Yunanlı filozof Aristoteles (M.Ö. 384-322) ile Romalı hekim Celsus (M.S. 1.yy.), aralarında baldıran ve banotunun bulunduğu çok az bitkisel zehiri tanıyorlardı.
Onlar daha çok arsenik ve türevi olan metalik zehirleri kullanıyorlardı. Aristoteles M.Ö. 340 yıllarında portakal kırmızısı renkteki arsenik disülfürü şöyle tanımlıyordu: "Başta atları olmak üzere, her tür çekek hayvanını öldürüyor. Bu maddeyi önce suyun içinde çözmek, sonra da süzmek gerekiyor."
Yunanlı hekim Pedanios Dioskorides, yaklaşık 2000 yıl önce, bu yolla cinayete teşebbüs edenlerin, zehirin tüm belirleyici özelliklerini en bilgili insanları bile kandıracak şekild gizleyebildiklerini ve bu nedenle de zehire karşı korunmanın kesinlikle mümkün olmadığını belirtiyordu. Acı tadı, tatlı maddelerle, kötü kokusu da özel koku maddeleriyle gizlenebiliyor; ayrıca, tedavi amaçlı verilen ilaçlara da karıştırılabiliyordu.
M.Ö. 200'lü yıllarda hekim Nikander, Bergama Kralı III. Attalos'un emriyle, zehirlere karşı panzehir bulabilmek için, hüküm giymiş suçluların üzerlerinde deneyler yaptı. Bu arada, zehirlerin öldürücü dozlarını da araştırdı ve bulgularını yazarak derlerdi. Bu bulguların, zehirlenen birilerini ölmekten kurtardığı konusunda elde herhangi bir bilgi yok.
Tiryak diye anılan ve yaklaşık yüz farklı maddenin karıştırılmasıyla elde edilen karışık bir içecek, uzun süre her şeye karşı genel panzehir olarak kullanıldı. Tadı pek iyi sayılmasa da, bazı olaylarda hayat kurtardığı belirtiliyor. Romalı imparatorlar korunma amacıyla her gün düzenli olarak tiryak kullanmışlardı.
Ayrıca imparatorlar, yemeklerini yemeden önce başka birine tattırıyorlardı. Ama onlar da hükümdarlarının zehirlenmesine engel olamıyorlardı. Çünkü birçok madde, etkisini ancak yarım saat sonra gösteriyordu. Aristoteles'in öğrencisi Theophrastos, "akonitin"in, yani kurtboğan kökünden çıkarılan zehirli maddenin insanda öldürücü etkisini belirli bir zaman erteleyecek şekilde hazırlanabileceğini belirtiyordu.
Bu tarz önlemlerin nasıl aşılabileceğini, Kleopatra'yla ilgili küçük bir anekdot çok güzel gösteriyor: Romalı komutan Marcus Antonius sevgilisi Kleopatra'ya gittiğinde, hizmetkarı denemeden kesinlikle yemek yemiyordu. Bunun için haklı bir nedeni vardı; kraliçe ilaçlar ve zehirler konusunda engin bir bilgiye sahipti. Ama Kleopatra, yemekleri önce bir başkasının denemesini kendine hakaret kabul etmişti. Ünlü tarihçi Plinius, kraliçenin, tacından çıkardığı bir çiçekle Antonius'a şarap sunduğunu yazıyor.
Romalı hükümdar tam kadehi dudaklarına götürdüğü sırada Kleopatra ona engel olmuştu. Kraliçe "Seni öldürebilirdim." dedi, çünkü çiçeğin yapraklarına zehir sürmüştü. Marcus Antonius'un yüzü bembeyaz oldu. Kraliçenin doğru söylediğinden emin olmak için şarabı bir tutukluya içirtti ve adam öldü.
Hükümdarlar tarih boyunca, zehir bulundurmayı, satmayı ve kullanmayı ağır şekilde cezalandırdılar. Suçlu olduğu ve zehirle öldürdüğü kanıtlanan katiller, vahşice idam edildiler. Plutarkhos (M.S. yaklaşık 46-120), Persler'de, zehir içirerek insan öldürenlerin, kafası iki geniş taş arasında ezilerek idam edildiklerini bildiriyor.
Roma'da diktatör Cornelius Sulla, M.Ö. 81 yılında, kendi adıyla anılan "Lew Cornelia"yı yayınlattı. Bu kararname, kişilere, toplumsal konumlarına göre cezalar öngörüyordu. Seçkin sınıfa dahil olanlar kılıçla, sıradan vatandaşlar aslanların önüne atılarak, köleler ise çarmıha gerilerek idam ediliyordu.
Yunanlı hekim Pedanios Dioskorides, yaklaşık 2000 yıl önce, bu yolla cinayete teşebbüs edenlerin, zehirin tüm belirleyici özelliklerini en bilgili insanları bile kandıracak şekild gizleyebildiklerini ve bu nedenle de zehire karşı korunmanın kesinlikle mümkün olmadığını belirtiyordu. Acı tadı, tatlı maddelerle, kötü kokusu da özel koku maddeleriyle gizlenebiliyor; ayrıca, tedavi amaçlı verilen ilaçlara da karıştırılabiliyordu.
M.Ö. 200'lü yıllarda hekim Nikander, Bergama Kralı III. Attalos'un emriyle, zehirlere karşı panzehir bulabilmek için, hüküm giymiş suçluların üzerlerinde deneyler yaptı. Bu arada, zehirlerin öldürücü dozlarını da araştırdı ve bulgularını yazarak derlerdi. Bu bulguların, zehirlenen birilerini ölmekten kurtardığı konusunda elde herhangi bir bilgi yok.
Tiryak diye anılan ve yaklaşık yüz farklı maddenin karıştırılmasıyla elde edilen karışık bir içecek, uzun süre her şeye karşı genel panzehir olarak kullanıldı. Tadı pek iyi sayılmasa da, bazı olaylarda hayat kurtardığı belirtiliyor. Romalı imparatorlar korunma amacıyla her gün düzenli olarak tiryak kullanmışlardı.
Ayrıca imparatorlar, yemeklerini yemeden önce başka birine tattırıyorlardı. Ama onlar da hükümdarlarının zehirlenmesine engel olamıyorlardı. Çünkü birçok madde, etkisini ancak yarım saat sonra gösteriyordu. Aristoteles'in öğrencisi Theophrastos, "akonitin"in, yani kurtboğan kökünden çıkarılan zehirli maddenin insanda öldürücü etkisini belirli bir zaman erteleyecek şekilde hazırlanabileceğini belirtiyordu.
Romalı hükümdar tam kadehi dudaklarına götürdüğü sırada Kleopatra ona engel olmuştu. Kraliçe "Seni öldürebilirdim." dedi, çünkü çiçeğin yapraklarına zehir sürmüştü. Marcus Antonius'un yüzü bembeyaz oldu. Kraliçenin doğru söylediğinden emin olmak için şarabı bir tutukluya içirtti ve adam öldü.
Hükümdarlar tarih boyunca, zehir bulundurmayı, satmayı ve kullanmayı ağır şekilde cezalandırdılar. Suçlu olduğu ve zehirle öldürdüğü kanıtlanan katiller, vahşice idam edildiler. Plutarkhos (M.S. yaklaşık 46-120), Persler'de, zehir içirerek insan öldürenlerin, kafası iki geniş taş arasında ezilerek idam edildiklerini bildiriyor.
Roma'da diktatör Cornelius Sulla, M.Ö. 81 yılında, kendi adıyla anılan "Lew Cornelia"yı yayınlattı. Bu kararname, kişilere, toplumsal konumlarına göre cezalar öngörüyordu. Seçkin sınıfa dahil olanlar kılıçla, sıradan vatandaşlar aslanların önüne atılarak, köleler ise çarmıha gerilerek idam ediliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder