nehrin aşağı kısımlarına doğru yapacağı yolculuk için bir barçaya yüklemiş, yolculuklarını kolaylaştıracak Nil taşkınlarını beklemişti.

Günümüzde ise işçiler lahdi Kahire’ye nehir yoluyla nakletmiş olmasalar da, bu ağır yükü milim milim oynatıp düz kasalı bir kamyona yüklemek için aynı sayılardan, iplerden ve insan gücünden faydalanmış, kaydırabilmek içi aynı eski Mısırlıların yaptığı gibi devasa kalaslar ve ahşap kaydıraçlar kullanmışlar. / Jeanne E. Peters

İlgili Linkler

Mısır Müzesi Koleksiyonu
Mısır’ın en eski döneminden Grek-Romen dönemindeki kralların heykellerini, mücevherlerini ve tabutlarını içeren müze koleksiyonunu keşfedin. Meşhur altın oda, genç Kral Tutankamun’un hükümdarlığının ihtişamını yansıtıyor.

Mısır Müzesi Turu

Müze galerilerinin fotoğrafları ve sayısız hazinesi arasında dolaşın.

Mısır Turizm Bakanlığı

Kedi tanrıça Bastet’in kült merkezi Bubastis gibi, Mısır’ın dört bir yanından toplanan ve Mısır Müzesi’nin yıllık anma sergisinde sergilenen eserlerin geldiği pek çok diğer antik alanı keşfedin.

Zahi Hawass, National Geographic Alan Araştırmacısı

Mısır’ın eski eserler şefinin en son keşifleri hakkında bilgi edinin.

Kaynakça

Lindesay, William. Alone on the Great Wall. (Çin Seddi Boyunca) Fulcrum Publishing, 1991.

Michaud, Roland, Sabrina Michaud, and Michel Jan. The Great Wall of China (Çin Seddi). Abbeville Press Publishers, 2001.

Schwartz, Daniel and others. The Great Wall of China (Çin Seddi) Thames and Hudson, 2001.

Waldron, Arthur. The Great Wall of China: From History to Myth.(Çin Seddi: Tarihten mitolojiye) Cambridge University Press, 1998.

NGS Kaynakları

Supples, Kevin. China (Çin). National Geographic Books, 2002.

Jeffery, David. “China's Great Wall.” (Çin Seddi) National Geographic Explorer! (Ekim 2002), 16-20.

Lindesay, William. “World Wonders: The Great Wall.” (Dünya harikaları: Çin Seddi) National Geographic TRAVELER (Ekim1999), 234-235.

Lindesay, William Author Wilkinson, Julia Author. “Inside Beijing.” (Pekin’de) National Geographic TRAVELER (Eylül/Ekim 1998) 84-102.

McCormick, Frederick. “China’s Treasures.” (Çin’in Hazineleri) National Geographic (Ekim 1912), 996-1040.

KUR’AN’DA SAYISAL MUCİZE VE GÜNEŞ TAKVİMİ’NİN KULLANIMI KONUSU

Geçenlerde, Kur’an’ın birçok şeyi kapsayan mucizelerle ilgili olarak, -mesela; ana karnındaki cenin’in geçirdiği üç devre, yıldızların yörüngesi vb.- bazı (yazılar) okudum. Özellikle bir tanesi, “gün” sözcüğünün Kur’an’da 365 defa geçtiğinden, “ay kelimesinin 12 defa tekrarlandığından bahsediyordu. Kur’an'da, “gün” kelimesinin (çoğulu olan günler)’in kaç defa yinelendiğini unuttum. Arkadaşlarımdan biri, İslâmi (hicri) takvim bastırdı. Ancak, 365 günden oluşmuyor. İslâmî takvim konusundaki bu durum ne anlama gelmektedir? Yoksa Allah, dünyanın çoğunluğunun miladi takvimi kullanacağını bildiğinden, bu, sonuncusunun daha sağlam olduğuna mı işarettir?

Hamd, yalnızca Allah'adır.
Birincisi:
Birçok insan, Kur’an’daki çeşitli mucizelerle ilgilenmişlerdir. Bu mucizelerden biri de “sayısal mucize”dir. Gazete ve dergilerde, internet sitelerinde; tekrarları benzer lafızlar veya zıtlarıyla aynı sayıda zikredilen ifadelerin dökümü yayınlanmaktadır. “Yevm” (gün) kelimesinin (365) defa,“şehr” (ay) kelimesinin 12 defa tekrarlandığını iddia etmektedirler. Yine, “melekler ve şeytan” ve “dünya ve âhiret” gibi, başka lafızlar için de buna benzer şeyler yapılmıştır.
İnsanların birçoğu, “Nükte” ile “i’caz” yani eşsizlik-benzersizlik (konusunu) birbirinden ayırmaksızın, bu tekrarlar (hakkındaki sayılar)ın doğru olduğunu ve bunların Kur’an’ın mucizelerinden olduğunu sanmaktadır. Birtakım sayıları ve (birbiriyle benzeşen-belirli) kelimeleri bir araya getirerek kitaplar yazmak, herkesin yapabileceği bir şeydir. Bunun neresi benzersiz olmaktır? Allah Teâlâ’nın kitabındaki “benzersizlik” bu türden incelikler gibi değildir. Aksine konu, bundan çok daha derin ve çok daha ulvîdir.Çünkü Arab hatiplerini ve söz ustalarını, “bu (Kur’an’ın) bir benzerini veya benzeri on suresini veya bir tek suresini de onların getirmeleri” konusunda aciz bırakan bu (Kur’an)dır. Bu gibi incelikleri yapmaya (kalkışmak) herhangi bir yazarın haddi değilken, -bununda ötesinde- kitap telif etmeye kalkışmak! İşte buna dikkat edilmelidir.
Bilinmelidir ki; bu tarz fiiller, böylesi kimseleri, sadece istatistik oluşturma (sınırında durdurmamış) daha fazlasına yönelmeye sevk etmiştir.Bazıları bu sayılarla “İsrail devleti’nin yok olacağı tarihi, diğer bazıları “kıyametin kopacağı ânı” belirlemeye yeltenmişlerdir. Bir kısmı da yayınlarında, Kur’anda “New York'taki İkiz Kulelerin yıkılışı”na işaret edildiğini iddiâ ederek, tevbe suresinin âyet sayısı, sûre numarası ve cüz sayısından hareketle, Allah Teâlâ'nın kitabına iftira atmıştır.Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın kitabına karşı (işlenen) ve Allah’ın Kitabı’nın eşsizliği hakkındaki cehaletten kaynaklanan abesliklerdir.
İkincisi:
Bu rakamları yayınlayanların istatistikleri incelendiğinde, bazı lafızların sayımının doğru olmadığı görülmektedir.Bazılarının, kelimelerin sayımında ‘ayıklama’ yöntemini kullanarak, hevalarına göre davranmışlardır. Bütün bunlar, arzu ettikleri neticeye ulaşmak ve Allah’ın kitabında var olduğunu sandıkları şeyler içindir.
Dr.  Halid es-Sebt şöyle demiştir:
Dr. Eşref Abdurrazzak Katane, Kur’an-ı Kerim’deki sayısal mucize konusunda bir tenkit çalışması yapmış ve bu çalışmasını “Mushaf’ın Resmi ve Sayısal Mucize; Kur’an-ı Kerim’de Sayısal Mucize Kitapları (ile ilgili) bir Tenkit Çalışması” adıyla yayınlamıştır. 3 Kitabın sonuç bölümünde şu kitaptan bahsetmektedir:
1-       “19 Rakamının Mucizesi”. Basim Cerrar,
2-       “Kurban'da Sayısal Mucize” . Abdurrazzak Nevfal,
3-       “Mucize” Adnan er-Rifaî.
Müellif, ulaştığı sonucu şu ibarelerle ifade etmiştir:
“Bu kitaplarda zikredildiği üzere,  çalışmamda ‘sayısal mucize düşüncesi ile ilgili olarak ulaştığım sonuç; bunun kesinlikle doğru olmadığı şeklindedir. Zira bu kitaplar, okuyucuyu önceden belirlenen sonuçlara ikna etmeye dayanan bakış açısının doğruluğunu ispat etmek için, bazen “yönlendirme” şartlarına, bazen de “ayıklama” yöntemine dayanmaktadır. Bazen bu şartlı yönlendirmeler, ümmetin icmasıyla belirlenmiş olan sabitelerin dışına çıkılmaya götürmüştür.Mushaflardaki “Resm-i Osmanî”ye muhalefet etmek gibi. Ki, bu asla caiz değildir. Yine, bazı kelimelerin yazılış şekli konusunda, sadece mushafların birindeki şeklini itibara alıp, diğerlerini devre dışı bırakmak gibi. Bu da (yine) kelimelerin eş anlamlıları ve karşıt anlamlıları açısından Arapça Dil Bilgisi prensiplerine aykırı olmaya sebep olmuştur." (Şam, (S. 197). Menar Yayın-Dağıtım. 1. Baskı, 1420 H /1999 M.)
Dr. Fahd er-Rumî de, Abdurrazzak Nevfel’in, Sayısal Mucize’ iddiasının doğruluğunu ispat için, kelimelere “ayıklama” yöntemini uygulamayı tercih etmesi konusunda (bazı) misaller vermektedir.
Sözlerinden bazıları şöyledir:
“Kur’anda “el-yevm” (gün) lafzı, senenin gün sayısı adedince (365) kere geçmektedir. Bunu ispat etmek için, “el-yevm” ve “yevmen” kelimelerini saymakta, ancak “yevmeküm” , “yevmehum” ve “ yevme izin” lafızlarını saymamaktadır. Çünkü, saymış olsa, hesap şaşacaktır! Aynı şekilde, şeytan(ın şerrinden, Allah’a sığınma anlamındaki) “el-istiaze” lafzı ile ilgili olarak da durum böyledir. 11 defa geçtiğini söylemekteler. Ancak, “euzu” ve “feste’iz” lafızlarını sayıya dâhil ederken, aynı kökten gelen “uztu” , “yeûzûne”, “uîzuha” ve “maâzallah” lafızlarını dâhil etmemektedirler." (Bkz. “İtticâhât’it-Tefsîr Fi’l-Karni’r-Râbi’ Aşar” (14. Asırda Tefsir Eğilimleri) 2/699-700. Beyrut, Müessesetü’r-Risale. 2. baskı. 1414 H.)
Böylece, bilimsel ve sağlam bir ifade ile soruda belirtilen, “Yevm” kelimesi ve Kur’andaki sayısı ile ilgili cevap açığa kavuşmuş oluyor.
Üçüncüsü:
Allah Teâlâ’nın, Kitâb-ı Kerim’inde zikrettiği “hesap” ise, dakik ve seneler zarfınca asla şaşmayacak olan “kameri hesap”tır.
Allah Teâlâ, Kehf Sûresi 25. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
(( وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِئَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا )) [ سورة الكهف الآية:25]
"Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler." (Kehf Sûresi:25).
Bazı âlimler; “(300) sayısı şemsi (güneş yılı) hesabına göre, (309) sayısı ise, kameri (ay yılı) hesabına göredir” demişlerdir!
Bu görüşe, değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn itiraz etmiş ve itirazını şöyle açıklamıştır:
“Allah Teâlâ’nın katında hesap ay hesabıdır, güneş hesabı değildir”.  
değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn şöyle demektedir:
 ( وَازْدَادُوا تِسْعاً )
"dokuz sene daha eklediler"
Yani, üç yüz’ün üzerine dokuz sene daha eklediler ve oradaki kalışları 309 sene olmaktadır. Birisi, üçyüz dokuz niye denilmemiş” diye sorabilir?”
Cevap olarak deriz ki:
Bu, o anlama gelir. Ancak, Kur’an-ı Kerim, kitapların en beliğ olanıdır. Bu yüzden, âyetlerin başlarının kafiyesi için:
 ( ثَلاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً )
"Üç yüz sene ve -ilaveten- dokuz sene" demiştir. Ancak bu, bazılarının dediği gibi, “üçyüz sene”  güneş hesabıyla, “dokuz sene de” ay hesabıyla (anlamında) değildir.  Zira, Allah Teâlâ’nın böyle kasdettiğine delil bulmamız mümkün değildir.Allah Teâlâ’nın bu manayı kastettiğini kim iddiâ edebilirki? Hatta güneş yılı olarak üçyüz sene, üçyüz dokuz ay yılına tekabül etse dahi, Allah Teâlâ’nın, (bu ifadesiyle) tam da bunu kastettiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü Allah indinde hesap “bir”dir.
Peki, Allah indindeki hesabı (anlayabilmemize yarayacak) alametler ne olabilir?
Cevabı: Hilal’dir. Bu yüzden deriz ki: “üçyüz sene”  güneş yılıdır, “dokuz sene ilave ettiler” ay yılıdır sözü, zayıf bir sözdür.
Birincisi: Çünkü Allah Teâlâ’nın bunu murad ettiğini söylememiz mümkün değildir.
İkincisi: Allah indinde ayların ve senelerin sayısı hilal iledir. Allah Teala buyurur:
((هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ ...)) [ يونس سورة من الآية: 5 ]
"O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir..." (Yunus Sûresi: 5).
Yine başka bir âyette buyurmakatdır:
((يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ...))[ سورة البقرة من الآية: 189]
"Sana, hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." (Bakara Sûresi: 189)
  “Kehf Sûresinin Tefsiri”.
  Ay ve Hailler ile (yapılan) hesaplama, Peygamberler ve kavimlerince bilinmektedir. Güneş ile hesaplama ise, cahil dindarlar dışında bilinmemektedir. Maalesef bugün birçok müslüman da bunlara uymaktadır.
  Dr. Halid es-Sebt; Tevbe Sûresi'ndeki( لا يزال بنيانهم … )  (Kurmuş oldukları binaları,.....) Tevbe Sûresi:110 ile Amerika’daki bombalama eylemlerini delillendirenlere itirazı sadedinde demiştir ki:
  Dördüncüsü: Güneş yılı hesabına göre kurulan bu tür irtibatların dayanağı putperest toplumlardan tevarüs eden hesap yöntemleridir. Peygamberler -Allah’ın salât ve selamı onların üzerine olsun- tarafından (bilinen) bir yöntem değildir. Şer’i açıdan muteber sayılan hesaplama (şekli), ay ve hilal (e göre olan)’dır. Bu daha dakik ve daha doğrudur. Peygamberlerin uygulamalarında, ay ve hilal (yılı) hesabının bilindiğine delil ise; Vâsile b. el- Eska’ -Allah ondan râzı olsun- hadisidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“İbrahim -aleyhisselâm-'a sahifeler (kitap) Ramazan’ın ilk gecesinde indirildi. Tevrat, Ramazan’ın altıncı, İncil on üçüncü, Kur’an ise, Ramazan’ın başından yirmi dört gün geçince nazil olmuştur.” (Hadisi, Ahmed (4/107) ve Beyhaki Sünen’de (9/188) hasen senedle rivayet etmişlerdir. El-Albanî ise, “es-Sahîha” adlı eserinde (1575) zikretmiştir.)
Buna göre, hesaplamalar, ancak ay ve hilal hesabına göre bilinmekteydi. Yine bir başka delilde, Sahihayn’de, İbn-i Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- tarafından rivâyet edilen hadis’tir:
O demiştir ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine’ye geldiğinde, Yahudilerin aşure günü orucu tuttuklarını gördü ve: Bu nedir? dedi.
Dediler ki: Bu gün önemli bir gündür.Bu günde Allah, İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı ve Musa da bu günde oruç tutmuştur...” (Hadisi, Buhari (2004), Müslim (1130) rivayet etmişlerdir. Hafız (ibn Hacer r.a.) kendilerinin güneş hesabını itibara aldıklarını itiraf etmektedir. Bkz. “Fethu’l-Bârî” (4/291) ve bkz. (7/323).
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şu âyetlerin yorumuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
  ((هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ )) [ سورة يونس الآية:5]
  "O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, (yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için) ona menziller takdir edendir." (Yunus Sûresi: 5).
( وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ . وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ )) [سورة يس الآيتان: 38-39]
"Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir. Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihâyet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur." (Yasin Sûresi: 38-39):
Görüldüğü gibi, eski toplumlarda ay hesabı daha yaygın ve daha çok biliniyordu. Ayrıca yanlıştan daha uzak ve isabet etme noktasında güneş hesabından daha doğrudur. İnsanlar kameri (ay) hesabının (daha sağlıklı olduğu) konusunda hemfikirdirler.
Dolayısıyla Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
(( وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ )) [ سورة يونس الآية:5]
"Allah, Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, ona (ay’a) menziller takdir edendir." (Yunus Sûresi: 5).
 Halbuki güneş için böyle buyrulmamaktadır. Bu yüzden, hac ayları, oruç, bayramla ve İslâmî mevsimler, hepsi ay hesabına göredir. Ay’ın yörüngesindeki seyri, Allah’ın bir hikmetidir. Allah Teâlâ, dinini muhafaza için insanları bu hesap üzerinde birleştirmiştir. Zira bu (hesapta) hata ve yanılgı imkânsızdır. Yahudi ve Hıristiyanların (Ehl-i Kitab’ın) dinlerine musallat olan türden karmaşa ve ihtilaflar (bu) dine girmez." (Miftah Dar’us-Saadet” kitabından. (S.538-539).
  Belki de, İbn-i Kayyim'in -Allah ona rahmet etsin- bu son ibaresinden; Ehl-i Kitab’ın güneş hesabına dayandıkları anlaşılabilir.Bu konuda Hafız İbn-i Hacer -Allah ona rahmet etsin-, önce İbn-i Kayyim’e nispet ettiği sözünü, daha sonra düzelttiğini itiraf etmiştir. (Bkz. “Fethu'l-Bârî; s: 323) .
  Gerçek şu ki, (Ehl-i Kitab’ın) şeriatında da buna dayanak yoktur. Ancak sonraları (kaba softa) cahillerce kullanılmıştır.
  Allah Teâlâ’nın:
((يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ...))[ سورة البقرة من الآية: 189]
"Sana, hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." (Bakara Sûresi: 189)
Âyeti Kerime’si ile ilgili olarak değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- şöyle demektedir:
  “Bunlardan biri de: Bütün toplumların tarihi, Allah’ın onlar için belirlediği tarihlerdir. Bu (tarihler) hilal (e dayalı) tarihlerdir.
 (مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ)  "insanlar için vakit ölçüleridir."
Âyeti kerimesi mucibince, zaman, toplum ve mekân ötesi bir ölçü özelliğine haizdir. Fakat sonraları ortaya çıkan alafranga ay ölçüsü uygulamalarının; ne ilmî, ne mantıkî ve ne de şer’î mesnedi vardır!Bu yüzden aralarındaki farkların sebebinin nereden kaynaklandığı bilinmeksizin, bazı ayların 28, bazılarının 30, bazılarının da 31 gün çektiğini görmekteyiz. Sonra, bu ayların, insanların vakitlerini belirlemelerine yarayan duyusal bir emareleri bulunmamaktadır. Halbuki kameri (hilali) ayların (şemsi ayların aksine), herkesin bildiği duyusal (sezgiye dayalı) belirtileri vardır.”  (Bakara Tefsiri; c: 2, s: 371).
  Kurtubî de -Allah ona rahmet etsin-  Allah Teâlâ'nın Tevbe Sûresi’nin 36. âyeti ile ilgili olarak şöyle demiştir:
  (( إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللَّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِي كِتَابِ اللَّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ )) [ سورة التوبة الآية:36]
"Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir..." (Tevbe Sûresi: 36).
  “Bu âyet, ibadetler ve benzeri konularla ilgili gerekli olanın, Arabların da bildiği (kameri) aylar ve seneler üzerinden değerlendirme yapmanın gereğine delalet eder. Acem’in, Rum’un, Kıptî’nin itibar ettiği (12 ay’dan daha fazla çıkmasa da) ay (hesabına) değil.Çünkü bu (ay)ların sayısı, çelişkilidir. Kimisi otuzdan fazla, kimisi azdır. Buna karşılık, Arabların ayları ise, otuzu aşmaz. Otuzun altına düşse bile. Otuzun altına düşenler de, ayla sınırlandırılmazlar! Kaldı ki, (otuzdan) noksanlık ve tam olma konusundaki bu farklılıklar,ayın burçlardaki seyrinin farklılığından kaynaklanmaktadır." (Kurtubî Tefsiri; c: 8, s:133)              
Allah Teâlâ en iyi bilendir.

KUR’AN’DA SAYISAL MUCİZE VE GÜNEŞ TAKVİMİ’NİN KULLANIMI KONUSU

Geçenlerde, Kur’an’ın birçok şeyi kapsayan mucizelerle ilgili olarak, -mesela; ana karnındaki cenin’in geçirdiği üç devre, yıldızların yörüngesi vb.- bazı (yazılar) okudum. Özellikle bir tanesi, “gün” sözcüğünün Kur’an’da 365 defa geçtiğinden, “ay kelimesinin 12 defa tekrarlandığından bahsediyordu. Kur’an'da, “gün” kelimesinin (çoğulu olan günler)’in kaç defa yinelendiğini unuttum. Arkadaşlarımdan biri, İslâmi (hicri) takvim bastırdı. Ancak, 365 günden oluşmuyor. İslâmî takvim konusundaki bu durum ne anlama gelmektedir? Yoksa Allah, dünyanın çoğunluğunun miladi takvimi kullanacağını bildiğinden, bu, sonuncusunun daha sağlam olduğuna mı işarettir?

Hamd, yalnızca Allah'adır.
Birincisi:
Birçok insan, Kur’an’daki çeşitli mucizelerle ilgilenmişlerdir. Bu mucizelerden biri de “sayısal mucize”dir. Gazete ve dergilerde, internet sitelerinde; tekrarları benzer lafızlar veya zıtlarıyla aynı sayıda zikredilen ifadelerin dökümü yayınlanmaktadır. “Yevm” (gün) kelimesinin (365) defa,“şehr” (ay) kelimesinin 12 defa tekrarlandığını iddia etmektedirler. Yine, “melekler ve şeytan” ve “dünya ve âhiret” gibi, başka lafızlar için de buna benzer şeyler yapılmıştır.
İnsanların birçoğu, “Nükte” ile “i’caz” yani eşsizlik-benzersizlik (konusunu) birbirinden ayırmaksızın, bu tekrarlar (hakkındaki sayılar)ın doğru olduğunu ve bunların Kur’an’ın mucizelerinden olduğunu sanmaktadır. Birtakım sayıları ve (birbiriyle benzeşen-belirli) kelimeleri bir araya getirerek kitaplar yazmak, herkesin yapabileceği bir şeydir. Bunun neresi benzersiz olmaktır? Allah Teâlâ’nın kitabındaki “benzersizlik” bu türden incelikler gibi değildir. Aksine konu, bundan çok daha derin ve çok daha ulvîdir.Çünkü Arab hatiplerini ve söz ustalarını, “bu (Kur’an’ın) bir benzerini veya benzeri on suresini veya bir tek suresini de onların getirmeleri” konusunda aciz bırakan bu (Kur’an)dır. Bu gibi incelikleri yapmaya (kalkışmak) herhangi bir yazarın haddi değilken, -bununda ötesinde- kitap telif etmeye kalkışmak! İşte buna dikkat edilmelidir.
Bilinmelidir ki; bu tarz fiiller, böylesi kimseleri, sadece istatistik oluşturma (sınırında durdurmamış) daha fazlasına yönelmeye sevk etmiştir.Bazıları bu sayılarla “İsrail devleti’nin yok olacağı tarihi, diğer bazıları “kıyametin kopacağı ânı” belirlemeye yeltenmişlerdir. Bir kısmı da yayınlarında, Kur’anda “New York'taki İkiz Kulelerin yıkılışı”na işaret edildiğini iddiâ ederek, tevbe suresinin âyet sayısı, sûre numarası ve cüz sayısından hareketle, Allah Teâlâ'nın kitabına iftira atmıştır.Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın kitabına karşı (işlenen) ve Allah’ın Kitabı’nın eşsizliği hakkındaki cehaletten kaynaklanan abesliklerdir.
İkincisi:
Bu rakamları yayınlayanların istatistikleri incelendiğinde, bazı lafızların sayımının doğru olmadığı görülmektedir.Bazılarının, kelimelerin sayımında ‘ayıklama’ yöntemini kullanarak, hevalarına göre davranmışlardır. Bütün bunlar, arzu ettikleri neticeye ulaşmak ve Allah’ın kitabında var olduğunu sandıkları şeyler içindir.
Dr.  Halid es-Sebt şöyle demiştir:
Dr. Eşref Abdurrazzak Katane, Kur’an-ı Kerim’deki sayısal mucize konusunda bir tenkit çalışması yapmış ve bu çalışmasını “Mushaf’ın Resmi ve Sayısal Mucize; Kur’an-ı Kerim’de Sayısal Mucize Kitapları (ile ilgili) bir Tenkit Çalışması” adıyla yayınlamıştır. 3 Kitabın sonuç bölümünde şu kitaptan bahsetmektedir:
1-       “19 Rakamının Mucizesi”. Basim Cerrar,
2-       “Kurban'da Sayısal Mucize” . Abdurrazzak Nevfal,
3-       “Mucize” Adnan er-Rifaî.
Müellif, ulaştığı sonucu şu ibarelerle ifade etmiştir:
“Bu kitaplarda zikredildiği üzere,  çalışmamda ‘sayısal mucize düşüncesi ile ilgili olarak ulaştığım sonuç; bunun kesinlikle doğru olmadığı şeklindedir. Zira bu kitaplar, okuyucuyu önceden belirlenen sonuçlara ikna etmeye dayanan bakış açısının doğruluğunu ispat etmek için, bazen “yönlendirme” şartlarına, bazen de “ayıklama” yöntemine dayanmaktadır. Bazen bu şartlı yönlendirmeler, ümmetin icmasıyla belirlenmiş olan sabitelerin dışına çıkılmaya götürmüştür.Mushaflardaki “Resm-i Osmanî”ye muhalefet etmek gibi. Ki, bu asla caiz değildir. Yine, bazı kelimelerin yazılış şekli konusunda, sadece mushafların birindeki şeklini itibara alıp, diğerlerini devre dışı bırakmak gibi. Bu da (yine) kelimelerin eş anlamlıları ve karşıt anlamlıları açısından Arapça Dil Bilgisi prensiplerine aykırı olmaya sebep olmuştur." (Şam, (S. 197). Menar Yayın-Dağıtım. 1. Baskı, 1420 H /1999 M.)
Dr. Fahd er-Rumî de, Abdurrazzak Nevfel’in, Sayısal Mucize’ iddiasının doğruluğunu ispat için, kelimelere “ayıklama” yöntemini uygulamayı tercih etmesi konusunda (bazı) misaller vermektedir.
Sözlerinden bazıları şöyledir:
“Kur’anda “el-yevm” (gün) lafzı, senenin gün sayısı adedince (365) kere geçmektedir. Bunu ispat etmek için, “el-yevm” ve “yevmen” kelimelerini saymakta, ancak “yevmeküm” , “yevmehum” ve “ yevme izin” lafızlarını saymamaktadır. Çünkü, saymış olsa, hesap şaşacaktır! Aynı şekilde, şeytan(ın şerrinden, Allah’a sığınma anlamındaki) “el-istiaze” lafzı ile ilgili olarak da durum böyledir. 11 defa geçtiğini söylemekteler. Ancak, “euzu” ve “feste’iz” lafızlarını sayıya dâhil ederken, aynı kökten gelen “uztu” , “yeûzûne”, “uîzuha” ve “maâzallah” lafızlarını dâhil etmemektedirler." (Bkz. “İtticâhât’it-Tefsîr Fi’l-Karni’r-Râbi’ Aşar” (14. Asırda Tefsir Eğilimleri) 2/699-700. Beyrut, Müessesetü’r-Risale. 2. baskı. 1414 H.)
Böylece, bilimsel ve sağlam bir ifade ile soruda belirtilen, “Yevm” kelimesi ve Kur’andaki sayısı ile ilgili cevap açığa kavuşmuş oluyor.
Üçüncüsü:
Allah Teâlâ’nın, Kitâb-ı Kerim’inde zikrettiği “hesap” ise, dakik ve seneler zarfınca asla şaşmayacak olan “kameri hesap”tır.
Allah Teâlâ, Kehf Sûresi 25. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
(( وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِئَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا )) [ سورة الكهف الآية:25]
"Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler." (Kehf Sûresi:25).
Bazı âlimler; “(300) sayısı şemsi (güneş yılı) hesabına göre, (309) sayısı ise, kameri (ay yılı) hesabına göredir” demişlerdir!
Bu görüşe, değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn itiraz etmiş ve itirazını şöyle açıklamıştır:
“Allah Teâlâ’nın katında hesap ay hesabıdır, güneş hesabı değildir”.  
değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn şöyle demektedir:
 ( وَازْدَادُوا تِسْعاً )
"dokuz sene daha eklediler"
Yani, üç yüz’ün üzerine dokuz sene daha eklediler ve oradaki kalışları 309 sene olmaktadır. Birisi, üçyüz dokuz niye denilmemiş” diye sorabilir?”
Cevap olarak deriz ki:
Bu, o anlama gelir. Ancak, Kur’an-ı Kerim, kitapların en beliğ olanıdır. Bu yüzden, âyetlerin başlarının kafiyesi için:
 ( ثَلاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً )
"Üç yüz sene ve -ilaveten- dokuz sene" demiştir. Ancak bu, bazılarının dediği gibi, “üçyüz sene”  güneş hesabıyla, “dokuz sene de” ay hesabıyla (anlamında) değildir.  Zira, Allah Teâlâ’nın böyle kasdettiğine delil bulmamız mümkün değildir.Allah Teâlâ’nın bu manayı kastettiğini kim iddiâ edebilirki? Hatta güneş yılı olarak üçyüz sene, üçyüz dokuz ay yılına tekabül etse dahi, Allah Teâlâ’nın, (bu ifadesiyle) tam da bunu kastettiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü Allah indinde hesap “bir”dir.
Peki, Allah indindeki hesabı (anlayabilmemize yarayacak) alametler ne olabilir?
Cevabı: Hilal’dir. Bu yüzden deriz ki: “üçyüz sene”  güneş yılıdır, “dokuz sene ilave ettiler” ay yılıdır sözü, zayıf bir sözdür.
Birincisi: Çünkü Allah Teâlâ’nın bunu murad ettiğini söylememiz mümkün değildir.
İkincisi: Allah indinde ayların ve senelerin sayısı hilal iledir. Allah Teala buyurur:
((هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُوراً وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ ...)) [ يونس سورة من الآية: 5 ]
"O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir..." (Yunus Sûresi: 5).
Yine başka bir âyette buyurmakatdır:
((يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ...))[ سورة البقرة من الآية: 189]
"Sana, hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." (Bakara Sûresi: 189)
  “Kehf Sûresinin Tefsiri”.
  Ay ve Hailler ile (yapılan) hesaplama, Peygamberler ve kavimlerince bilinmektedir. Güneş ile hesaplama ise, cahil dindarlar dışında bilinmemektedir. Maalesef bugün birçok müslüman da bunlara uymaktadır.
  Dr. Halid es-Sebt; Tevbe Sûresi'ndeki( لا يزال بنيانهم … )  (Kurmuş oldukları binaları,.....) Tevbe Sûresi:110 ile Amerika’daki bombalama eylemlerini delillendirenlere itirazı sadedinde demiştir ki:
  Dördüncüsü: Güneş yılı hesabına göre kurulan bu tür irtibatların dayanağı putperest toplumlardan tevarüs eden hesap yöntemleridir. Peygamberler -Allah’ın salât ve selamı onların üzerine olsun- tarafından (bilinen) bir yöntem değildir. Şer’i açıdan muteber sayılan hesaplama (şekli), ay ve hilal (e göre olan)’dır. Bu daha dakik ve daha doğrudur. Peygamberlerin uygulamalarında, ay ve hilal (yılı) hesabının bilindiğine delil ise; Vâsile b. el- Eska’ -Allah ondan râzı olsun- hadisidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“İbrahim -aleyhisselâm-'a sahifeler (kitap) Ramazan’ın ilk gecesinde indirildi. Tevrat, Ramazan’ın altıncı, İncil on üçüncü, Kur’an ise, Ramazan’ın başından yirmi dört gün geçince nazil olmuştur.” (Hadisi, Ahmed (4/107) ve Beyhaki Sünen’de (9/188) hasen senedle rivayet etmişlerdir. El-Albanî ise, “es-Sahîha” adlı eserinde (1575) zikretmiştir.)
Buna göre, hesaplamalar, ancak ay ve hilal hesabına göre bilinmekteydi. Yine bir başka delilde, Sahihayn’de, İbn-i Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- tarafından rivâyet edilen hadis’tir:
O demiştir ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine’ye geldiğinde, Yahudilerin aşure günü orucu tuttuklarını gördü ve: Bu nedir? dedi.
Dediler ki: Bu gün önemli bir gündür.Bu günde Allah, İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı ve Musa da bu günde oruç tutmuştur...” (Hadisi, Buhari (2004), Müslim (1130) rivayet etmişlerdir. Hafız (ibn Hacer r.a.) kendilerinin güneş hesabını itibara aldıklarını itiraf etmektedir. Bkz. “Fethu’l-Bârî” (4/291) ve bkz. (7/323).
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şu âyetlerin yorumuyla ilgili olarak şöyle demiştir:
  ((هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ )) [ سورة يونس الآية:5]
  "O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, (yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için) ona menziller takdir edendir." (Yunus Sûresi: 5).
( وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ . وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ )) [سورة يس الآيتان: 38-39]
"Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir. Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihâyet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur." (Yasin Sûresi: 38-39):
Görüldüğü gibi, eski toplumlarda ay hesabı daha yaygın ve daha çok biliniyordu. Ayrıca yanlıştan daha uzak ve isabet etme noktasında güneş hesabından daha doğrudur. İnsanlar kameri (ay) hesabının (daha sağlıklı olduğu) konusunda hemfikirdirler.
Dolayısıyla Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
(( وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ )) [ سورة يونس الآية:5]
"Allah, Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, ona (ay’a) menziller takdir edendir." (Yunus Sûresi: 5).
 Halbuki güneş için böyle buyrulmamaktadır. Bu yüzden, hac ayları, oruç, bayramla ve İslâmî mevsimler, hepsi ay hesabına göredir. Ay’ın yörüngesindeki seyri, Allah’ın bir hikmetidir. Allah Teâlâ, dinini muhafaza için insanları bu hesap üzerinde birleştirmiştir. Zira bu (hesapta) hata ve yanılgı imkânsızdır. Yahudi ve Hıristiyanların (Ehl-i Kitab’ın) dinlerine musallat olan türden karmaşa ve ihtilaflar (bu) dine girmez." (Miftah Dar’us-Saadet” kitabından. (S.538-539).
  Belki de, İbn-i Kayyim'in -Allah ona rahmet etsin- bu son ibaresinden; Ehl-i Kitab’ın güneş hesabına dayandıkları anlaşılabilir.Bu konuda Hafız İbn-i Hacer -Allah ona rahmet etsin-, önce İbn-i Kayyim’e nispet ettiği sözünü, daha sonra düzelttiğini itiraf etmiştir. (Bkz. “Fethu'l-Bârî; s: 323) .
  Gerçek şu ki, (Ehl-i Kitab’ın) şeriatında da buna dayanak yoktur. Ancak sonraları (kaba softa) cahillerce kullanılmıştır.
  Allah Teâlâ’nın:
((يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ...))[ سورة البقرة من الآية: 189]
"Sana, hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." (Bakara Sûresi: 189)
Âyeti Kerime’si ile ilgili olarak değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- şöyle demektedir:
  “Bunlardan biri de: Bütün toplumların tarihi, Allah’ın onlar için belirlediği tarihlerdir. Bu (tarihler) hilal (e dayalı) tarihlerdir.
 (مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ)  "insanlar için vakit ölçüleridir."
Âyeti kerimesi mucibince, zaman, toplum ve mekân ötesi bir ölçü özelliğine haizdir. Fakat sonraları ortaya çıkan alafranga ay ölçüsü uygulamalarının; ne ilmî, ne mantıkî ve ne de şer’î mesnedi vardır!Bu yüzden aralarındaki farkların sebebinin nereden kaynaklandığı bilinmeksizin, bazı ayların 28, bazılarının 30, bazılarının da 31 gün çektiğini görmekteyiz. Sonra, bu ayların, insanların vakitlerini belirlemelerine yarayan duyusal bir emareleri bulunmamaktadır. Halbuki kameri (hilali) ayların (şemsi ayların aksine), herkesin bildiği duyusal (sezgiye dayalı) belirtileri vardır.”  (Bakara Tefsiri; c: 2, s: 371).
  Kurtubî de -Allah ona rahmet etsin-  Allah Teâlâ'nın Tevbe Sûresi’nin 36. âyeti ile ilgili olarak şöyle demiştir:
  (( إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللَّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِي كِتَابِ اللَّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ )) [ سورة التوبة الآية:36]
"Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir..." (Tevbe Sûresi: 36).
  “Bu âyet, ibadetler ve benzeri konularla ilgili gerekli olanın, Arabların da bildiği (kameri) aylar ve seneler üzerinden değerlendirme yapmanın gereğine delalet eder. Acem’in, Rum’un, Kıptî’nin itibar ettiği (12 ay’dan daha fazla çıkmasa da) ay (hesabına) değil.Çünkü bu (ay)ların sayısı, çelişkilidir. Kimisi otuzdan fazla, kimisi azdır. Buna karşılık, Arabların ayları ise, otuzu aşmaz. Otuzun altına düşse bile. Otuzun altına düşenler de, ayla sınırlandırılmazlar! Kaldı ki, (otuzdan) noksanlık ve tam olma konusundaki bu farklılıklar,ayın burçlardaki seyrinin farklılığından kaynaklanmaktadır." (Kurtubî Tefsiri; c: 8, s:133)              
Allah Teâlâ en iyi bilendir.