Cuma, Kasım 12, 2010

TEVBE SÛRESI

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...



TEVBE SÛRESI



Kur'an-i Kerîm'in dokuzuncu suresi. Yüzyirmidokuz ayet, ikibindörtyüzyetmisdokuz kelime ve onbinseksenyedi harften ibarettir. Fasilasi be, ra, mim ve nun harfleridir. Medenî surelerden olup, Maide suresinden sonra Hicri 9. yilda nâzil olmustur. Adini yüzikinci ayetinde geçen "tövbe" kelimesinden almistir. Ayrica, birinci ayetin ilk kelimesi olan, "aklanmak, yükümlülükten kurtulmak" anlamlarina gelen "el-Berae" de surenin adi olarak kullanilmaktadir.

Tamamen istisnai bir durum olarak, diger surelerde oldugu gibi bu surenin basinda besmele yoktur. Ilk ayetler, müsriklere karsi sert bir ültimatom niteliginde oldugu için için de Allah Teâlâ'nin Rahman ve Rahîm sifatlari bulunan besmele ile baslamak, uygun görülmemistir. Besmele ile baslamamasinin muhtemel bir sebebi de muhteva açisindan bütünlük olusturdugu Enfâl sûresi ile tek bir sure olarak kabul edilmesidir. Ancak, Tövbe suresinin müstakil bir sure oldugu kesindir.

Kur'an okumaya, surenin basindan baslandigi zaman, sadece "E'üzü" çekilir ve okumaya baslanir. Enfâl sûresinden veya baska bir sureden, bu sureye geçilirse, okunan surenin devamiymis gibi, araya hiç bir sey sokulmadan okumaya devam edilir. Surenin basindan degil de baska bir ayetinden okumaya baslandiginda, "Besmele" çekildikten sonra geçilir.

Sure, Müslümanlarin Arap yarimadasinda siyasî ve askerî bir güç olarak varliklarini göstermeye basladigi bir dönemde nâzil olmustur. Medine'de olusan ve süratle çevresini genisleten Islâm devletini, artik yok etmelerinin mümkün olmadigini anlayan Mekkeli müsrikler, varliklarini sürdürmek ve uygun sartlar olusturup, Müslümanlarin imha edilmesini saglayabilmek için, tarihe, Hudeybiye Anlasmasi olarak geçen anlasmaya imza koymuslardi (bk. Hudeybiye mad.)

Mekke yönünden gelebilecek bir tehdidi, bu baris ile ortadan kaldiran Resulullah, bir taraftan Medine için bir tehdit olusturan Heyber'i Yahudilerden temizliyor, öte taraftan, Bizans imparatoru ve Iran sahi da dahil, genis bir alani kaplayan bir tarzda Islâm'a davet mektuplari gönderiyordu. Ayrica, Medine çevresi ve daha uzak yerlerdeki Arap kabilelerini Islâm'a davet ediyor ve onlarla anlasmalar akdediyordu.

Daha sonra, Müslümanlarin Mute mevkiinde kalabalik bir Bizans ordusu ile savasa tutusup, maglub olmadan maslahata uygun olarak geri çekilmeleri, bütün Arap yarimadasinda yankilara sebep olmus ve yarimadanin her yerinden akin akin gelen kabileler Islâm'a girmeye baslamisti.

Hudeybiye Anlasmasi çerçevesinde bir takim kabilelerle anlasmalar yaparak güç kazanmak isteyen Mekkeli müsrikler, anlasmadan sonra, Müslümanlar lehine cereyan eden çok süratli gelismeler karsisinda korkuya kapilmislar ve Hudeybiye anlasmasindaki sartlara mugayir davranislar göstermeye baslamislardi. Ayrica Medineli münafiklarla da gizliden gizliye anlasmalar yaparak, Müslümanlari içten parçalamak isteyen güçlere destek sagiliyorlardi. Ancak, onlarin bu çalismalari hiçbir netice vermemis, zahiren Müslümanlarin tamamen aleyhinde görülen Hudeybiye antlasmasinin Islam lehine verdigi sonuçlar, Mekke'yi Islâm'a boyun egmek zorunda birakmisti.

Bu asamadan sonra yapilmasi gereken sey, bütün Arap yarimadasinin putperestlerden, temizlenmesi ve insanligin geri kalan kismina Islâm'in nurunun ulastirilmasi yolunda, kiyamete kadar sürecek olan cihadin daha genis ve kapsamli bir sekilde sürdürülmesi idi.

Sure, müsriklere karsi mücadelede takip edilecek metodu ve onlarla olan anlasmalarin gelecegi hakkindaki hükümleri ortaya koymaktadir. Surenin bir kismi nazil oldugu zaman, Islâm ordusu Tebük seferi için hazirliklar yapiyordu. Inananlarin bu savas hazirliklarina ve sefere katilmak için var güçleriyle çalismalari istenirken, bunda tereddüt gösterenler siddetli bir sekilde kinanmaktadir. Ayrica, sefere katilmamak için mazeretler ileri süren kimselerin münafikliklari ortaya konuyor ve nefislerine uyarak seferden geri kalan üç Müslümanin samimi tövbeleri dile getiriliyor.

Surenin birinci bölümünü olusturan ayetler, Arap yarimadasindaki putperestlere bir ültimatom niteligi tasimaktadir. Allah Teâlâ, onlara bir mühlet vermekte ve bu zaman zarfinda, Islâm'a girmelerini istemektedir. Aksi halde, hiçbir hukukî güvencelerinin kalmayacagi bildirilmektedir: "Allah'tan ve peygamberinden, kendileriyle anlasma yaptiginiz müsriklere ihtardir. Yeryüzünde dört ay daha dolasabilirsiniz. Allah'i aciz birakamayacaginizi, Allah'in inkarcilari zelil edecegini bilin. Allah'in ve peygamberinin, puta tapanlardan uzak oldugunu büyük hac günü, Allah ve peygamberi insanlara ilan eder. Eger tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayirlidir. Yüz çevirirseniz, bilin ki siz Allah'i aciz birakamazsiniz. (Ey Muhammed) inkar edenlere can yakici azabi müjdele" (1-3).

Fetihten sonraki ilk hac için Resulullah (s.a.s) kendisi Mekke'ye gitmemis, Ebû Bekir (r.a)'i hac amiri tayin ederek bir kafile ile birlikte haccetmek için Mekke'ye göndermisti. Bu kafile henüz Mekke'ye ulasmadan, nâzil olan bu ayetlerin, hacda insanlara ilân edilmesini saglamak için Resulullah (s.a.s), Hz. Ali (r.a)'i hemen yola çikarmisti. Hz. Ali (r.a) bu ayetleri, Resulullah (s.a.s)'in istedigi sekilde, Kâbe'de okumustu. Devam eden ayetlerde, kendileriyle anlasma yapilip, bu anlasmalara sadik kalanlara, anlasma süreleri dolana kadar dokunulmamasi istenmekte, bunlarin disinda kalan müsriklerin ise, haram aylar çiktiktan sonra ele geçirildiklerinde öldürülmeleri emredilmekte, ayrica, onlara karsi uygulanacak tebligde takib edilecek metod bildirilmektedir.

Allah Teâlâ, Islâm'i kabul edenlerin, diger Müslümanlarla ayni konuma kavustuklarini bildirdikten sonra, Müslümanlarla yaptiklari anlasmalari bozan topluluklara karsi takinilacak tavri bir hüküm seklinde ortaya koymaktadir: "Eger antlasmalarindan sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatirlarsa, inkarda önde gidenlerle savasin. Onlar için artik and yoktur. Belki vazgeçerler" (12).

Müslümanlara, korkmadan, cesaretle kâfirler toplulugu ile savasmalari gerektigi bildirilerek, ancak böyle davranilirsa, kâfirlerin hor ve zelil kilinacagi gerçegi dile getirilmektedir. Böylece müminlerin kalpleri huzura ve güvene kavusabilecektir: "Onlarla savasin ki Allah sizin elinizle onlari azaplandirsin, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandirsin" (14).

Insanlarin sadece iman ettiklerini söylemeleri, onlarin kurtulusa ermeleri için yeterli degildir. Allah Teâlâ, bu sözlerinde samimi olup olmadiklarini bir imtihan vesilesi kildigi cihat ve Müslümanlarin güvenligini dert edinmekle sinayarak ortaya çikaracagini; "Allah, içinizden cihat edenleri, Allah'tan peygamberinden ve inananlardan baska sirdas edinmeyenleri ortaya çikarmadan sizi kendi halinize terkedecegini mi zannediyorsunuz? Allah islediklerinizden haberdardir" (16) ayetiyle bildirmektedir. Yani müminle, münafigin ayirdedici en belirgin özelligi, Allah yolunda savasmaya karsi takindiklari tavirlaridir.

Inanan insanlar uyarilarak, inanç birligi disindaki baglarin, bir kimseyi dost edinmek için bir gerekçe olamayacagi dile getiriliyor: "Ey inananlar! Babalarinizi, kardeslerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onlari kim dost edinirse dogrusu kendine yazik etmis olur" (23).

Daha sonra, Mescid-i Haram'la ilgi temel hükümlerden birisi "Ey inananlar! Dogrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeble, bu yildan sonra Mescid-i Haram'a yaklasmasinlar" (28) ayetiyle tesbit edilmektedir. Bu yasaklamayi âlimler, farkli sekillerde yorumlamislardir (bk. el-Kurtubî, el-Cami li Ahkamil-Kur'an, Beyrut 1965, VIII, 103 vd.).

Yahudiler ve Hristiyanlarin sapik akideleri tenkit edilerek, tesri'in sadece Allah'a ait oldugu, bu hakki ondan baskasina tanimanin sirk kosmaktan baska bir sey olmadigi bildirilmektedir. Allah Teâlâ, bu duruma düsen Hristiyanlari misal göstererek Müslümanlarin, Allah'in kanunlarindan baska kanunlara; yasaklama ve serbest birakmalara itibar etmemeleri, aksi halde Allah'tan baskasina ibadet etmis olacaklarini su ayet-i kerime ile ortaya koymaktadir: "Onlar Allah'i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryemoglu Mesih'i rabler edindiler. Oysa tek bir ilahtan baskasina kulluk etmemekle emrolunmuslardi. Ondan baska ilâh yoktur. Allah kostuklari eslerden münezzehtir” (31).

Resulullah (s.a.s), bu ayeti Hristiyan olup, henüz Müslüman olmamis olan Adiy b. Hatem'in yaninda okudugu zaman o, buna itiraz ederek, Hristiyanlarin, papazlara tapinmadiklarini, onlara ibadet etmediklerini söylemisti. Resulullah (s.a.s), Allah Teâlâ'nin emrettiklerine muhalif olarak, papazlarin helâl kilip, yasakladiklarina uymanin, onlari ilâh edinip, onlara tapinmaktan baska bir sey olmadigini söylemisti (Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'an-i-Azim, Istanbul 1985, IV, 76).

Kâfirler, Allah'in dinini yeryüzünden kaldirmak insanlari ona uymaktan alikoymak için var güçleriyle çalismakta, Islâm aleyhinde iftiralara dayali sayialarla onu tesirsiz hale getirmek istemektedirler. Ancak Allah Teâlâ, kâfirlerin bütün bu gayretlerinin bosa gidecegini, onlar istese de istemese de dinini yeryüzüne yayacagini bildirmektedir: Allah'in nurunu agizlariyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktir” (32).

Para biriktirip, onlari Allah yolunda sarfetmekten ve insanlarin istifadesine sunmaktan kaçinan kapitalist zihniyetli tipler, siddetle uyarildiktan sonra, Müslümanlara savas ilân eden kâfirlerle topyekün savasilmasinin gerekliligi bildirilerek, Allah yolunda savasmak, farz halini aldiktan sonra, onlarla savasmaktan geri kalan ve dünya hayatina sarilan kimselerin de bu uyusukluklari karsiliginda can yakici bir azaba müstahak olacaklari gözler önüne serilmektedir: "Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savasa çikin" dendigi zaman yere çöküp kaldiniz? Ahireti birakip dünya hayatina mi razi oldunuz?” (38).

Pesi sira gelen ayetlerde Allah Teâlâ, dini yüceltmek, Islâm ümmetine yönelen tehlikeleri ortadan kaldirmak için, müminlerin ne sekilde davranmalari gerektigini ve onlarin savas çagrisi karsisinda takindiklari tavirlarini dile getirir. "Allah ve ahiret gününe inananlar mallariyla, canlariyla savasmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakinanlari bilir" (44). Bu ayetler, Tebük seferi esnasinda nâzil olmustur. Bu sefere katilmamak için mazeretler gösterip, geri kalmak isteyenlerin durumlari, münafiklik olarak nitelendirilmektedir: "Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri süpheye düsüp süphelerinde bocalayan kimseler senden izin istedi" (45). Bu ayetler, kiyamete kadar sürecek olan Islâm-küfür savasinda insanlarin bu savasa karsi tutumlariyla degerlendirileceklerini ortaya koymaktadir.

cami8.jpg (28695 Byte)Daha sonra, münafiklarin iki yüzlü davranislari ve onlarin bu davranislarina sebeb olan etkenler teferruatiyla zikredilerek, onlarin bu düsmanca davranislarinin ve komplolarinin Müslümanlara bir zarar veremeyecegi dile getirilirken, inanan insanlara Allah'in takdirine tevekkül etmeleri ögütlenmektedir: "Allah'in bize yazdigindan baskasi basimiza gelmez. O bizim mevlamizdir. Inananlar Allah 'a güvensin” (51).

Pesinden, münafiklarin gizlenmek için yemini kendilerine siper edindikleri zikredilerek, bunlarin aslinda korkak bir zümre olduklarindan bahsedilmektedir. Yine onlarin, zekâtin dagitilmasi hakkindaki itirazlari sözkonusu edilerek, bunun sebebinin Allah'a tevekküllerinin olmayisindan kaynaklandigi bildirilmektedir. Allah Teâlâ, varlikli müminlere ödemekle farz kildigi zekâtin sarfedilecegi yerleri de yine kendisi tesbit etmistir: "Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düskünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Islâm'a isindirilacaklara verilir; kölelerin, borçlularin, Allah yolunda olanlarin ve yolda kalanlarin ugrunda sarfedilir. Allah bilendir, Hakimdir" (60).

Iki yüzlü insanlarin ve gerçek anlamda iman etmis olanlarin iç dünyalari ve bunun disa yansimalari, aralarindaki kesin farklar belli olsun diye karsilikli olarak gözler önüne serildikten sonra, iki yüzlü erkek ve kadinlarin ayni grubun mensubu olduklari ve bunlarin kötülügü yaymaya, iyiligi de engellemeye çalistiklari haber verilmektedir: "Iki yüzlü erkek ve kadinlar da birbirlerindendir: Kötülügü emreder, iyilige de engel olurlar..." (67).

Bunun tam ziddi olan mümin erkek ve mümin kadinlarin da, birbirlerinin velileri olduklari ve onlarin iyiligi emredip, insanlarin helâk olmasina sebeb olacak fenaliklardan alikoymaya çalistiklari, onlara ait diger bir takim özelliklerle birlikte zikredilmektedir: Mümin erkekler ve mümin kadinlar birbirlerinin velileridir: Iyiligi emreder, kötülükten alikoyarlar; namaz kilarlar, zekât verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. Iste Allah bunlara rahmet edecektir. Allah süphesiz güçlüdür, hakîmdir” (71).

Sure, tekrar tekrar nifak içindeki insanlarin fiilerine temas ederek, bu kötü hallerinin neticesinde içine sürüklendikleri açmazlari ortaya koymakta, onlarin bu davranislarindaki mantik disiliklari vurgulanmaktadir. Allah Teâlâ, iyilik için söz verip, fakat islerine gelmedigi zaman sürekli döneklik yapan ve inananlari aldattiklarini zannederek alay edenler, tehdit ifade eden bir üslûpla söyle seslenmektedir: "Ikiyüzlüler, Allah'in onlarin sirlarini ve gizli toplantilarini bildigini, Allah'in görünmeyenleri bilen oldugunu bilmiyorlar miydi?" (78).

Pesinden, münafiklarin Tebûk seferi hazirliklari esnasinda ve daha sonra bu seferle alâkali ortaya koyduklari tavirlari sergilenerek, onlarin asla bagislanmayacaklari bildirilmektedir: "(Ey Muhammed) Onlarin ister bagislanmasini dile, ister dileme birdir. Onlara yetmis defa bagislanma dilesen Allah onlari bagislamayacaktir" (80).

Bu duruma düsmelerinin sebebi, Müslümanlarla alay edip, bir savasa çikildigi zaman yalan mazeretler uydurup geri kalmalaridir. Buna örnek olarak, surenin son bölümünün inmesine sebep olan Tebûk seferi ile ilgili olaylar gösterilir. Allah Teâlâ, Allah yolunda cihad etmek için can atan, ancak, ellerinde olmayan sebeblerden dolayi geri kalanlar için bir vebalin sözkonusu olmadigini bildirmektedir: "Güçsüzlere, hastalar ve sarfedecek bir seyi bulunmayanlara Allah ve peygamberine bagli kaldiklari müddetçe sorumluluk yoktur" (91).

Allah yolunda savasmaktan kaçinip, münafiklik edenlerin zelil durumlari teferruatli bir sekilde dile getirildikten sonra Allah Teâlâ, kendi yolunda cihat edenlere cenneti vadetmis oldugunu ve bunu daha önce gönderdigi kitaplarinda da bildirdigini; "Alah süphesiz, Allah yolunda savasip, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarini ve mallarini - Tevrat, Incil ve Kur'an 'da söz verilmis bir hak olarak cennete karsilik satin almistir. Verdigi sözü Allah 'tan daha çok tutan kim vardir? Öyleyse yaptiginiz alis-verise sevinin; bu büyük basaridir" (111) ayetiyle gözler önüne sermektedir.

Bedevilerin cehâlet ve anlayissizliklarindan dolayi sapiklikta asiri gittikleri zikredilerek, Tebûk seferinden geri kalan ve samimiyetle suçlarini itiraf edip bagislanmak dileyen Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rubaî'nin durumlari dile getirilerek, tövbelerinin kabul edilisleri anlatilir. Onlar, Resulullah'a durumlarini itiraf ettiklerinde o, Allah Teâlâ'nin haklarinda hükmünü verinceye kadar beklemelerini söyledi. Bütün Müslümanlar onlarla iliskilerini kesmisti. Hatta hiç kimse, onlara selam vermiyordu. Bu, elli gün devam etmisti. Onlar bu zaman zarfinda çok büyük manevî sikintilar çektiler. Allah Teâlâ, onlarin içinde bulunduklari ruhî sikintilari ve tövbelerindeki samimiyeti su ayet-i kerîme ile ortaya koyarak, onlarin tövbelerini kabul ettigini bildirmektedir: "Bütün genisligine ragmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sikistirip Allah'tan baska siginacak kimse olmadigini anlayan, savastan geri kalmis üç kisinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onlarin tövbesini kabul etmistir..." (118).

Allah Teâlâ, savasa çikildigi zaman geri de, Islâm'i ögrenip, geri dönen mücahideleri uyarmak, onlari egitmek ve yaptiklari islerin suuruna erdirmek için mutlaka bir grubun kalmasi gerektigine isaret etmektedir: "Inananlar toptan savasa çikmamalidir. Her topluluktan bir taifenin dini iyi ögrenmek ve geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmalari gerekli olmaz mi ? Ki, böylece belki yanlis hareketlerden çekinirler" (122).

Pesinden gelen ayette inananlara, yakinlarinda bulunan inkârcilarla savasmalari emredilmektedir. Böylece o kâfirler, müminleri kendilerine karsi çok sert ve çetin bulacaklardir: "Ey inananlar! Yakininizda bulunan inkârcilarla savasin; sizi kendilerine karsi sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karsi gelmekten sakinanlarla beraberdir" (123).

Sure, tekrar münafiklarin hallerine temas ederek, ümmetinin sikintilari ve günahlarindan ötürü cezalandirilmalari endisesinden dolayi üzülen, inanlara sefkatli, merhametli ve onlara düskün bir peygamber olarak vasiflandirilan Hz. Muhammed (s.a.s)'e davetine yüz çeviren topluluklara karsi takinmasi gereken tavir bildirilerek son buluyor. Bu hitap peygamberin sahsinda kiyamete kadar gelecek bütün tebligcileri kapsamaktadir: "(Ey Muhammed!) Eger yüz çevirirlerse, de ki: Allah bana yeter; ondan baska ilâh yoktur, yalniz O'na güveniyorum; O, büyük Ars'in Rabb'idir" (

TAŞ OLUŞTURAN MİNERALLER

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...


Yerkabuğunu oluşturan cisimler, mineraller ve taşlar olmak üzere ayırt edilir. Minerallerin kimyasal açıdan homojen olmalarına karşılık, taşlar, yani mineral toplulukları heterojen cisimlerdir. Ancak taş olarak adlandırılan oluşumlar, yerkabuğunda oldukça sık rastlanılan ve benzer oranlarda mineral topluluklarının oluşturdukları cisimlerdir.

Taş yapan minerallerin en önemlileri silikatlar ve demirdir. (Magnezyum, kalsiyum, sodyum ve potasyum alüminyum silikatlarıdır. )

16 km derinliğe kadar yerkabuğunu oluşturan taşlardan alınan 700 civarındaki örneğin mineral bileşimlerinin istatistik incelemesi sonucunda magmatik tşların bileşiminin şu mineral gruplarından oluştuğu ortaya konmuştur.



Feldspatlar ve türevleri 59. 5

Hornblend ve ojit 16. 8

Kuvars 12. 0

Mika 3. 8

Bütün diğer mineraller 7. 9

Taş yapan mineraller , renklerinin açık veya koyu oluşuna göre açık renkli mineraller veya felsitler, koyu renkli mineraller veya mafitler olmak üzere gruplandırılır.

FELSİTLER MAFİTLER

Feldspatlar
Piroksenler

Feldspatoidler
Amfiboller

Kuvars
Biotit

Muskovit
Olivin

Jips
Serpantin

Kalsit
Klorit

Kil mineralleri
Kloritoid

Epidot-Zoisit
Granat


Turmalin


MAGMATİK TAŞLARIN MİNERALLERİ
1) SİLİSYUM GRUBU MİNARALER

KUVARS

SiO2, S=7, Öz. Ağır. =2. 65, Hegzagonal-Trapezoedrik tetardoedri.

Kuvars taş yapan minerallerin en önemlilerinden birisidir. Gre ve kuvarsitler hemen hemen yalnızca bu minerallerden yapılmışlardır. Asit taşların en karakteristik elemanıdır. Sertliği 7 olduğundan doğal etkenlere karşı dayanıklıdır, zor ayrışır, dilinimi yoktur, kırılma yüzeyi genellikle midye kabuğu şeklindedir. Kitle halinde iken yağ parlaklığı, kristal halinde cam parlaklığı gösterir. Yalnızca florasiti, kaynayan potasyum klorür ve alkali karbonatta erime gösterir. Kuvarsın pseudomorfozları oldukça yaygındır. Trigonal trapezoedrik şekilde kristallenen kuvars 575 C0 derece ısıda hegzagonal trapezoedrik ?-kuvars formuna dönüşür. 575C0 derecenin üzerinde ise paramorfoz bir kuvars formu olan ß-kuvars oluşur.

870C0 derecede -kuvars rombusal form olan tridimite, 1470C0 derecede ise tetragonal form olan kristobalit&e dönüşür. 1700C0 derecede ergir.

Bu çeşit kuvars türlerinin ısı şartları ile olan ilişkileri nedeni ile kuvars, jeolojik termometre olarak değer taşır.

Kuvars kristalleri taşlarda çok seyrek olarak idiomorf sınırlar gösterir. Taş içerisinde genellikle renksiz süt beyazı veya gridir. Bazı granitlerde ortoklas ile birlikte yazı graniti dokusunu oluşturur, yani taş içerisinde bulunan plajioklas ortoklasın yerine geçer ve serbest kalan kuvars plajioklas içerisinde solucan şekilli bir yapı gösterir. Buna mirmekit yapısı denir.

Kuvars ince kesitlerde renksiz ve saydamdır. Çok defa düzensiz ince çatlakları vardır. Kırılma indisi zayıf, çift kırması da zayıftır. Optikçe pozitiftir.

Kristal sınırları düzensizdir ve korrozyon gösterir. Bazen ikizleri görülür. Dilinimi yoktur(=Çok zayıf) Tektonik etkenlere karşı çok hassastır. Optik eksenlerin sapması sonucunda aynı tanede çeşitli sönmeler olur ve dalgalı sönme gösterir. Gene basınç sonucunda taneler birbiri içine girer ve aynı taneden birçok tanelerin oluşması sonucunda Mörtel dokusu meydana gelir.

Kuvars&a feldspatoidlerle birlikte rastlanmaz. Olivin, korund ve spinel ile de görülmesi pek nadirdir. Çünkü bu mineraller SiO2 ile başka mineraller oluştururlar ve ancak bu son ürünler kuvars ile birlikte bulunabilirler. (Örnek:Nefelin SiO2 ile birlikte Albit, Korund SiO2 ile birleşerek Disten&i oluşturur. )

2) FELDSPAT GRUBU MİNERALLER

ORTOKLAS

(Alkali feldspat) (SiO2. SiO2)Al-K veya KalSi3 O8

Ortoklas Yunanca düzgün bölünen teriminden türetilmiş bir deyimdir. Monoklinal holoedride kristallenir. S=6, Öz. Ağır. =2. 57 Flor asitinde ayrışır. Genellikle porfirik dokulu taşlarda idiomorf oluşumlar şeklinde yer alır.

Oluşum şekline göre değişik şekillerde kristalleri gelişir. Ortoklas adı altında genellikle berrak olmayan K-Feldspatları gösterilir. Genç ve çabuk soğumuş volkanik taşların cam manzaralı feldspatlarına sanidin adı verilir. İkizleri çok boldur.

Ortoklas özellikle hamuru cam olan volkanik taşlarda idiomorf kesitler verir. Taneli taşlarda ise hudutlar düzensizdir, bazen yuvarlak hududlara da rastlanır. Basınç altında kalan taşlar da ortoklas mercek şeklini alır ve bu nedenle ince kesitte göz gibi görülür.

Kristalleri değişmeye uğramamışsa renksiz ve parlak kesitler halinde görülür.

Ortoklas içinde inklüzyon boldur. Çeşitli minerallere rastlandığı gibi, zonar şekilde ojit, biotit, kuvars gibi mineraller çok miktarda bulunur.

Değişmesinden muskovit (serizit) ve kaolen oluşur. Serisit pulları yüksek olan çift kırılmalarıyla kolayca tanınır. Kaolinleşme de ise , yeni oluşan materyal toprağımsı bir manzara gösterir;bu özelliği ile de berrak gözüken kuvarstan kolayca ayırt edilir.

SANİDİN

KalSi3 O8 bileşiminde olan sanidin de % 70&e kadar varabilen Na-Feldspat molekülleri bulunabilir. Yüksek miktarda Na molekülü bulunan sanidinlere sodyum sanidin veya sodyum ortoklas da denir. Sanidin genellikle genç ve çabuk soğumuş magmatik taşların cam manzaralı feldspatlarına verilen isimdir. Monoklinal sistemde kristallenir. Ayrışmaya uğramamış kristalleri renksiz veya gri renkte, saydam ve çok parıltılıdır. Kesitleri genellikle renksiz ve berraktır.

Dilinimleri net olarak görülmez.

MİKROKLİN

(K, Na) AlSi3 O8 optik iki eksenli negatif bir mineraldir.

Mikroklin aslında KalSi3O8 bileşimindedir. Birçok hallerde %100-60 ortoklas ve %0-40 albitten oluşur. İkizleri çok karakteristiktir. Kendine özgü kafes yapısı ile iyi tanınır.

ANORTOKLAS

(Na, K)AlSi3 O8 veya pek az miktarda Ca-Feldspatta bileşime girebilir. Bileşim bakımından Ortoklas ile Albit arasında bir ara safha olan Anortoklasda, Albit %60 a ulaşabilir.

Optik özellikleri açısından mikrokline çok yaklaşan bu mineral, triklinal (pseudomonoklinal) bir feldspat türüdür. Genellikle c ekseni yönünde uzamış renksiz kristaller halindedir. İkizlerine sık rastlanır. Optik çift eksenli negatif bir mineral olan anortoklasın kırılma indisi mikroklinden biraz daha yüksektir. Sanidinde olduğu gibi Na bakımından zengin lavlar ve bunlarla ilgili taşlarda bulunur. Anortoklas çok yüksek ısıda oluşmuş ve çok çabuk soğumaya uğramış bir albit ortoklas karışımıdır.

PLAJIOKLASLAR

Bir Na feldspatı olan albit ile bir Ca feldspat, yani anortit&in oluşturduğu izomorf serinin üyelerine plajıoklas denir. Triklinal sistemde kristallenirler. Bileşimlerinde bulunan anortit miktarına göre adlandırılan bu serinin bir ucunda albit (NaAlSi3 O, diğer ucunda ise anortit (CaAl2 Si2 Oyer alır.

Plajıoklas kristallerinin şekli ortoklasınkine çok benzer. Yüzeyler arasındaki açıların değerleri de az farklıdır. Hemen hemen bütün plajıoklas türlerinde mükemmel dilinim görülür.

Plajıoklaslarda özellikle lamelli ikizlere hemen hemen daima rastlanır. En çok görülen ikizler (010) yönünde olup buna albit ikizlenmesi denir. Bu cins ikizler genellikle uzunlamasına yönde levha şeklindedir. Bu polisentetik ikizlenme sonucunda taban kısımları genellikle düzenli girinti ve çıkıntılar gösterir. Bu durum çok defa mikroskopik olarak da paralel çizgiler halinde görülür ve ortoklaslardan ayırma imkanını verir.

Plajıoklasların en karakteristik özelliği polisentetik ikizlerin aralarındaki içeriye-dışarıya oluşan açılar pek görünmez, fakat analizör devreye sokulduktan sonra lamel sisteminin değişik sönüşüyle ikizler hemen belli olur.

Albit ikizleri uzun eksen yönüne paralel düz ve keskin şeritler halinde görülür. Lameller değişiktir. Kısmen ince kısmen de kalın şeritler halinde olabilir. Basınç etkileri nedeniyle bazen kıvrıklı, kırıklı veya basamaklı olabilirler.

Plajıoklaslar genellikle renksizdir. Bazen gri veya yeşilimtrak olabilir. Albitten anortite doğru yoğunluk ve buna uygun olarak erime noktası da artar. Öz. Ağır. =2, 61-2, 77)

Ayrışmaya uğramamış plajıoklaslar ince kesitlerde berrak ve renksizdir.

Plajıoklaslarda inklüzyon olarak ortoklas veya mikroklinin yanı sıra düzenli şekilde sıralanmış hematit, ilmenit veya magnetit de yer alabilir ve plajıoklasın prizma veya pinakoid düzlemlerine paralel olarak sıralanırlar. Bu inklüzyonlar kristalin merkez kısımlarında düzenli bölgeler meydana getirir. Aventurin veya güneş taşında görüldüğü gibi bazen pırıltı olayı da yaratabilirler. Feldspat kristallerinin buğulu bir görünüş almasının metamorfik ısınma sonucu olduğu tahmin edilmektedir.

Plajıoklaslarda da ayrışma görülür. Ancak bunlardaki ayrışma ortoklasın aksine kaolinleşme yerine damuritleşme şeklindedir. Ca miktarının artışı ile fazlalaşma gösterir. Albit ayrışma yönünde oldukça dayanıklıdır. Anortite doğru ayrışmada süratli bir artış görülür. Albitte ayrışma sonucunda serizit, karbonat veya kil minerallerinin albitin yerine geçtiği görülebilir. Anortoklasın ayrışması çok karakteristik bir durum gösterir.

Mineralin anortoklas molekülleri ayrışırken albit bölümü aynen kalır. Bu ayrışmada epidot, klinozoisit veya zoisit, beyaz mika veya karbonatlar oluşur.

Havalanma da plajıoklaslarda tipik ayrışma ürünlerini oluşturur. Değişik etkenler nedeni ile çeşitli kil mineralleri ortaya çıkar. Bazen de plajıoklas ortoklasın yerine geçer ve serbest kalan kuvars plajıoklas içerisinde mirmekit dokusunu oluşturur.

Plajıoklaslar özellikle monzonit, diyorit, gabro grubu taşlarının tayininde önemli rol oynar. Metamorfik taşların da en yaygın mineral türüdür.

FELDSPATOİDLER

Kimyasal bileşimleri yönünden feldspatlara benzeyen feldspatoidler, feldspatlar gibi homojen geçiş serileri oluşturmaz. Bunlar silisçe fakir, ancak alkalilerce zengin magma oluşumlarıdırlar. Bu gruba giren mineralleri albit veya ortoklas ile karşılaştırdığımızda, silis yönünden fakir oldukları anlaşılır. Grubun en önemli türleri nefelin ve lösittir. Feldspatoidler heterojen bir mineral topluluğu olmasına rağmen, sırf minerolojik özellikleri nedeniyle bir grupta toplanmışlardır.

En önemli feldspatoid türleri:

Lösit KalSi2 O6

Nefelin NaAlSiO4

Sodalit 3NaAlSiO4 NaCl

Hauyn 3NaAlSiO4 CaSO4

Nosean 3NaAlSiO4 Na2 Si4

PİROKSENLER

Magmatik taşların karakteristik ve önemli bileşenleri olan piroksenler bileşim bakımından başlıca iki değerli unsurların metasilikatlarıdır.

R2 &Si2 O6 genel formülü ile ifade edilebilen bu grupta R2 nin yerine şunlar bulunabilir: Na, Li, Ca, Fe, Mg, Ti, Al, Fe2 v. b.

Bu bileşimde genellikle çok az miktarda Li, Ti ve Mn yeralabilir. Başlıca rombusal ve monoklinal sistemlerde kristallenirler. Piroksenler özellikleri birbirine çok yakın olan minerallerdir ve dike yakın olan (87°) dilinim açıları çok karakteristiktir. Dilinimler iyi oluşmuş fakat düzensiz ve kesik görünümlüdür. Bu grubun paleokrizma özelliği yok gibidir. Yatay kesiti çoğunlukla sekizgendir. Renkleri hafif ve çeşitlidir. Oldukça yüksek olan kırılma indisleri nedeniyle rölieflidirler. Çift kırmaları çeşitli piroksen türlerinde çok farklıdır. Optik eksenler düzlemi rombusal piroksenlerle monoklinal piroksenlerin çoğunda (010) a paralel olup optik özellikleri genellikle (+) dır.

Taşlar içerisinde en çok monoklinal ve kısmen de rombusal piroksenlere rastlanır. Triklinal piroksenler ise seyrektir.

Piroksenler dört esas gruba ayrılarak incelenebilirler.

PİROKSENLERİN SINIFLANDIRILMASI

1-Rombusal piroksenler

A)Enstatit % 0-10 (SiO3) Fe

B)Bronzit %10-30 (SiO3) Fe

C)Hipersten %30-50 (SiO3) Fe

a)ferrohipersten %50-70 (SiO3) Fe

b)Eulit %70-90 (SiO3) Fe

c)Ferroslit %90-100 (SiO3) Fe

2-Monoklinal piroksenler

A)Ca lu ve ferromanganezyumlu piroksenler

Klinoenstatit (SiO3)Mg

Pijonit (SiO3). (Mg, Fe, Ca)

Diopsit, Diallag (SiO3)2 CaMg

Hedenbergit (SiO3)2 CaFe

Ojit (Si, Al)O5 . (Ca, Mg, Fe, Al)

B)Alkalen piroksenler

Egirin (SiO3)2 Na, Fe3+

Jadeit (SiO3) Na , Al

Spodumen (SiO3)2 Li , Al

3-Piroksenoidler

Vollastoni (SiO3) Ca

Rodonit (SiO3) (Mn, Fe, Ca)

AMFİBOLLER

Amfiboller inosilikatlardandır. genel formülleri R2 &Si2 O6 olup burada R2 nin yerine

Na (K), Ca, Fe2+, Mg, (Ti), Al, Fe3+ gelebilir.

Rombusal ve monoklinal sistemde kristallenirler. Bu gruptaki mineraller genellikle c ekseni yönünde uzama gösterirler ve bu uzama bazen iplik şekline kadar varabilir. İyi gelişmiş prizmatik dilinimleri vardır. Dilinim açıları aşağı yukarı 124º civarındadır. Ayrıca amfibollerin dilinimleri piroksenlerinkinden daha ince ve daha düzgündür.

(100) yüzeyine göre ikizlenme çok sıktır ve tekrarlama ikizleri şeklinde olabilir. Öz. Ağır. =2, 9-3, 5 S=4-6, 5 arasında değişir. Hidroflorik asit dışında asitten etkilenmez.

Aşağıda önemli amfibol türleri şematik olarak gösterilmiştir.

1)Rombusal amfiboller

Antofillit

Gedrit

2)Monoklinal amfiboller

Amfibol

Kümmingtonit

Grunerit

Tremolit

Aktinolit

Rihterit

3)Geçit amfibolleri

Hornblend

Adi Hornblend

Bazaltik Hornblend

Edenit

Pargazit

Glaukofan

Ribeckit

Hastingsit

Arfvedsonit

4)Amfiboloidler

Enigmatit

SERPANTİN

Genel formülü Si4 O10 (OH)8 . Mg2 olan serpantin fillosilikatlardandır. Genellikle Mg&un yerini kısmen Fe alır.

Antigorit (yaprak serpantini) ve krizotil (lif serpantini)olmak üzere iki önemli çeşidi vardır. Birincisi yeşil renkli ve çok iyi dilinimlidir. Krizotil ise sarımtrak-yeşil renkli ve ipek parlaklığındadır. Monoklinal sistemde kristallenmelerine rağmen pseudomorf olarak bulunurlar.

İnce kesitlerde genellikle renksiz bazen hafif yeşil olarak görülür. Bu durumda zayıf bir pleokroizma fark edilir. Kırılma indisleri küçüktür. Antigorit optik bakımından (-) dir. (001)yönünde belirgin dilinimlidir. c ekseni yönünde gelişmiş kristalleri bazen çok uzun, ince lifler halinde ve amyant adını alır. Bunlar antigorit içindeki damarcıkların kenarlarına genellikle dik olarak oluşurlar. (110) yönünde dilinimleri vardır. Renksizdir. Çift kırma değeri de küçüktür.

Bu gruba giren mineraller genel olarak çeşitli silikatların, özellikle piroksen ve peridotların alterasyonu sonucunda oluşurlar ve serpantin denilen taşların hemen hemen tamamını meydana getirirler.

METAMORFİZMA SİLİKATLARI

-Andalusit

-Turmalinler

-Granatlar

TAŞ OLUŞTURAN MİNERALLER

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...


Yerkabuğunu oluşturan cisimler, mineraller ve taşlar olmak üzere ayırt edilir. Minerallerin kimyasal açıdan homojen olmalarına karşılık, taşlar, yani mineral toplulukları heterojen cisimlerdir. Ancak taş olarak adlandırılan oluşumlar, yerkabuğunda oldukça sık rastlanılan ve benzer oranlarda mineral topluluklarının oluşturdukları cisimlerdir.

Taş yapan minerallerin en önemlileri silikatlar ve demirdir. (Magnezyum, kalsiyum, sodyum ve potasyum alüminyum silikatlarıdır. )

16 km derinliğe kadar yerkabuğunu oluşturan taşlardan alınan 700 civarındaki örneğin mineral bileşimlerinin istatistik incelemesi sonucunda magmatik tşların bileşiminin şu mineral gruplarından oluştuğu ortaya konmuştur.



Feldspatlar ve türevleri 59. 5

Hornblend ve ojit 16. 8

Kuvars 12. 0

Mika 3. 8

Bütün diğer mineraller 7. 9

Taş yapan mineraller , renklerinin açık veya koyu oluşuna göre açık renkli mineraller veya felsitler, koyu renkli mineraller veya mafitler olmak üzere gruplandırılır.

FELSİTLER MAFİTLER

Feldspatlar
Piroksenler

Feldspatoidler
Amfiboller

Kuvars
Biotit

Muskovit
Olivin

Jips
Serpantin

Kalsit
Klorit

Kil mineralleri
Kloritoid

Epidot-Zoisit
Granat


Turmalin


MAGMATİK TAŞLARIN MİNERALLERİ
1) SİLİSYUM GRUBU MİNARALER

KUVARS

SiO2, S=7, Öz. Ağır. =2. 65, Hegzagonal-Trapezoedrik tetardoedri.

Kuvars taş yapan minerallerin en önemlilerinden birisidir. Gre ve kuvarsitler hemen hemen yalnızca bu minerallerden yapılmışlardır. Asit taşların en karakteristik elemanıdır. Sertliği 7 olduğundan doğal etkenlere karşı dayanıklıdır, zor ayrışır, dilinimi yoktur, kırılma yüzeyi genellikle midye kabuğu şeklindedir. Kitle halinde iken yağ parlaklığı, kristal halinde cam parlaklığı gösterir. Yalnızca florasiti, kaynayan potasyum klorür ve alkali karbonatta erime gösterir. Kuvarsın pseudomorfozları oldukça yaygındır. Trigonal trapezoedrik şekilde kristallenen kuvars 575 C0 derece ısıda hegzagonal trapezoedrik ?-kuvars formuna dönüşür. 575C0 derecenin üzerinde ise paramorfoz bir kuvars formu olan ß-kuvars oluşur.

870C0 derecede -kuvars rombusal form olan tridimite, 1470C0 derecede ise tetragonal form olan kristobalit&e dönüşür. 1700C0 derecede ergir.

Bu çeşit kuvars türlerinin ısı şartları ile olan ilişkileri nedeni ile kuvars, jeolojik termometre olarak değer taşır.

Kuvars kristalleri taşlarda çok seyrek olarak idiomorf sınırlar gösterir. Taş içerisinde genellikle renksiz süt beyazı veya gridir. Bazı granitlerde ortoklas ile birlikte yazı graniti dokusunu oluşturur, yani taş içerisinde bulunan plajioklas ortoklasın yerine geçer ve serbest kalan kuvars plajioklas içerisinde solucan şekilli bir yapı gösterir. Buna mirmekit yapısı denir.

Kuvars ince kesitlerde renksiz ve saydamdır. Çok defa düzensiz ince çatlakları vardır. Kırılma indisi zayıf, çift kırması da zayıftır. Optikçe pozitiftir.

Kristal sınırları düzensizdir ve korrozyon gösterir. Bazen ikizleri görülür. Dilinimi yoktur(=Çok zayıf) Tektonik etkenlere karşı çok hassastır. Optik eksenlerin sapması sonucunda aynı tanede çeşitli sönmeler olur ve dalgalı sönme gösterir. Gene basınç sonucunda taneler birbiri içine girer ve aynı taneden birçok tanelerin oluşması sonucunda Mörtel dokusu meydana gelir.

Kuvars&a feldspatoidlerle birlikte rastlanmaz. Olivin, korund ve spinel ile de görülmesi pek nadirdir. Çünkü bu mineraller SiO2 ile başka mineraller oluştururlar ve ancak bu son ürünler kuvars ile birlikte bulunabilirler. (Örnek:Nefelin SiO2 ile birlikte Albit, Korund SiO2 ile birleşerek Disten&i oluşturur. )

2) FELDSPAT GRUBU MİNERALLER

ORTOKLAS

(Alkali feldspat) (SiO2. SiO2)Al-K veya KalSi3 O8

Ortoklas Yunanca düzgün bölünen teriminden türetilmiş bir deyimdir. Monoklinal holoedride kristallenir. S=6, Öz. Ağır. =2. 57 Flor asitinde ayrışır. Genellikle porfirik dokulu taşlarda idiomorf oluşumlar şeklinde yer alır.

Oluşum şekline göre değişik şekillerde kristalleri gelişir. Ortoklas adı altında genellikle berrak olmayan K-Feldspatları gösterilir. Genç ve çabuk soğumuş volkanik taşların cam manzaralı feldspatlarına sanidin adı verilir. İkizleri çok boldur.

Ortoklas özellikle hamuru cam olan volkanik taşlarda idiomorf kesitler verir. Taneli taşlarda ise hudutlar düzensizdir, bazen yuvarlak hududlara da rastlanır. Basınç altında kalan taşlar da ortoklas mercek şeklini alır ve bu nedenle ince kesitte göz gibi görülür.

Kristalleri değişmeye uğramamışsa renksiz ve parlak kesitler halinde görülür.

Ortoklas içinde inklüzyon boldur. Çeşitli minerallere rastlandığı gibi, zonar şekilde ojit, biotit, kuvars gibi mineraller çok miktarda bulunur.

Değişmesinden muskovit (serizit) ve kaolen oluşur. Serisit pulları yüksek olan çift kırılmalarıyla kolayca tanınır. Kaolinleşme de ise , yeni oluşan materyal toprağımsı bir manzara gösterir;bu özelliği ile de berrak gözüken kuvarstan kolayca ayırt edilir.

SANİDİN

KalSi3 O8 bileşiminde olan sanidin de % 70&e kadar varabilen Na-Feldspat molekülleri bulunabilir. Yüksek miktarda Na molekülü bulunan sanidinlere sodyum sanidin veya sodyum ortoklas da denir. Sanidin genellikle genç ve çabuk soğumuş magmatik taşların cam manzaralı feldspatlarına verilen isimdir. Monoklinal sistemde kristallenir. Ayrışmaya uğramamış kristalleri renksiz veya gri renkte, saydam ve çok parıltılıdır. Kesitleri genellikle renksiz ve berraktır.

Dilinimleri net olarak görülmez.

MİKROKLİN

(K, Na) AlSi3 O8 optik iki eksenli negatif bir mineraldir.

Mikroklin aslında KalSi3O8 bileşimindedir. Birçok hallerde %100-60 ortoklas ve %0-40 albitten oluşur. İkizleri çok karakteristiktir. Kendine özgü kafes yapısı ile iyi tanınır.

ANORTOKLAS

(Na, K)AlSi3 O8 veya pek az miktarda Ca-Feldspatta bileşime girebilir. Bileşim bakımından Ortoklas ile Albit arasında bir ara safha olan Anortoklasda, Albit %60 a ulaşabilir.

Optik özellikleri açısından mikrokline çok yaklaşan bu mineral, triklinal (pseudomonoklinal) bir feldspat türüdür. Genellikle c ekseni yönünde uzamış renksiz kristaller halindedir. İkizlerine sık rastlanır. Optik çift eksenli negatif bir mineral olan anortoklasın kırılma indisi mikroklinden biraz daha yüksektir. Sanidinde olduğu gibi Na bakımından zengin lavlar ve bunlarla ilgili taşlarda bulunur. Anortoklas çok yüksek ısıda oluşmuş ve çok çabuk soğumaya uğramış bir albit ortoklas karışımıdır.

PLAJIOKLASLAR

Bir Na feldspatı olan albit ile bir Ca feldspat, yani anortit&in oluşturduğu izomorf serinin üyelerine plajıoklas denir. Triklinal sistemde kristallenirler. Bileşimlerinde bulunan anortit miktarına göre adlandırılan bu serinin bir ucunda albit (NaAlSi3 O, diğer ucunda ise anortit (CaAl2 Si2 Oyer alır.

Plajıoklas kristallerinin şekli ortoklasınkine çok benzer. Yüzeyler arasındaki açıların değerleri de az farklıdır. Hemen hemen bütün plajıoklas türlerinde mükemmel dilinim görülür.

Plajıoklaslarda özellikle lamelli ikizlere hemen hemen daima rastlanır. En çok görülen ikizler (010) yönünde olup buna albit ikizlenmesi denir. Bu cins ikizler genellikle uzunlamasına yönde levha şeklindedir. Bu polisentetik ikizlenme sonucunda taban kısımları genellikle düzenli girinti ve çıkıntılar gösterir. Bu durum çok defa mikroskopik olarak da paralel çizgiler halinde görülür ve ortoklaslardan ayırma imkanını verir.

Plajıoklasların en karakteristik özelliği polisentetik ikizlerin aralarındaki içeriye-dışarıya oluşan açılar pek görünmez, fakat analizör devreye sokulduktan sonra lamel sisteminin değişik sönüşüyle ikizler hemen belli olur.

Albit ikizleri uzun eksen yönüne paralel düz ve keskin şeritler halinde görülür. Lameller değişiktir. Kısmen ince kısmen de kalın şeritler halinde olabilir. Basınç etkileri nedeniyle bazen kıvrıklı, kırıklı veya basamaklı olabilirler.

Plajıoklaslar genellikle renksizdir. Bazen gri veya yeşilimtrak olabilir. Albitten anortite doğru yoğunluk ve buna uygun olarak erime noktası da artar. Öz. Ağır. =2, 61-2, 77)

Ayrışmaya uğramamış plajıoklaslar ince kesitlerde berrak ve renksizdir.

Plajıoklaslarda inklüzyon olarak ortoklas veya mikroklinin yanı sıra düzenli şekilde sıralanmış hematit, ilmenit veya magnetit de yer alabilir ve plajıoklasın prizma veya pinakoid düzlemlerine paralel olarak sıralanırlar. Bu inklüzyonlar kristalin merkez kısımlarında düzenli bölgeler meydana getirir. Aventurin veya güneş taşında görüldüğü gibi bazen pırıltı olayı da yaratabilirler. Feldspat kristallerinin buğulu bir görünüş almasının metamorfik ısınma sonucu olduğu tahmin edilmektedir.

Plajıoklaslarda da ayrışma görülür. Ancak bunlardaki ayrışma ortoklasın aksine kaolinleşme yerine damuritleşme şeklindedir. Ca miktarının artışı ile fazlalaşma gösterir. Albit ayrışma yönünde oldukça dayanıklıdır. Anortite doğru ayrışmada süratli bir artış görülür. Albitte ayrışma sonucunda serizit, karbonat veya kil minerallerinin albitin yerine geçtiği görülebilir. Anortoklasın ayrışması çok karakteristik bir durum gösterir.

Mineralin anortoklas molekülleri ayrışırken albit bölümü aynen kalır. Bu ayrışmada epidot, klinozoisit veya zoisit, beyaz mika veya karbonatlar oluşur.

Havalanma da plajıoklaslarda tipik ayrışma ürünlerini oluşturur. Değişik etkenler nedeni ile çeşitli kil mineralleri ortaya çıkar. Bazen de plajıoklas ortoklasın yerine geçer ve serbest kalan kuvars plajıoklas içerisinde mirmekit dokusunu oluşturur.

Plajıoklaslar özellikle monzonit, diyorit, gabro grubu taşlarının tayininde önemli rol oynar. Metamorfik taşların da en yaygın mineral türüdür.

FELDSPATOİDLER

Kimyasal bileşimleri yönünden feldspatlara benzeyen feldspatoidler, feldspatlar gibi homojen geçiş serileri oluşturmaz. Bunlar silisçe fakir, ancak alkalilerce zengin magma oluşumlarıdırlar. Bu gruba giren mineralleri albit veya ortoklas ile karşılaştırdığımızda, silis yönünden fakir oldukları anlaşılır. Grubun en önemli türleri nefelin ve lösittir. Feldspatoidler heterojen bir mineral topluluğu olmasına rağmen, sırf minerolojik özellikleri nedeniyle bir grupta toplanmışlardır.

En önemli feldspatoid türleri:

Lösit KalSi2 O6

Nefelin NaAlSiO4

Sodalit 3NaAlSiO4 NaCl

Hauyn 3NaAlSiO4 CaSO4

Nosean 3NaAlSiO4 Na2 Si4

PİROKSENLER

Magmatik taşların karakteristik ve önemli bileşenleri olan piroksenler bileşim bakımından başlıca iki değerli unsurların metasilikatlarıdır.

R2 &Si2 O6 genel formülü ile ifade edilebilen bu grupta R2 nin yerine şunlar bulunabilir: Na, Li, Ca, Fe, Mg, Ti, Al, Fe2 v. b.

Bu bileşimde genellikle çok az miktarda Li, Ti ve Mn yeralabilir. Başlıca rombusal ve monoklinal sistemlerde kristallenirler. Piroksenler özellikleri birbirine çok yakın olan minerallerdir ve dike yakın olan (87°) dilinim açıları çok karakteristiktir. Dilinimler iyi oluşmuş fakat düzensiz ve kesik görünümlüdür. Bu grubun paleokrizma özelliği yok gibidir. Yatay kesiti çoğunlukla sekizgendir. Renkleri hafif ve çeşitlidir. Oldukça yüksek olan kırılma indisleri nedeniyle rölieflidirler. Çift kırmaları çeşitli piroksen türlerinde çok farklıdır. Optik eksenler düzlemi rombusal piroksenlerle monoklinal piroksenlerin çoğunda (010) a paralel olup optik özellikleri genellikle (+) dır.

Taşlar içerisinde en çok monoklinal ve kısmen de rombusal piroksenlere rastlanır. Triklinal piroksenler ise seyrektir.

Piroksenler dört esas gruba ayrılarak incelenebilirler.

PİROKSENLERİN SINIFLANDIRILMASI

1-Rombusal piroksenler

A)Enstatit % 0-10 (SiO3) Fe

B)Bronzit %10-30 (SiO3) Fe

C)Hipersten %30-50 (SiO3) Fe

a)ferrohipersten %50-70 (SiO3) Fe

b)Eulit %70-90 (SiO3) Fe

c)Ferroslit %90-100 (SiO3) Fe

2-Monoklinal piroksenler

A)Ca lu ve ferromanganezyumlu piroksenler

Klinoenstatit (SiO3)Mg

Pijonit (SiO3). (Mg, Fe, Ca)

Diopsit, Diallag (SiO3)2 CaMg

Hedenbergit (SiO3)2 CaFe

Ojit (Si, Al)O5 . (Ca, Mg, Fe, Al)

B)Alkalen piroksenler

Egirin (SiO3)2 Na, Fe3+

Jadeit (SiO3) Na , Al

Spodumen (SiO3)2 Li , Al

3-Piroksenoidler

Vollastoni (SiO3) Ca

Rodonit (SiO3) (Mn, Fe, Ca)

AMFİBOLLER

Amfiboller inosilikatlardandır. genel formülleri R2 &Si2 O6 olup burada R2 nin yerine

Na (K), Ca, Fe2+, Mg, (Ti), Al, Fe3+ gelebilir.

Rombusal ve monoklinal sistemde kristallenirler. Bu gruptaki mineraller genellikle c ekseni yönünde uzama gösterirler ve bu uzama bazen iplik şekline kadar varabilir. İyi gelişmiş prizmatik dilinimleri vardır. Dilinim açıları aşağı yukarı 124º civarındadır. Ayrıca amfibollerin dilinimleri piroksenlerinkinden daha ince ve daha düzgündür.

(100) yüzeyine göre ikizlenme çok sıktır ve tekrarlama ikizleri şeklinde olabilir. Öz. Ağır. =2, 9-3, 5 S=4-6, 5 arasında değişir. Hidroflorik asit dışında asitten etkilenmez.

Aşağıda önemli amfibol türleri şematik olarak gösterilmiştir.

1)Rombusal amfiboller

Antofillit

Gedrit

2)Monoklinal amfiboller

Amfibol

Kümmingtonit

Grunerit

Tremolit

Aktinolit

Rihterit

3)Geçit amfibolleri

Hornblend

Adi Hornblend

Bazaltik Hornblend

Edenit

Pargazit

Glaukofan

Ribeckit

Hastingsit

Arfvedsonit

4)Amfiboloidler

Enigmatit

SERPANTİN

Genel formülü Si4 O10 (OH)8 . Mg2 olan serpantin fillosilikatlardandır. Genellikle Mg&un yerini kısmen Fe alır.

Antigorit (yaprak serpantini) ve krizotil (lif serpantini)olmak üzere iki önemli çeşidi vardır. Birincisi yeşil renkli ve çok iyi dilinimlidir. Krizotil ise sarımtrak-yeşil renkli ve ipek parlaklığındadır. Monoklinal sistemde kristallenmelerine rağmen pseudomorf olarak bulunurlar.

İnce kesitlerde genellikle renksiz bazen hafif yeşil olarak görülür. Bu durumda zayıf bir pleokroizma fark edilir. Kırılma indisleri küçüktür. Antigorit optik bakımından (-) dir. (001)yönünde belirgin dilinimlidir. c ekseni yönünde gelişmiş kristalleri bazen çok uzun, ince lifler halinde ve amyant adını alır. Bunlar antigorit içindeki damarcıkların kenarlarına genellikle dik olarak oluşurlar. (110) yönünde dilinimleri vardır. Renksizdir. Çift kırma değeri de küçüktür.

Bu gruba giren mineraller genel olarak çeşitli silikatların, özellikle piroksen ve peridotların alterasyonu sonucunda oluşurlar ve serpantin denilen taşların hemen hemen tamamını meydana getirirler.

METAMORFİZMA SİLİKATLARI

-Andalusit

-Turmalinler

-Granatlar

TARİHİ KİTAPLAR

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...

Türklerin ve Moğolların Eski Dini

Otuz yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan bu kitap alanındaki temel kitaplardan birisi olup Altay Türklerinde Ölüm ile Altay Toplumlarında Kutsal Hayvanlar ve Kutsal Bitkiler arasında bir köprü oluşturur.

Roux'nun Moğolları Türklerle birlikte incelenmesinin nedeni ikisinin de Altay kökenli olup tarihlerinin kopmaz bir biçimde iç içe geçmesidir. Bu halklar dünya çapında fetihlere süreklilik kazandıran yönetim becerileriyle Asya'dan Avrupa'ya kadar bütün topluluklar arasında etkileşime yol açmışlardır. Bütün iançlara gösterdikleri hoşgörüyle kendi dinlerinin diğer dinlerle etkileşime girmesine izin vermişler, hatta bunu desteklemişler; İslamiyeti kabul ettikten sonra da eski dinlerinin kimi unsurlarını bu dine taşımışlardır. Roux köken söylencelerinden kozmogonilerine, Şamanizme duydukları inançtan maddi hayatın oluşumuna kadar az bilinen dinsel bir yapının tam bir sentezini yapmaktadır.

Moğolların Gizli Tarihi, gün ışığına çıkarılmış bütün yazıtlar, Oğuzname, Kutadgu Bilig, Irk Bitig ve benzeri temel kaynakların yanı sıra seyyahların anılarından Bazin, Barthold, Harva, Pelliot, Vladimirtsov gibi uzmanların çalışmalarına kadar bütün kaynaklar kullanılmıştır. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil'in konuya ilişkin Türkçe çalışmaları derlediği kaynakça bulunmaz niteliktedir.

MAĞARA VE MAHSEN GİRİŞLERİNİ ELE VEREN EMARELER

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...



 İLK ÖRNEK MAHSEN İLK DİKKAT CEKEN DİKEY BAKLAVA DİLİMİNE BENZEYEN OYMA KARE YADA BAKLAVA VE ALTINDA BULUNAN KÜCÜKTEN BUYUGE DOGRU ANA KAYAYA YAPISDIRILMIS DİZME TASLAR.UFAKTAN BUYUGE DOGRU VE BUYUGUN ALTINDA BATIDA HORASANLA KAPATILMIS TÜNEL GİRİSİ VE İÇERİDE ODA MAHSEN.

MAHSEN GİRİŞİ



BUDA OYULARAK YAPILMIS YARI ACIK MAGARA.
GOGU YÖNUNDE OYMA VE OYMANIN 1,5MT BATISINDA YARI ACIK MAGARA SONRADANMI ACILDI YADA HEP ACIKMIYDI BILEMIYORUM AMA SEKİLL BU

MAGARA OLDUGUNU BELIRTEN İŞARET

VE MAGARA BATISINDA

DİLEK DUALARI

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...

Arzu - Dilek Duaları ve Tesbihler
Niyet Duaları
1
اللهم انى اسءلك بانّى اشهد انّك انت الله الّذى لا اله الا انت الواحد الاحدالصّمد الذى لم يلد ولم يولد ولم يكن له كفوًا احدٌ

Okunuşu: Allâhümme innî es'elüke biennî eşhedu enneke entellâhüllezî lâ ilâhe illâ entel vâhidul ehadüs-samedüllezî lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ehad. (En kuvvetli senetçe budur.)
2
يا حىّ يا قيّوم يا بديع السّموات ولارد يا ذالجلال و الاكرم

Okunuşu: Yâ Hayyu, Yâ Kayyûmü, Yâ Bedîusemâvâti vel ard, Ya zel Celâli ve'l İkrâm.
3
Cuma gününün hangi saatinde olursa bir insan;

لا اله الا انت يا حنّان يا منّان يا بديع السّموات ولارد يا ذالجلال و الاكرم

Okunuşu: Lâ ilâhe illâ ente yâ Hannânu, yâ Mennânu, yâ Bedias-semâvâti vel ard, yâ zel Celâli ve'l ikrâm...

derse, duâsının kabûl olacağı, hadîs-i şerîfte haber verilmiştir.
4
Duâdan evvel;

اللهم انت خلقتنى و انت تهدينى و انت تطعمنى و انت تسقينى و انت تميتنى و انت تحيينى

Okunuşu: Allâhümme ente halaktenî ve ente tehdînî ve ente tut'imunî ve ente teskînî ve ente tumîtunî ve ente tuhyînî

Senâ-i Celîli ile başlamalıdır.
5
Üç defa "yâ Erhamerrâhimîn" yahud "yâ Rabbî" deyip duaya başlamalıdır.
6
"Lâ ilâhe illâ ente SÜbhâneke innî küntü minez-zâlimîn" i, yani Yunus Aleyhisselam'ın tesbihini okumaktır.
7
Yâsîn-i Şerîf'in ibtidâsında iki Esmâ-i İlâhi vardır ki, "El-Azîz'ur-Rahîm", üçüncü sahifesinde iki esmâ vardır, onlar da "El-Azîzü'l-Alîm". Sâd Suresi'nin iptidâsında da iki Esmâ-i İlâhî vardır ki, "El-Azîz'ül- Vahhâb." Bir insan, bunların cümlesini bir araya getirir; "yâ Azîzu yâ Rahîm, yâ Azîzu yâ Alîm, yâ Azîzu yâ Vahhâb." der, duâya öyle başlarsa, duasının kabul olacağı ekâbir-i ümmet tarafından haber verilmiştir. İmâm-ı Suyûtî'nin "Şerhussudûr Nam" kitabının 92'nci sahifesinde bu tür yazar.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) محمّد رسول الله صادق الوعد الامين , "Her kim beher günde 100 defa "Lâ ilâhe illallâhu'l Melikü'l Hakku'l Mübîn" derse, bu Zikr-i Şerîf ona fukaralıktan (fakirlikten) emniyet ve kabîr vahşetinden ünsiyet olur ve cennetin sekiz kapıları kendine açılır." buyurdular.
Tesbihler
8
Tesbihleri çok çekmektir. Birisi, Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e; "Elim zayıf kaldı, fakir oldum." dedi. Cenab-ı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, cevâbında: "Tesbih getirmekten (yani Allah'ı anmak ve O'nu zikretmekten) neredesin? Bütün mahlûkât (tüm yaratılanlar), tesbih getirmekle (Allah'ın anmakla) rızkını hak eder de yaşar. Tesbihi terkedince (Allah'ı anmayı bırakınca) hayvanât bile avcının eline düşer." buyurdu.

Sabah vaktiyle güneş çıkması arasında 100 defa

سبحان الله و بحمده سبحان الله العظيم استغفرالله

Okunuşu: Sübhânallâhi ve bi hamdihî, sübhânallâhil Azîm. Estağfirullâh.

devamlı okunursa, rızık için büyük bir faideyi temin edeceği, Hâdis-i Şerîf'te tasrih olunmuştur. Hatta dünyanın, insanın ayağına geleceği haber verilmiştir.

Cenab-ı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, "Bir insan, rızkı bol, muradına nail ve düşmanına galip olmak isterse sabah akşam üçer defa Sübhânallâhi mine'l mîzân ve müntehel ilmi ve mebleğa'r-ridâ ve zinete'l arl. Ve lâ ilâhe illallâhu mil'el mîzân ve müntehel ilmi mebleğa'r-ridâ ve zinete'l arş. Vallâhu ekberu mil'el mîzân ve müntehel ilmi mebleğa'r-ridâ ve zinet'el arş. desin." buyurdular.
Allah'a Hamd Etmek
9
Allah'a çok hamd ve şükür etmektir. Şükür, ağızla olduğu gibi insanın azası ile yaptığı ta'zim, itaat, namaz, oruç, sadaka ve sair makbul hayırların cümlesi şükür sayılır. Cenâb-ı Ecellî ve Alâ, "Şükür ederseniz elbette ziyâde veririm. Küfrân-ı nimet ve nankörlük ederseniz azâb eder, aç bırakırım." buyuruyor. Cennet'e en evvel girenler, Allah-u Azîmüşşân'a çok hamd edenlerdir. Bir insan,

الحمد لله حمدًا يوافى نعمه و يكافى مزيده

Elhamdu lillâhi hamden yuvâfî niamehû ve yükâfî mezîdeh

ve

Elhamdulillâhillezi kefânî ve âvânî velhamdulillâhillezî etamenî vesekânî velhamdulillâhillezî menne aleyye ve efdâl

derse, bütün mahlûkâtın hamdini bu kelamda cem etmiş olur. "Yemek yedikten sonra 3 defa Elhamdulillâh demeyi unutmayalım; günahları affettirir." diye hakkında Hadîs-i Şerîf vardır. Yemeğe Besmele'yle başlamalıdır.[1]
Kaynaklar

[1] Kapaksız ve eski bir kitap'tan. s. 107-110.

DEFİNE VE CİNLER

CİN-DEFİNE İLİŞKİSİ
Definecilik yapanlar eğer “Cin’’ faktörüne inanıyor ve tedbir yoluna gidiyorlarsa; onları üç safhada problemler bekliyor demektir:
1-Kazı öncesi
2-Kazı esnasında
3-Emanetin alınması ve sonrasında
Arayıcılar başlıca bu üç noktada sıkıntı yaşamaktadırlar. Çoğu kişide başarı yada başarısızlığını bu alanda yaptığı çalışmaya bağlamaktadır. Esasen bu konudaki sıkıntının asil kaynağı, definecinin yeterli bilgiye sahip olmamasıdır.
Peki; ardı ardına üç noktada yaşana bu sıkıntıların kaynağı ve mahiyeti nedir?
CİNLERİN DEFİNEYİ KORUMASI:
Anlaşılacağı üzere cinlerle insanlar arasında bazen direkt, bazen endirekt(dolaylı)bir bağlantı olduğuna dinsel açıdan bir inanç taşınmaktadır. Bu gerçek, çok uzun çağalardan beri insanoğlunun gündeminde bulunduğu için ,her devrin insanı az veya çok cinle uğraşanlarla temas kurmaktan uzak kalamamıştır.Bunda inançların olduğu kadar içinde yaşanan toplumların kültürel etkisi de büyüktür.
Banka ve koruma sistemlerinin hiç bulunmadığı çok eski çağlarda saklanacak parası veya eşyası olan insanlar, onu en iyi saklama yeri olarak ya gizemli yerlerdeki kayalar, ormanlık alanlar ya da işaretlerle yeri belirlenebilecek arazi parçalarını seçmişlerdir. Yaşadığı dönemde de gizliliğe riayet ederek kimselere görünmeden ve özelikle konuşmadan parsını gömen insanoğlu, ayrı bir tedbire daha başvurmuştur. Bu da o günkü bilgiler ve uygulamalar doğrultusunda parasını tılsımla, büyüyle‘alınmaz-bulunmaz’ hale getirmektir.
Töreleri, inançları ve adetleri ne olursa olsun bu insanlar büyük ekseriyetle paralarını cin aleminden oluşan muhafızlara teslim etme geleneğini sürdürmüşlerdir.
Koruma sahiplenme olayı üç şekilde gerçekleşmektedir.
DEFİNENİN KORUNMASI
TILSIM UYGULAMASI
SONRADAN SAHİPLENME
SAHİPSİZ GÖMÜLER
Şimdi bunları kısaca açıklayalım. Ancak bu açıklamalara geçmeden önce yine belirtelim ki, yukarıdaki sınıflandırma ve buna bağlı açıklamalarımız, herhangi bir şekilde pozitif bilim tabanına oturmayan, bununla beraber İslam inancı açısından da herhangi bir ilim dalı içinde şekillenmeyen tespitlerdir. Konumuza kaynak olan hususlar ise tamamen folklorik ve anonim ifadelerdir.
1-TILSIM UYGULAMASI
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, banka benzeri bir koruma yolunun olmadığı eski çağlarda, kendimizi o devrin insanı yerine koyarsak; gömme dediğimiz işlemin haklılığını da görmüş oluruz. Eski çağ insanı elindeki para ve mal varlığını gömerken iki hususu ön plana çıkarıyordu.
-Ben saklarken başkası görmesin, başkası almasın,
-Sakladığım yeri bulmam için işaret, iz koymam lazım.
Konumuz olması nedeniyle birinci şıkkı biraz açalım.
Çok tabii olarak saklanacak(gömülecek) mal ve para varlığı kıymet ifade ettiği içindir ki kimseler tarafından bilinmemesi gerekir. Bunun için eski çağ insanı parasını gömerken ıssız, sessiz ve gözden uzak bir mahalli seçecektir. Bu nedenle de kimsenin olmadığı bir anı, büyük bir ihtimalle de gece vakitlerini seçecektir. Bu; kendi mantığı açısından haklı ve doğru bir yoldur. Burada bizi ilgilendiren husus; malın korunmasına yönelik alınacak tedbir konusudur. Sakladığı malın başında 24 saat bekçilik yapamayacak olan eski çağ insanı, görünmeyen alemdeki muhafızların yardımına başvuracaktır. Bu; “Cinlerin bekçiliği”nden başka bir şey değildir.
Gömücü kendisi biliyorsa, bildiği metotlarla bu işi yapar. Değilse yaşadığı dönemin bu işte uzmanı olan cinci, büyücü vasıflı bir kişinin yardımıyla sakladığı paranın başına cinleri koruyucu olarak görevlendirir. Bunların sayısı kullanılan tılsımın cinsine göre bir veya birden çok fazla olabilir. Bu; definenin büyüklüğü ve önemi ile de yakından ilgilidir.
Yaratılışı itibariyle belirli dua ve kelimelerin çok sayıda tekrarı ile temas kurulan cin taifesi, bu bekçiliği rahatlıkla yapabilmektedir. Bunun süresi asırlarca dahi sürebilir. Burada bir başka inanış da şudur; Cinler, yaşamları için ihtiyaç duydukları enerjiyi diğer yollarla birlikte altının radyasyonundan temin etmektedirler. Bu da cinlerin muhafızlık yaparken mutluluk duyacakları ayrı bir husustur.
Burada asıl olan gömü üzerine manevi işlem yapan kişilerin dinli ya da dinsiz olmaları değil, cinlerle temas kurma bilgisine ve onları kullanabilme dirayetine sahip bulunmalarıdır. Geçmişte bu işi yapanlar Yahudi, Süryani, Hristiyan ve Mecusi her inanıştan insanlar olabilirler. Hatta ateistler de bu işi yapabilirler. Bu hiç fark etmemektedir. Bu işi yapan insanlar“Azaim” dediğimiz ilim dalıyla uğraşıp cinleri hizmetlerinde kullanabilen insanlardır. Emir altına alınan ve bizim “Hüddam” dediğimiz bu varlıklar, artık aldıkları emir doğrultusunda ve sahiplerinin üzerine çıkabilecek bir güç olmadıkça, bekçiliğini yaptıkları emaneti bir başkasına kesinlikle vermezler, veremezler. Ölümleri ve sakatlanmaları pahasına da olsa bu değişmeyecektir.
Bu durumu böyle belirttikten sonra, yapılan büyü ve tılsım işleminin mahiyeti, yöntemleri yapanları hakkında açıklamaya geçelim;
a-Kilise paralarına yapılan tılsımlar. Genelde kiliselere devam edenlerin ayin sonrasında, çıkış esnasında kilise için yardım mahiyetinde bıraktıklarıyla, derebeylerin ya da diğer idarecilerin pay olarak papazlara gönderdikleri paralar için yapılan büyüdür. Bunlara kahinlerin yaptıkları dinsel içerikli diğer büyüleri de katabiliriz. Bu paralar çok büyük ihtimalle kilise ayin salonunun alt kısmında bulunan papaz odasında saklanırdı.
Birde idareci konum yüklenmiş olan papazların –ki bu papazlar çok varlıklı kişiler olurdu-mezarları yakınına gömülen paralar için yapılan büyülerdir. Daha ziyade geç Roma vb. Bizans dönemleriyle, ermeni yaşantısı olan bölgelerde bu durum sıkça görülür. İşte bu türden olan para, ziynet eşyası gibi gömülere papazların ve kahinlerin en kuvvetli biçimde uyguladıkları “papaz büyüsü ” ya da “kara büyü” denilen yöntem uygulanırdı.
Tılsımları büyü yöntemleri bugün artık bilinen bu işlerin yapıldığı yerler, kazı esnasında çok zaman problem çıkarır. Buralarda kazı ile beraber yılan, zenci adam, köpek vb. canlı mahlukat çalışanların karşısına çıkabilir.
b-Devlet paralarına yapılan tılsımlar: Devlet idarecilerinin yada önde gelen toplum liderlerinin çoğu kez devlete ait yada savaş ganimeti olan paralara yapılan tılsımlardır. Mahzen, mağara veya kayalık korunakların benzeri yerlere sakladıktan sonra, çalıştırdıkları insanları öldürerek tılsım yapılır. Tılsımın çözümü bu tür yerlerde insan kanı istemektedir. Zira gizliliği sürdürmek üzere insan kanıyla “bağlılık” sağlanmıştır. Böyle yerlerden para alan insanların çok kısa zaman içinde bela ve musibetlere maruz kaldıklarını, ardından ölüm haberlerini bu işle uğraşanlar sıkça duyarlar.
c-Kişisel define tılsımları: Gayrı Müslim din adamlarının define üzerine cin çağırarak onları paraya bekçi yapmalarıdır. Burada daha ziyade; papaz büyüsü, karanlık büyü, kan büyüsü, hayvan(yılan, kurt, ejderha vb.) büyüsü, ifrit tılsımı, utarit büyüsü gibi pek çok uygulamalar yapılır. Bunların her birinde çok sayıda cin muhafız bulunmaktadır. Bu sayı 7 ile 21 arasında olabileceği gibi bir ordu halinde de olabilir. Cinler padişahının koruması altında da olabilir. O takdirde değil defineyi almak, yanına sokulmak dahi riskli olabilir.
Ancak bağı yapan insanların metodunu bilen insanların, aynı güç ve dirayetinin olması şartıyla bu tür tılsımlar çözülebilir. Definecilerin zaman zaman tılsım çözdürmek için yanlarında götürdükler “hoca” denilen bazı kişilerin çarpılma sebebi de budur. Olur olmaz birkaç dua öğrenenin yapacağı iş olmadığını bilmek gerekir. İşin ağırlığını bakımda gören kişiler ise bu tür yerlere gitmekte ayak diretirler. Bu tür büyüler mezarda yatanlara ve bırakılan armağanlara uygulanır.

Uyku Tutmadığında Okunacak Dua

http://www.seckinkadinlar.com/wp-content/uploads/uykusuzluk-icin.jpg
“Allahumme ğarati’n-nücûmü ve hedeetil uyûnu, ve ente Hayyün Kayyûmün lâ-te’hüzüke sinetün ve lâ nevmün, yâ Hayyü yâ Kayyûmü ehdi leyli ve enim ayni.”
Manası:
Ey Allahim ! Yıldızlar battı, gözler sakinledi, ( ve yumuldu )
Sen hayat sahibi ve daima duran( ve tutan ) sın. Seni ne bir uyuklama tutabilir ne de uyku.
Ey Hayat sahibi, Kayyum ( olan Allahim), gecemi sakin kıl.gözlerimi uyutuver.
İzah:
Ashabdan Zeyd b. Sabit r.a. uykusuzluğa tutulmuş ve bu hastalığından Efendimize bahs etmişti.
Rasulullah S.A.V. kendisine bu duayı okumasını tavsiye buyurdu.
Zeyd b. Sabit r.a. dua yı okuyunca Allah-ü Teala kendisinden o hali giderip şifa verdi.

ANTİK TAKILAR//ROMA-BİZANS-YUNAN-FRİG-GREEK TAKI VE OBJELERİ

Avcılık ve toplayıcılık düzeninden yerleşik düzene geçilen Neolitik (Cilalı Taş) çağda, Anadolu insanı yakınlarının mezarlarına ölü armağanları koyma geleneğini de başlatır. Bu armağanlar arasında çeşitli taşlardan, hayvanların diş, boynuz ve kemiklerinden, denizkabuklarından yapılma boncuk dizileri, bilezikler ve yüzükler vardır. Anadolu'nun en erken takıları Diyarbakır yöresinde Çayönü Tepesi, Orta Anadolu'da Çatalhöyük, Aşıklar Höyük ve Köşk Höyük kazılarında ele geçmiştir. Bunlar MÖ 7000-5000 yılları arasına tarihlenir.
 Değerli madenlerden takı üretimi kuyumculuğun başlangıç tarihi MÖ 4. binyıla kadar iner. Fakat, bu döneme ait çok az örnek biliniyor. Kuyumculuk ise MÖ 3. binyılda çok gelişmiş olarak karşımıza çıkar. Çanakkale Boğazı üzerindeki Troya'da, Orta Anadolu'da Eskiyapar ve Alacahöyük mezarlarında ele geçen birbirinden güzel altın takılar, MÖ 2600-2000 yılları arasına tarihlenir. Bu değerli örnekler, kuyumculuk tekniği ile tasarımlardaki gelişmişliğin kanıtlarıdır.


 


 MÖ 2. binyılda Anadolu'da büyük bir devlet kuran Hititler'e ait takı örnekleri ise dönemin özelliklerini belirleyemeyecek kadar azdır. Yine de kuyumculuğun ileri bir safhada olduğu anlaşılır. MÖ 7. yüzyıldan başlayarak, özellikle Anadolu'nun batı yarısında ele geçen takılar daha çoktur. Bu dönemde, Ege kıyılarında Anadolulu Helen halkının kurduğu kent devletleri vardı. İç Batı Anadolu'da ise Lydia Devleti egemendi. Lydia'nın başkenti Sardes kuyumculuğun merkeziydi.
 MÖ 7. ve 6. yüzyıllara ait takı örnekleri Ephesos Artemis Tapınağı adak çukuru ile Uşak çevresindeki tümülüslerde bulundu. Ephesos Artemisi'nin kökeni Anadolulu ana tanrıçadır. Tanrıça evrenseldir; uygarlığın koruyucusu, doğanın yöneticisi ve arıların kraliçesidir. Bakire, evli bir kadın ve analık olarak üç ayrı karakteri vardır. Bu üçleme takılarda kullanılan rozet, çifte balta gibi motiflerin üçer adet yapılmasıyla belirtilir. Tanrıçanın en çok görülen sembolleri arı, hilal ve atmacadır. Arı küpelerde, apliklerde, broşlarda, iğne topuzunda sıklıkla kullanılır.


 


 Artemis'in Ay Tanrıçası kimliğini simgeleyen hilal ise, hilal biçimli küpeler şeklinde ve sarkaçlarda görülür. Broş ve sarkaçlarda görülen atmaca ise tanrıçanın doğadaki egemenliğini simgeler. Bitki motifleri bereketle ilintilidir. Bu dönem takılarında güverse süsleme ağırlıktadır.
 Ege dünyasında takı kadınlar için yapılırdı. Erkekler sadece yüzük, gerektiğinde çelenk takardı. Doğu kültürleri etkisinde kalan Anadolu'da Lydialı erkekler takı kullanırdı. Pers egemenliğindeki Anadolu'da MÖ 500'den itibaren Pers sanatı Anadolu kültürleriyle harmanlanıp kendine özgü bir üslup oluşmuş, bu döneme Anadolu-Pers adı verilmiştir. Pers dönemini Sardes ve Uşak çevresindeki mezar buluntularının zengin örnekleriyle daha iyi öğrenebiliyoruz. Bu dönem takıları içinde giysi farkı nedeniyle topuzlu iğneler ile fibulalar yoktur. Küpeler, gerdanlık ve sarkaçlar, bilezikler, yüzükler, elbise tokaları ve elbise aplikleri bilinen takı çeşitleridir. Bu dönemde yarı değerli taşlar ve bunların cam taklitlerinin kullanımı çok artmış, takılarda çok renklilik yayılmıştır.


 


 Bu dönemde Anadolu'da iki merkez atölye vardır; biri Lydia döneminden beri faaliyetini sürdüren Sardes, diğeri Çanakkale Boğazı üzerindeki Lampsakos'tur (Lâpseki). Takılar üzerinde üçgen ve baklava biçimli süslemeler ağırlıktadır. Perslerin tek tanrılı Zerdüşt dininde dünya anası Anahita, ışık ve doğruluk ilkesi Ahura Mazda, kötülük ilkesi Ahirman bir teslis oluşturur. Bu teslis üçgen ile ifade edilmiş olabilir. Birden çok gerdanlık takma geleneği sürmüştür. Gerdanlıklarda bereketle ilgili nar, denizsalyangozu gibi değişik boncuklar bir arada kullanılır. Süsleme telkâri ve güverse ile yapılmıştır. MÖ 4. yüzyılda telkâri teknikle takı yapımı başlar.
 Büyük İskender'in MÖ 330 yılında Pers Devleti'ni ortadan kaldırıp Hindistan'a kadar ilerlemesi sonucunda, Helen kültürü Doğu kültürleriyle harmanlanmış; Helenistik olarak isimlendirilen yeni kültürde, yeni takı biçimleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde uçları hayvan ve mitolojik figürlü halka küpeler yapılmış ve yaygın olarak kullanılmıştır.


 


 Pers ögeleri tek tek alınıp Helen anlayışına uygun yeni takılar üretilmiştir. Bu dönemin en önemli atölyesi Lampsakos'tadır. Bir süre sonra Antiokhia (Antakya) ile Aleksandria (İskenderiye) faaliyete geçer. Helenistikte yeni motifler ortaya çıkar; Herakles düğümü, İsis-Hathor gibi. Aşkı ve sevgiyi simgeleyen Aphrodite, takıların başlıca konusudur. Bazen Eros aracılığıyla bazen de kuşu güvercin ve kutsal ağacı mersin ile anlatılır. Diğer tanrı ve tanrıçalara ait kutsal ağaçlar ise şöyledir: Meşe Zeus'un, defne Apollon'un, sarmaşık Dionysos'un ve zeytin Athena'nın. Bu dönemin takılarında Doğu etkisiyle yarı değerli taş kullanımına başlanır. Böylece, takı biçimleri de çeşitlenir. Küpe, çelenk ve diademler, saç iğneleri, gerdanlıklar, bilezik ve yüzüklerin yanında göğüs süsü ve saç filesi gibi özel takılar da yapılır. MÖ 2. yüzyılın yarısında başlayan, birinci yüzyılda yoğunlaşan ekonomik sıkıntı az masraflı takı üretimini de beraberinde getirir. Bu zorunluluk Roma dönemi kuyumculuğuna geçişi sağlar. Bu dönemde Anadolu, Roma'ya bağlı bir eyalettir.


 


 Önceki dönemlerin zengin ve görkemli takıları imparatorluğun merkezi Roma'da üretilir, eyaletlerde değil. Küpeler ve yüzüklerin tipleri çok çeşitlenir. Gerdanlık ve yüzüklerde imparatorun sikkesi veya madalyonu kullanılır. Mitolojik betimli madalyon sarkaçlar bu dönemin özellikleri arasındadır. Broş ve bilezik gibi takılardan başka baş ve saç süsleri de yapılır.

 Tek tanrılı dinin egemen olduğu Bizans döneminde ise diğer merkez atölyeler kapanır. Başkent Konstantinopolis'teki merkez atölyeler imparatorluktaki üretimi tek başına yönlendirir.



 

Çarşamba, Kasım 10, 2010

İnandıktepe Höyüğü

Çankırı ilinin 22 km güneyinde İnandık köyü yakınlarında yer alan bir hitit yerleşimidir.
70x50 metre boyutlarındaki höyük yüksek bir tepede inşa edilmiş olup 4 yapı katmanına sahiptir. Son yapı katı ortaçağ dönemine ait bir kiliseyi 2., 3. yapı katları Frigleri, 4. ve ilk yapı katmanıda Hitit denemine aittir. Burdaki en önemli yapı bir tapınak yapısıdır. Bu tapınak sekiler halinde aşağıdan yukarıya kadar arda arda odalardan düzenlenmiş bir yapıdır. Duvarlarda malzeme olarak kalker taşı çatıda ahşap kullanılmıştır. 2 katlı yapı olup birde teras katına sahiptir. Sıvalı olan taş duvarlar badanalanmıştır. Yapı birde yangın geçirmiş olup yangın sırasında büyük erzak küpleri depoda kalmıştır. Oda zeminleri toprak dökülerek sıkıştırılmış, çok az odada ise taş döşenmiştir. İnandıktepe höyüğünde çok sayıda kutsal amaçlı seramik kaplar bulunmuştur. Bunların içinde en önemlisi üzerinde Hitit dini törenlerini anlamamızda yardımcı olacak kabartmalı 4 kabartma firizli, 2 geometrik desenli toplam 6 firizden oluşan
İnandıktepe Vazosu'dur. Bu vazonun üzerindeki betimlerden Hitit sosyal yapısını, dini inanışlarını, dini törenlerini, giydikleri kıyafetler ve tanrıları hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Bu vazo ele geçen başka bir örneği olmadığı için kıymetli bir eserdir. Birinci firizde tören kapları, tören yemeği, çalgıcılar eşliğinde sunağın etrafına oturmuş tanrıların yemeği ve onlara bir anlamda tapınan iki rahibin dansı resmedilmiştir. İkinci firizde fırtına tanrısının kaide üstünde duran kutsal hayvanın boğa heykeli önünde kurban edilmesi ve devamında lir çalan bir çalgıcı eşliğinde dua eden kralın tanrıya boğa kanı adaması betimlenmiştir. Üçüncü firiz tanrı ve tanrıçayı temsilen kral ve kraliçenin kutsal evlenme sahnesi resmedilmiştir. Dördüncü firiz evlenme sahnesidir. Erkek başını arkaya çevirmiş, çalgı çalan kadına bakmaktadır. Bunun devamında da çalgıcı erkekler arasında gösteri yapan iki akrobat vardır. Kral ve kraliçenin kutsal evlilik sahnesinde devam eden bu friz Hitit halkının evlenme törenini kutsamasını resmeder.

Grek dini

Yunanistan merkezli Grek dininde tanrılar ve heroslarla zenginleştirilmiş mitolojilerle dolu
bir dinin varlığı görülür. Grekler tanrıları insan gibi düşünmüşler, bunun sonucunda da tanrıların hayatları ile kendi hayatları arasında benzerlik kurarak açıklamaya çalışmışlar ve bu sayede oldukça renkli bir din ortaya çıkmıştır. Grek dini asıl olarak tanrılar adına yapılan adak, kurban, libasyon (sıvı bir şeyi tanrıya sunmak örneğin kurban kanı) şenlik ve olaylardan meydana gelir. Grek dünyasının değişik bölgelerinde yerel dini özellikle Atina Akropolü'nde kutlanan ve bütün grekleri bir araya toplamayı amaçlayan dini şenlikler önemli bir yere sahiptir. Klasik Yunanistan'da Olympia, Pythia, İstmia, Nemea adlı büyük bayramlar vardı. Bunlar arasında Tnarıça Athena onuruna dört yılda bir düzenlenen kadın ile erkek yarışmacıların birlikte katıldığı Pon Athenaia oyunları tanrıça Demeter ve kızı Kore (Persephone) için düzenlenen baharın müjdecisi sadece kadınların katıldığı Thesmophorien şenlikleri ile greklerin baş tanrısı Zeus için düzenlenen sadece çıplak erkeklerin katıldığı ve dört yılda bir düzenlenen olimpiatlar sözünü ettiğimiz yarışmaların en önemlileri oluşturmaktadır. Artemis için Anadolu'da kutlanan Leukoferien bayramlarıda anmya değerdir. Greklerin ölüm sonrasına ilişkin düşünceleride son derece ilginçtir. Ölülerin mezarlarında maddi olarak yaşadıklarına inanan Grekler bunun için çeşitli eşya ve sunular hazırlayarak mezara bırakırlardı. Mezarın iç kısmına bırakılan bu
hediyelerle yetinmeyen Grekler mezarın üstü için üzerinde kabartmalı figürlerin bulunduğu mezar stelleri dikmişlerdir. Heykeller yontarak mezarlar üstüne hazırlamışlar, üzerlerini Kline ve Ekfora sahneleri ile bezemişlerdir.

Altın Testi

Alacahöyük prens mezarlarında bulunmuş (M.Ö.2100-2000) tarihlerine ait altın testi. Hatti sanatı örneğidir. Anadoluda Hitit ve Frigler'de bolca örneğini gördüğümüz gaga ağızlı testi formundadır. Üzeri geometrik desenlerle bezenmiştir. Mezar hediyesi olarak kullanılmıştır.

Defineci Hikayeleri ve Heinrich Schliemann









Define bulmak bazen iyi bir beceri bazende kuvvetli bir şans ister.Nice büyük defineler vardır yıllarca üzerinde çalışılarak belgelere dayanılarak uzun araştırmalar sonucu değilde şans eseri veya duyduğu okuduğu bir efsaneyi ciddiye alıp iz süren insanlar bulmuştur.Ve bu yüzdendir ki bir çok büyük hazineyi Avrupalılar bulup ait oldukları bölgelerden kaçırarak kendi ülkelerine götürüp sergilemişlerdir.Bu sadece bizim ülkemizin kaderi olmamış aynı kaderi komşularımız ve sanayi devrimini algılayaman zamanın teknolojisinin gerisinde kalarak sömürülmeye mahkum kalan zengin bir kültürel geçmişe sahip bütün ülkeler paylaşmıştır.
Konuyu belki biraz dağıtacak ama bu ülkenin insanları olarak elbetteki bilinçli olmamız şarttır.Bu gün gıpta ile baktığımız gelişmiş ülkeler hem kendi kültür ve geçmişlerine sahip çıkmış hem de diğer ülkelerden kaçırdıkları eserlerle müzeler kurmuş gerek turizm ile gereksede kalıntıları inceleyip geçmiş uygarlıkları çözerek bilim ile bize kendi geçmişimizi pazarlamışlardır.Almanya'nın en önemli müzelerinden biri İzmir Bergama'dan I.Dünya savaşı sırasında kaçırılan Bergama Zeus Sunağı ile kurulan Berlin Bergama Müzesi'dir.İngiltere'de çoğunluğu Mısır Medeniyetine ait eserlerle kurulmuş Brıtısh Museum Amerika'da dünyanın her tarafından getirilen eserlerle kurulan New York Metropolitan müzesi bunlardan sadece birkaç örnek.Ve bu ülkeler bunları yaparken, bize göre hayalperest olan Heinrich Schliemann gibi insanlarla yaptılar.Aslında arkeoloji biraz hayal biraz macera ve çok iyi bir bilgi birikiminin yanında güçlü seziler de isteyen bir bilimdir.

Hikayemize gelince Heinrich Schliemann Almanyalı fakir terzi bir babanın oğludur.Kitaplara merakı olan becerikli bir çocuktur.Hayatını ise okuduğu bir kitap değiştirir.Antikçağ yazarlarından Homerosun kitabı İlyada ve kitabındaki Troya kralı Agememnonun hazinesi.Kitapta büyük bir hazineden bahsedilmektedir ve herkese göre de bu basit bir masaldır. Schliemann ise bunun gerçekliğine inanmaktadır ve kitapda yazıyla bunun zaten haritası anlatılmıştır ona sadece kafasında resmetmek kalmştır.Planlarını hazırlayan hayalperest Schlimann önce Yunanistana oradanda Türkiye'ye gelerek efsanin anlatıldığı Çanakkaleye geçer.Troyanın bulunduğu bölgede hisarlık tepede kazılarına başlar.Tarih 1870 tir.Oldukça acemice ve maddi sıkıntılar içerinde 1874 e kadar kazilar devam eder.bu esnada 1873 yılında İlyada da bahsedildiği yerde Troya Hazinesi bulunmuş ve çoktan Atina'ya oradanda Berlin'e götürülmüştür.Bizede kalan Heinrich Schliemann'ın; arkeoloji adına utanç bölgesi olan amacın sadece bahsedilen hazine olduğu ve bilimsel hiçbir kaygının güdülmeden kazıldığı hisarcık tepe olmuştur.


SÖZLÜK




TÜMÜLÜS:Anadoluda sık görülen türkçe karşılığı yığma tepe olan krallara beylere ve zengin insanlara ait bir çeşit ölü gömme geleneğidir.

HÖYÜK:Deprem, yangın, sel gibi doğal felaketler sonucu veya savaş sonrası daha güvenli bir bölge için terkedilip zamanla üzeri toprakla örtülmüş olan eskiyerleşim yerlerine verilen ad.

SİT ALANI:Devlet tarafından koruma altına alınmış taşınmaz eski yerleşkelere ait kalıntılardır.

NÜMİZMATİK:Eski çağlara ait para yerine kullanılan tüm materyalleri inceleyen bilim dalıdır.

BOTHROS:Tapınaklara konulan adak ve hediyelerin birikmesi sonucunda yenilerine yer açmak için topluca gömüldüğü çukurlara denir.

KAYA MEZARI:Ulaşılması zor olan kayaların içine oyulmuş soylu zengin ve kralların gömüldüğü mezar tipidir.

BARTER:Antik çağda para icat edilmeden önce ticarette kullanılan bir tür alışveriş sistemi, değiş tokuş.

HURRİ İLE ŞERRİ: Hitit fırtına tanrısı Teşub'un gece gündüzü simgeleyen boğalarının adlarıdır.

İNGOT: Paranın icadından önce alışverişte kullanılan metal külçe.

AGORA: Antik çağda kullanılan üzeri kapalı koridorlar şeklinde uzanan ticaret merkezi.

GYMNASİUM: Antik çağda spor faaliyetlerinin yürtüldüğü alan.

SUNAK: İlk çağlardan beri kullanılan erken tapınak modeli, tanrıya adak adama ve dua yeri.

LİBASYON: Kurban kanını tanrıya sunmak.

ZEUS: Grek dininde baş tanrı.

HERAKLES: Daha sonradan tanrılaştırılan Grek kahramanı.

İN SİTU BULUNTU: Kazılar sırasında eserin kullanıldığı yerde bulunması.

BOULETERİON: Antik çağ belediye binası, meclis ve toplantı salonu.

HERA: Baştanrı Zeus'un karısı.

AN-TAH-ŞUM-SAR:İlk baharda yapılan hittit bayramı.

PURİLLİYAŞ:Hititlerin AN-TAH-ŞUM-SAR bayramı ile birlikte önemli bir bayramı ve bu bayramda yine ilk baharda yapılırdı.

Mezar Hediyeleri

İnsanoğlu var olduğundan beri ölüm sonrası bir hayata inanmıştır.Bu inançta ister istemez insanların bütün dünya görüşlerini sosyal,ticari ve dini alanlarda etkilemiştir.Bunu mimari yapılarda;sosyal tesisler, yaşanılan ev, dini merkezler ve mezar yapılarında görmekteyiz.Günümüze hiç zarar görmeden gelen Mısır piramitleri Anadoluda yükseklikleri 50 metreye ulaşan tümülüslerde ulaşılması güç sarp kayalıklardaki kaya mezarlarında ve basit mezarlarda yapılan kazılarda bunun örneklerini görmekteyiz.
Biz bu başlık altında Anadoludaki ölü gömme gelnekleri içerisindeki hediyeleri ele alacağız.Anadolu toprakları sürekli bir geçiş yolu olduğu ve çok farklı kültürlere ev sahipliği yaptığı için çeşit bakımından zengin bir geçmişe sahiptir.Çok ayrıntılı anlatılabilecek bir konu değildir çünkü anlatmakla zaten bu sayfalara sığmayacak kadar geniş bir konu.aynı zamanda bu konu anlatılırken fotoğraf ve çizimlerle desteklenmesi gereken bir konu.İleriki zamanlarda kuracağımız fotğraf galerisinde çok geniş bir bölümle bu konuyu ayrıntılı ele alacağız.
Anadoluda her kültürün kendine ait bu konuda farklı bir geleneği olmuştur.Buda Anadoluyu bu yönden zengin kılmıştır.Farklılıklar genelde ayrıntılarda kalmıştır kabaca ele alındığında bütün kültürlerin ortak özellikleri olmuştur.Bizde bu ortak yönleri ele alacağız.
İlk çağlardan beri ölüm sonrası hayata inanıldığı için ceset mezara konulduğunda beraberinde seramik kaplar;su ve yemek ihtiyaçlarını gidermesi için, kadınsa ayna takı toka ve ona ait sağ iken kullandığı özel eşyaları, erkek ise bir kılıç savaşçı bir erkekse kılıcın yanında kendine ait atı, zırhı ve diğer eşyalarıda konuluyordu.Mezarlar dini inançlarının yanında o toplumun sosyal yaşantısı, maddi durumu, hatta mimarisi ve ilişkide bulunduğu toplumlar hakkında ve şahsın sosyal statüsü hakkındada bize bilgi sunarlar.Sade bir vatandaşın mezarında günlük ihtiyaçları karşılayan seramik kap dışında fazla bir kalıntı olmaz.Ama eğer mezar bir krala,kraliçeye veya bir soyluya aitse mimarisinden içerisindeki hediyesine, gömülüş tarzına, mezarın dış görüntüsüne kadar farklılıklar gösterir.Örneğin mezar bir krala aitse içerisindeki yemek ve su kapları altın veya gümüş olabilir, kendisine ait olan atı, zırhı diğer özel eşyalarının yanında kendine ait hazinesi bile konulabliyor.
Bu kadar değerli hediyeler barındıran kral, kraliçe ve soylu mezarlarının mezar soyguncularına karşı korunma ihtiyaçları mimari yapılarını etkilemiş ve gizlenmesi gerekliliğinide beraberinde getirmiştir.

Ana Tanrıça

Resimdeki eser M.Ö. 7000-5500 yılları arasındaki Neolitik Dönem'e aittir. Kadının doğurganlığından dolayı bereketle bağdaştırlımış olup ilk çağlardan beri hemen hemen her kültürde bir ana tanrıça kültü vardır. Buradaki ana tanrıça heykelide Çatalhöyük'te bulunmuştur. İri vücut hatları bereketi ve doğurganlığı simgelemektedir. Her kültürde var olan bu ana tanrıça idolü kültürlerin kendi dillerinde isimlendirildiği için içerik olarak aynı olan bu kültür isim olarak zengin bir literatüre sahiptir. Örneğin Frigler'de Kibele, Hititlerde Kubaba, Eski Yunan'da Artemis olarak isimlendirilmiştir.

Sikke (para) kullanılmadan önceki ticari hayat

Sikke veya günümüzdeki deyimiyle para kullanılmadan önce farklı alışveriş yöntemleri denenmiştir. İnsanlara yerleşik hayata geçmeden önceki dönemlerde böylesi bir ticaret aracına ihtiyaç duymuyorlardı. Zaten küçük olan topluluklar kendilerine yetecek kadarki ihtiyaçlarını topraktan tarım yoluyla, hayvandan avcılıkla sağlıyordu. Süreklide yer değiştirdikleri için kendilerine yük etmemek için çok fazlaya malzemeyede ihtiyaç duymuyorlardı. Neolitik dönemde insanlar yerleşik hayata geçtikten sonra küçük veya büyük kentler oluşmaya
başlamıştı. Yerleşim yerleri büyüyüp geliştikçe ihtiyaçlar artıyor, yeni meslekler ortaya çıkmaya başlıyordu. Buda zorunlu bir iş bölümünü getirmişti. O dönemde en önemli kaygılardan biri güvenlikti. Herkes hep birlikte aynı işi yapamayacağı için farklı meslek dallarıda oluşunca insanların ihtiyaçlarıda artıp değişiklik göstermeye başladı. İlk önce ticaret gelişim gösterdi. Panayır alanları kuruldu. Buralardanda alışveriş yapmak için insanlar değiş-tokuş (barter) sistemini kullandı. Belli bir zaman sonra insanlar için bu sistem zorluklar çıkarmaya başladı. Çünkü insanlar bir arada yaşadıkça zamanın teknolojiside gelişim göstermeye başladı. Bu gelişimle beraber ortaya çıkan yeniliklerde farklı bir ihtiyaç ve lüks olmaya başladı. Bunu karşılamakta değiş-tokuş için zor oldu. Karşı tarafta var olan bir malzeme bir değirinin ihtiyacı iken almayı düşünen kişinin elindeki malzeme karşı tarafın ihtiyacı olamaya biliyordu. Buda insanları farklı yönlere sevketti. İlk önceleri "ingot" (külçe; ki bu bazen hayvan derisi şeklinde metalden yapılmışta olabiliyordu.) kullanılmaya başlandı. Bunun yanında da herkesin ortak ihtiyacı olan buğday o zamanın parası olarak değer kazanmıştı. Zamanla altın ve gümüş gibi değerli metaller keşfedilince, parçalandığı vakitte değer kaybetmediği için yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bundan sonra her metale kıymeti kadar değer biçilerek ticaret yapmak biraz daha kolaylaştı, gelişti ve bununla beraber dışarı açılma kültürler arası alışveriş ve etkileşimde arttı. Değiş-tokuş sistemi her ne kadar beraberinde zorlukları getirmişsede günümüzde bile halen kullanılan bir sistemdir. Çok az olmakla beraber ulaşımı zor olan köy yerleşimlerine giden halk dilinde çerçi olarak bildiğimiz satıcılar bu sistemin çağdaş dönem uygulayıcılarıdırlar. örneğin halen bile köylerde bu tür insanlardan yün, yumurta, buğday, süt ve süt ürünleri karşılığı alışveriş yapılmaktadır.

Horozun Yaptığına Bak

Bizim hocayla arkadaşları güzel bir yer keşfetmişlerdir. Anlatılanlara göre bu bakacakları alanda tonlarca osmanlı altını vardır ve tam yerini horoz belirleyecektir. Horozun onlara yer göstermesi için de sabah güneş doğmadan önceki aydınlık zaman ile güneş doğana kadar olan zaman dilimi arasındaki vakittir. Hoca ve arkadaşları geceden horozlarını da yanlarına alarak keşif bölgesine gelip güneş doğmadanki ilk ışıkla harekete geçerler. Zavallı horozun ayağına uzunca bir ip bağlayıp arazide dolaştırmaya başlarlar. Definenin olduğu yerde boynunda muska olan lekesiz beyaz horoz ötecektir. Ama ne hikmetse horoz bir türlü ötmez ve güneş ışıklarıda artık arkadaşların üzerine doğmuştur.
-Hocam güneşde doğdu ne olacak şimdi.
-Valla bilmiyom ki.
-Ama hocam burada define var hemde tonlarca.
-Yahu bende biliyom ama.
-Hocam belki horoz ötmeyi bilmiyo.
-yok heralde bu yaşını doldurmamıştır çünkü burada define var biliyom.
Gün iyice ışıyınca horoza bakarlar ve şu sözle hepsi rahatlar;
-Hocam bu horozda ben var baksana.
Hoca:
-Tabi ya gece onun bunun kümesine girer karanlıkta beyaz horoz getirsen olacağı bu.

Hitit dini

Hitit dini ve Hitit politeizmi, Hititlerin inandığı ve uyguladığı, Hitit kültüründe yer alan, inanç, gelenek, liturji ve mitoloji bütününe verilen addır. Politeistik (çoktanrıcı) bir din olan Hitit dini, Hitit İmparatorluğu’nun siyasî gelişiminin yanı sıra, ve hatta bundan daha yüksek oranda, halkın Anadolu’daki yaşayış biçiminden etkilenmiştir. Bu sebepledir ki Hitit dini köy hayatı bazlı, pastoral, tarım vurgusu barındıran semboller ve yapılar içeren bir dindir.

Konu başlıkları

[gizle]

Hitit mitolojisi ve panteonu [değiştir]

Hitit mitolojisi ve buradan hareketle panteonunun odağında fırtına tanrısı bulunurdu. Baş tanrı olan eril fırtına tanrısının dışındaki bir diğer temel ve önemli kavram ise, Hitit öncesi ve sonrası Anadolu mitoloji ve kültürlerinde de rastlanan, dişil güneş tanrıçasıdır ki bu tanrıça bir tür ana tanrıça karakteridir ve arz ile özdeşleştirilmiştir. Bu kavramlarda köken araştırılmasına gidildiğinde varılan sonuçlar genellikle fırtına tanrısının Avrupa-Hint kökenli olduğu, güneş tanrıçasının ise bölgenin yerel halklarından Hattilerden alınmış olabileceğidir.[1]
Hitit mitolojisi, Hititler öncesi Anadolu kavimlerinin inançlarından ve çevre inançlarından etkilenmiş olsa da en önemli karakteristiklerinden birisi, özellikle erken dönemlerde senkretizasyondan uzak olması ve hatta bir nevi bilinçli bir şekilde senkretizasyondan kaçınmasıdır. Örneğin Hitit mitolojisinin ana karakteri olan fırtına tanrısı aynı zamanda büyük oranda yerelleşmişti; yani farklı yörelerin kendi yerel fırtına tanrıları vardı. Bu fırtına tanrısı kavramı odak alınarak millî veya genel bir karakterin vurgulanmasının yanı sıra bunun yerelleştirilmesiyle yerel karakterin de vurgulanmasını içerir.
Bununla birlikte Hitit İmparatorluğu’nun genişlemesiyle birlikte belirli bir noktadan sonra senkretizasyon da görülmeye başlanmıştır. Bunun en bariz örneği, siyasî yayılmayla birlikte kraliyet arşivlerinde bahsedilen tanrı ve tanrıça isimlerinde Suriye ve Mezopotamya’da tapınılan tanrı ve tanrıçaların da isimlerine rastlanmaya başlanmasıdır. Yine yapılan antlaşmalarda geçen (antlaşmaya) tanık tanrıların listelerinde de Hatti ve Avrupa-Hint dışı kökenli, çevre mitolojilerde yer alan tanrılar da rastlanmaktadır. MÖ 13. yüzyılda Hitit mitolojisinde senkretizasyonun bir başka temsili olarak kabul edilebilecek bir yenilik daha yaşanmıştır: tanrı ve tanrıçaların gruplaştırılması. Buna göre tanrı ve tanrıçalar kaluti olarak anılan “daireler” içerisinde gruplaştırılmışlardır. Bugün Türkiye topraklarında bulunan Yazılıkaya’daki rölyeflerde betimlemelerine rastlanan bu olayın bir başka ilginç yönü de betimlemelerden Hatti kökenli olduğu anlaşılan çoğu tanrı için Hurri dilinde isimlerin kullanılmasıdır[2] ki bu senkretizasyonun en bariz ve kalıcı örneğidir.
Bununla birlikte Hitit mitolojisinde sistematik bir senkretizasyondan veya herhangi bir şekilde sistematik olarak kabul edilmiş bir mitik hiyerarşiden söz etmek pek doğru olmaz, zira resmî anlamda diğerlerinden üstün görülen ve kabul edilen bir mitik hiyerarşi bulunmamaktaydı.

Dinin özellikleri [değiştir]


Fırtına tanrısı, gök tanrısı (M.Ö. 8. yy)
Hitit dini ve mitolojisi köy yaşamı bazlıdır. Tarım, tarımla ilgili kavramlar ve hayvancılık temel temalardandır. Baş tanrı olan fırtına tanrısının ekinlerin ve genel anlamda yaşayan her şeyin “büyümesini sağlayan” veya “büyümesinde etken teşkil eden” bir rolünün olması, mitolojinin (ve aynı zamanda dinin) diğer temel taşının arz ile özdeşleşen, neredeyse bereketin tecessümü olarak açıklanabilecek bir güneş-tanrıça bunun örneklerinden sayılabilir. Sürülerin artışı ve hasat gibi tarımsal kavramlar dinde yerlerini bulmuş, mitolojik anlamda birer tanrıyla temsil edilmişlerdir. Tarım ve köy hayatıyla doğrudan ilgili fakat bunun içerisinde ele alınamayacak kavramlar da gerek mitoloji gerekse dinde önemlerini hissetirmektedirler; örneğin “su”.
Hititlerin siyasî yapısının da dinde büyük bir yeri vardır. İmparatorluğun başı olan kral siyasî öneminin yanı sıra dinî bir öneme de sahipti zira onun tanrılar karşısında insanların temsilcisi olduğuna inanılırdı. Hitit dininde tanrılar ile insanların dünyası birbirinden büyük oranda ayrıydı ve bu iki dünyanın birbirine değdiği, birbiriyle kesiştiği tek nokta kraldı. Buradan yola çıkarak kralın insanlar ile tanrılar arasındaki iletişimi sağlama gibi önemli bir rolü vardı. Tanrıların insanlara insanların tanrılara ihtiyacı olduğu düşünülürdü; insanların adaklarda bulunması ve törenler düzenlemesi tanrılar için önemliydi. Bunun da etkisiyle kralın bir diğer önemli rolü tanrılara, inançlarına göre, gereken ilgi ve saygının sunulduğundan emin olmaktı.
Hitit dininde krallar yaşadıkları sürece insanlar kümesinin (veya dünyasının) birer elemanıydılar ve tanrılaştırılmazlardı. Bununla birlikte öldükten sonra kral tanrısallaşır ve dinî ilgi nesnesi olabilirdi. Tüm bunların etkisiyle kralın siyasî ve dinî özelliklerden yola çıkarak, genel anlamda Hitit yaşantısı ve ideolojisinde önemli ve temel bir yeri vardı[3].

TudhaliyaIV ve eli üzerinde kanatlı çift güneş glifi bulunan edikula'sı

Liturji [değiştir]

Hitit dininde liturji büyük oranda büyü ile iç içeydi. Liturji özellikle günlük hayatın ve tipik yaşam devrelerinin sorunlarıyla ilgiliydi. Örneğin kişinin yaşamının bir devresini kapatıp bir diğerine başlaması, ergenlik dönemi veya doğum gibi, çeşitli ritüellerle desteklenir ve geçişi kolaylaştırma amacı güdülürdü. Liturjinin ilgilendiği sorunların hepsinin kaynağı ilahî olarak görülmezdi; bazıların kaynağı bir tür “kirlilik” kavramıyla bağdaştırılırdı. Hitit kültüründe hastalıklar genellikle ritüellerle tedavi edilirdi; bu hem bireysel anlamda (örneğin uykusuzluk tedavisine rastlanmıştır) hem de daha toplumsal, kitlesel bir anlamda (örneğin salgınların kovulmasına rastlanmıştır) geçerlidir.
Liturjide yer alan büyü ve ritüeller büyük oranda günlük köy yaşantısından analojiler şeklindeydi. [[Dosya:Hattusa.temple1.jpg|Hattuşa'daki büyük tapınak ve depoları.
Hitit dini çok tanrılı bir dindir.

Tapınaklar ve dinin idaresi [değiştir]

Kral ve yönetimi dinin imparatorluk topraklarındaki idaresi ve konumundan sorumluydular ve bu tapınakların bakımı, liturjinin uygun şekilde yerine getirilmesi gibi çeşitli görevleri içermekteydi. Başkentte fırtına tanrısı ve güneş tanrıçasına tapınılan büyük tapınakların yanı sıra imparatorluk topraklarında birçok farklı yerde irili ufaklı birçok farklı tanrı ve tanrıça için tapınaklar bulunmaktaydı. Tapınaklarda yer alan put veya putların yapıldığı malzemeler, kalitesi (veya kaliteleri), sunulan adakların özellikleri, tapınakla ilgilenen hizmetlilerin sayısı ve nitelikleri gibi hususlar devletin sorumluluğu altındaydı.
Bir anlamda tapınakta, tapınağın adandığı tanrı (veya tanrıça) doyurulur ve bakılırdı. Tanrıların ihtiyacı olduğuna inanılan şeyler o dönemlerin Hitit soylularının ihtiyaçlarına benzerdi.
Tapınakların bakımının yanı sıra belirli dönemlerde farklı tanrılara şölenler düzenlenirdi. Bu şölen ve kutlamaların çoğunluğu tarımsal takvime göre gitmekteydi: örneğin sonbahar sezonunda gerçekleştirilen, depoların hasat edilen ürünlerle dolmasını kutlayan ve bu odak etrafında gelişen şölenler gibi. Ayrıca özellikle Yazılıkaya’daki ana galeriler Hattuşa’nın fırtına tanrısı için büyük bir yeni yıl kutlamasının da gerçekleştirildiği fikrini doğurmuştur[4]. Hitit festivallerine, genellikle, kralın katılması şarttı; bu festivallerin zaman çizelgesini sık sık etkilemiştir.
Çoğunlukla festivallerde yiyecek türünde adaklar sunulur, çeşitli eğlenceler tertiplenirdi. Bunlara çeşitli atletik müsabakalar, at veya koşu yarışları, ve müzik dinletileri dahil. Bununla birlikte, festivallerin sergilediği eğlence kültürü hakkında çok detaylı bilgilerin olduğu söylenemez; örneğin Hitit müziği hakkında çok az bilgi bulunmaktadır.

Kaynakça [değiştir]

  1.   Beckman, G. “The Religion of the Hittites”. Biblical Archaeologist. June/September. 1989.
  2.   Laroche, E. “Tesub, Hebat et leur cour. Journal of Cuneiform Studies. 2: 113-36. 1948. & Laroche, E. “Le pantheon de Yazılıkaya”. Journal of Cuneiform Studies. 6:115-23. 1952
  3.   Güterbock, H. G.. “Hittite Religion”. s. 83-109. Forgotten Religions. New York: Philosophical Library. 1954. & Gurney, O. R.. “Hittite Kingship”. s.105-21. Myth, Ritual and Kingship. Oxford:Oxford University Press. 1958.
  4.   Otten, H. “Ein Text zum Nujahrsfest aus Boğazköy”. Orientalistische Literaturzeitung. 51:101-05. 1956.