Güneş Saati Alm. Sonnenuhr (f), Fr. Cadran (m) solaire; horloge (m) solaire, İng. Sundial; solar time. Güneş ışınlarının bir cisimde meydana getirdiği gölgelerden faydalanarak günün kısımlarını bulan düzen.
İlk defa düşey olarak düzenlenen bir çubuk şeklinde kullanılmış ve gölge uzunluğuna göre günün zamanı tesbit edilmiştir.
Eski Yunanda değişik güneş saatleri kullanılmıştır. Pergalı Apollonius (M.Ö. 250) konik kesit kullanarak daha da hassas saat elde etmiştir. Ptolemi ise kurduğu düzende gölgeleri çeşitli eğik düzlemlerde gösterir saat geliştirmiştir. Atina’daki bir kulede M.Ö. 100 yılından kalma sekiz güneş saati bulunmaktadır. Roma’da ise M.Ö. 290’da ilk güneş saati ortaya çıkmıştır.
Müslüman Araplar, güneş saatine çok önem vermişler, yatay, düşey ve eğik düzlemli çok değişik türlerini geliştirmişlerdir. Bazı eski camilerin duvarlarında veya uygun yerlerinde güneş saatleri vardır. Trigonometri prensiplerini kullanarak düzeni ve imalatını basitleştirmişlerdir. M.S. 13. yüzyılda Ebü’l-Hasan saat çizgilerinin silindirik, konik ve diğer yüzeylerde belirtilmesi üzerinde çalışmalar yapmıştır. İlk mevsimler için eşit saatin kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı kabul edilir. Ancak mekanik saatin ortaya çıkmasıyla güneş saatinin kullanış alanı azalmıştır. Müslümanların saate verdikleri önem, namaz vakitlerinden kaynaklanmaktaydı. Mesela, büyük alim Abdülhak Sücadil’in Farsça Mesail-i Şerh-i Vikaye kitabında güneş saati şu şekilde anlatılır:
“Güneş gören düz bir yere, bir daire çizilir. Bu daireye, önce Hind Müslümanları tarafından kullanıldığı için, “Daire-i Hindiyye” denir. Dairenin ortasına, çapının dörtte biri kadar uzun, dik bir çubuk dikilir. Bu çubuğun gölgesi, sabah vakti, dairenin dışına kadar uzundur ve batı tarafındadır. Güneş yükseldikçe, gölge kısalır. Gölgenin ucunun, daireye girdiği noktaya işaret konur. Güneş gün ortasına gelince, gölgenin boyu en küçük olup, sonra tekrar uzamaya başlar ve doğu tarafından dışarı çıkar. Çıktığı noktaya da işaret konur. Bu işaretlenen noktalar arasındaki daire yayının ortası ile merkez arasına düz bir çizgi çizilir. Bu, oranın nısf-un-nehar «gün ortası» çizgisi olur. Gölge ucu bu çizgiye gelirse gün ortası olur. Gölge bu hattan ayrıldığında öğle namazı vakti başlar. Çubuğun gölgesi, çubuğun boyunun bir veya iki katı kadar daha uzayınca ikindi vakti başlar.”
Rönesansla güneş saati yaygınlaştı. Ancak 19. yüzyıldan itibaren süs olmaktan ileri gitmemiştir.
Güneş saatinin çalışma prensibi, güneşin gökteki hareketi ile ilgilidir. Bu görünür hareket dünyanın kendi ve güneş etrafındaki dönüşü ile alakalıdır. Ancak, güneş saatinin hassaslığı için gözönüne alınması gereken başka üç tesir daha vardır: Bunlardan ilki, dünyanın güneşi odak kabul ederek hareket etmesi; ikincisi, yörüngenin elips olması ve üçüncüsü, dünyanın dönme ekseninin eğik olmasıdır.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
İlk defa düşey olarak düzenlenen bir çubuk şeklinde kullanılmış ve gölge uzunluğuna göre günün zamanı tesbit edilmiştir.
Eski Yunanda değişik güneş saatleri kullanılmıştır. Pergalı Apollonius (M.Ö. 250) konik kesit kullanarak daha da hassas saat elde etmiştir. Ptolemi ise kurduğu düzende gölgeleri çeşitli eğik düzlemlerde gösterir saat geliştirmiştir. Atina’daki bir kulede M.Ö. 100 yılından kalma sekiz güneş saati bulunmaktadır. Roma’da ise M.Ö. 290’da ilk güneş saati ortaya çıkmıştır.
Müslüman Araplar, güneş saatine çok önem vermişler, yatay, düşey ve eğik düzlemli çok değişik türlerini geliştirmişlerdir. Bazı eski camilerin duvarlarında veya uygun yerlerinde güneş saatleri vardır. Trigonometri prensiplerini kullanarak düzeni ve imalatını basitleştirmişlerdir. M.S. 13. yüzyılda Ebü’l-Hasan saat çizgilerinin silindirik, konik ve diğer yüzeylerde belirtilmesi üzerinde çalışmalar yapmıştır. İlk mevsimler için eşit saatin kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı kabul edilir. Ancak mekanik saatin ortaya çıkmasıyla güneş saatinin kullanış alanı azalmıştır. Müslümanların saate verdikleri önem, namaz vakitlerinden kaynaklanmaktaydı. Mesela, büyük alim Abdülhak Sücadil’in Farsça Mesail-i Şerh-i Vikaye kitabında güneş saati şu şekilde anlatılır:
“Güneş gören düz bir yere, bir daire çizilir. Bu daireye, önce Hind Müslümanları tarafından kullanıldığı için, “Daire-i Hindiyye” denir. Dairenin ortasına, çapının dörtte biri kadar uzun, dik bir çubuk dikilir. Bu çubuğun gölgesi, sabah vakti, dairenin dışına kadar uzundur ve batı tarafındadır. Güneş yükseldikçe, gölge kısalır. Gölgenin ucunun, daireye girdiği noktaya işaret konur. Güneş gün ortasına gelince, gölgenin boyu en küçük olup, sonra tekrar uzamaya başlar ve doğu tarafından dışarı çıkar. Çıktığı noktaya da işaret konur. Bu işaretlenen noktalar arasındaki daire yayının ortası ile merkez arasına düz bir çizgi çizilir. Bu, oranın nısf-un-nehar «gün ortası» çizgisi olur. Gölge ucu bu çizgiye gelirse gün ortası olur. Gölge bu hattan ayrıldığında öğle namazı vakti başlar. Çubuğun gölgesi, çubuğun boyunun bir veya iki katı kadar daha uzayınca ikindi vakti başlar.”
Rönesansla güneş saati yaygınlaştı. Ancak 19. yüzyıldan itibaren süs olmaktan ileri gitmemiştir.
Güneş saatinin çalışma prensibi, güneşin gökteki hareketi ile ilgilidir. Bu görünür hareket dünyanın kendi ve güneş etrafındaki dönüşü ile alakalıdır. Ancak, güneş saatinin hassaslığı için gözönüne alınması gereken başka üç tesir daha vardır: Bunlardan ilki, dünyanın güneşi odak kabul ederek hareket etmesi; ikincisi, yörüngenin elips olması ve üçüncüsü, dünyanın dönme ekseninin eğik olmasıdır.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
Kum saatleri içine kum doldurulmuş altı üstü geniş, beli ince , eşit miktarda bir sıvının ya da çok ince taneli bir katının bir delikten geçerken daima aynı zamana ihtiyaç göstereceği ilkesine dayanarak çalışan zaman ölçme aracı.
Akış hızının sabit olmayıp, işlemin toplam süresinin sabit oluşu bu saatlerin dezavantajıdır. Saatlerde kumun yanında, zaman zaman pudra haline getirilmiş yumurta kabuğu, civa ya da ince toz siyah mermer de kullanılmıştır. Kum saati, Avrupa’da ilk kez 8. yüzyılda bir papazın buluşuyla kullanılmaya başlanmıştır. Camcılık becerisi geliştikçe, kumun doldurulduğu ağız da eritilerek kapatılmış ve nemlenerek akışın zorlaşması sağlanmıştır.
16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır; kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi amacıylada kullanılmıştır.
Soğuk iklimlerde su saatine göre daha yaygın kullanımı olduğu halde, kum saati gün boyunca zaman ölçümü için çok uygun bir gereç değildi. Bunun için, ya çok büyük yapılması, ya da başında her an birinin beklemesi gerekiyordu. Bazı kum saatlerinde bulunan kadrandaki gösterge, saatin her başaşağı edilişinde bir saat ileri alınıyordu. Yine de, kum saati uzun bir dönem boyunca küçük zaman aralıklarının ölçülmesinde başarıyla kullanılmıştır. Su Saatleri
Güneş saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk tipleri Mısır’da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir.
Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen “klepsydra” deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu.
Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor. Mısır’dan başka, İngiltere ve Seylan’da da bulunmuş olan bu tip su saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika’da bazı yörelerde kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir.
M.Ö. 250’de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil çalıyorlardı.
M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu’da mekanik göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin’de Su Sung’un M.S. 1088’de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu.
Yunanlı astronom Andronikos’un M.S. 1.yy’da yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu.
Su saatleri de sadeliklerine rağmen sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Akış hızının sabit olmayıp, işlemin toplam süresinin sabit oluşu bu saatlerin dezavantajıdır. Saatlerde kumun yanında, zaman zaman pudra haline getirilmiş yumurta kabuğu, civa ya da ince toz siyah mermer de kullanılmıştır. Kum saati, Avrupa’da ilk kez 8. yüzyılda bir papazın buluşuyla kullanılmaya başlanmıştır. Camcılık becerisi geliştikçe, kumun doldurulduğu ağız da eritilerek kapatılmış ve nemlenerek akışın zorlaşması sağlanmıştır.
16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır; kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi amacıylada kullanılmıştır.
Soğuk iklimlerde su saatine göre daha yaygın kullanımı olduğu halde, kum saati gün boyunca zaman ölçümü için çok uygun bir gereç değildi. Bunun için, ya çok büyük yapılması, ya da başında her an birinin beklemesi gerekiyordu. Bazı kum saatlerinde bulunan kadrandaki gösterge, saatin her başaşağı edilişinde bir saat ileri alınıyordu. Yine de, kum saati uzun bir dönem boyunca küçük zaman aralıklarının ölçülmesinde başarıyla kullanılmıştır. Su Saatleri
Güneş saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk tipleri Mısır’da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir.
Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen “klepsydra” deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu.
Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor. Mısır’dan başka, İngiltere ve Seylan’da da bulunmuş olan bu tip su saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika’da bazı yörelerde kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir.
M.Ö. 250’de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil çalıyorlardı.
M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu’da mekanik göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin’de Su Sung’un M.S. 1088’de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu.
Yunanlı astronom Andronikos’un M.S. 1.yy’da yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu.
Su saatleri de sadeliklerine rağmen sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
Dünyadaki İlk Saatler Pragsagora ve Blepiros dönemindeki Yunanistan’da tek tük, çok daha gündeş saatlere de rastlanabilirdi. Hikâye edildiğine göre; bu yeni saatler, Yunanistan’a Asya’dan, bilginlerin bolluğu ile ün salmış Babil’den gelmişti.
O zamanlar (yani 2600 yıl önce) Babil dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Babil’de bilim ve teknik de çok ilerdeydi. Eski Yunanlılar, Ba-bil’den pek çok şeyler almışlardır. Ba-bil’den öğrendikleri şeyler arasında zamanı belli parçalara ayırmak İşi; yani, saat de vardı.
Zamanı belli parçalara bölmek anlamı (saat) sonraları Yunanlılar aracılığıyla Avrupa ülkelerine de geçti. Bazı söylentilere bakılırsa, Yunanlılara gündeş saati öğretenler, Asur-lular olmuştur. Asurlulardan Yunanlılara geçen saat, belli bölümlere ayrılmış bir kadrandır. Ama bunun en büyük eksiği akrepsiz, yelkovansız oluşuydu.
Acaba, akrepsiz ve yelkovansız sa-
at hiç olur mu? Bunun olabileceğine inanmanız için Asya’ya kadar uzanıp eski BabİI kalıntılarını araştırmanıza hiç de gerek yoktur. Bu çeşit saatlerin izlerine bugün bile Avrupa’nın bazı yerlerinde rastlanmaktadır. Avrupa’nın bazı eski kentlerine giden dört yol ağızlarında taştan yapılmış büyük işaret sütunlarına rastlanır. Bu sütunların bir yüzünde, “Şunca kente şu kadar kilometre” yazısını görürsünüz. Sütunların öteki yüzünde, ortasında üç köşeli maden levha ve çevresinde l’den 12′ye kadar rakamlar bulunan bir kadran vardır. Rakamlar, saati göstermektedir. Üç köşeli levhanın taş üzerine düşen gölgesi de akreple yelkovanın işini görmektedir. Güneşin gökyüzündeki hareketine göre, maden levhadan taş üzerine düşen gölge de hareket etmekte ve saatin akreple yelkovanı ödevini yüklenmektedir.
İşte bunlar, çok eskiden Babil’de bulunan güneş saatlerinin bir benzeridir, Bu gibi sütunların yanından geçen yolcular, bindikleri arabaların pencerelerinden başlarını uzatarak gidecekleri kente kaç kilometre kaldığını ve kaç saatten beri yolda bulunduklarını anlıyorlardı.
Güneş saatleri kuşku yok, gerek Yunanlıların Gnomon adı verilen bu çeşit sütunlarından ve gerekse Hini fakirlerinin asalarından çok daha iyi idiler. Çünkü güneş saatleri vakti çok daha doğru gösteriyordu.
Bütünbunlara karşılık, güneş saatleri de bizim gündeş saatlerimize göre çok ilkel kalıyorlardı. Saatlerinizin yalnız güneşli havalarda işleyip geceleri ve bulutlu havalarda işlememesinden acaba hoşnut kalır mıydınız? Güneş saatleri, bu çeşit saatlerdi. Yalnız gündüzleri, o da güneşli hayalarda iş görebiliyorlardı. Zaten eskiden bu saatlere “Gündüz saatleri” de denilirdi.
Çok eskiden , belki de güneş saatleri ile birlikte “Gepe saatleri’1 de İcat edilmişti.
İnsanlar çok eski geçmişten beri suyu, daha doğrusu suyun akışını bir zaman ölçüsü olarak kullanmayı öğrenmişlerdi.
Su, bir zaman ölçüsü olarak nasıl kullanılabilir? Bunu ele alalım: Bir semaveri su ile doldurduktan sonra musluğunu açarsanız içindeki su akmaya başlar. Semaverdeki bütün suyun bir saat içinde akıp gittiğini varsayalım. Musluğa hiç dokunmadan semaveri yeniden dolduracak olursanız, semaverin içindeki suyun yarım saatte ya da birçok saatte değil de yine bir saatte akıp tükeneceğini görüyoruz.
Buna bakarak, bu semaveri pekâlâ bir saat olarak kullanabiliriz. Bunun için yapmamız gereken biricik şey, boşaldıkça onu yeniden doldurmaktır. Eski Babil’de buna benzer “Su saatleri” daha bundan 2500 yıl önce kullanılmaktaydı. Tabii o zaman semaver değil de (çünkü o çağda henüz semaver yoktu) dibine yakın bir yerde deliği olan kovalar kullanılmaktaydı. Bu işle uğraşmak üzere ayrılan birtakım adamlar, sabahleyin güneşin doğusuyla birlikte bu kaplan su ile doldururlar ve kap tümüyle boşalınca bunu yüksek sesle bütün kente ilân ederlerdi.
Su saatleri” kullanışlı değildi. Çünkü uğraşması oldukça uzun ve zor bir işti. Ama su saatlerinin kendine göre iyi yanlan vardı: Gerek bulutlu havalarda ve gerekse geceleri vakti gösterebiliyordu. işte bu yüzden su saatlerine, güneş saatlerinden, yani, “Gündüz Saatleri” ‘nden değişik olarak “Gece Saatleri” adını vermişlerdi.
Yakın zamanlara kadar Çin’de bir çok su saatleri görmek mümkündü. Bir taş merdivenin çeşitli basamaklarına konmuş, birbiriyle bağlantısı olan dört büyük bakır kazan Çin’deki su saatlerinin özüdür. Su, bir kazandan ötekisine akmaktaydı. Bu kazanların başında duran bir bekçi her iki saatte bir, iki saatin geçtiğini bildiren bir tabelâ asmaktaydı.
Bu bakır kazanların niçin ardar-da konmuş olduklarını anlamak zor bir iş değildir. Bekçinin yalnız merdivenin üst basamağındaki kazanı doldurması yeterdi. Öteki kazanlar birbiri ardınca yine kendi kendilerine doluyorlardı.
“Su Saatleri” sözüne ilk kez sa-atçİUk sanatı üzerine yazılmış bir kitapta rastlamıştır. Bu kitapta yazıldığına göre; eski Mısır’da, Nil İrmağının üzerindeki adalardan birinde Mısır tanrılarından Osiris’in adına yapılmış bir tapınak varmış. Tapınağın ortasında, delikleri dip taraflarında olmak üzere 360 tane büyük küp bulunuyormuş. Her küpün başında birer rahip durmaktaymış. Böylece, oradaki rahiplerin sayısı da küplerin sayısı kadar, yani 360 imiş. Her gün bu rahiplerden biri kendi küpünü sütle dol-duirmaktaymış. Süt, tam 24 saatte bo-şalmaktaymış. Ertesi gün aynı İşi başka bir rahip yaparmış. Böylece bü,~ bütün bir yıl sürermiş.
Mısır firavunlarının niçin bu kadar çok insan kullandıklarını, su du-gurken zaman ölçüsü olarak niçin sütü seçtiklerini anlamak bugün bizim için çok güçtür. Çünkü bir insanın ya da en çok iki üç kişinin görebileceği bir işi, 360 kişiye yaptırmak çok pahalı bir şeydi.
Su saatlerinde, suyun yerini tutmak üzere yalnız süt kullanılmamıştır. Bir dönemler “Kum SaaÜeri”nin pek çok kullanıldığım yine kitaplardan öğreniyoruz. Bu çeşit saatleri bugün de bazı yerlerde bulabilmek mümkündür. Saati “kurmak” için onu baş aşağı çevirmek yeterdi. Bu çeşit saatler (kum saatleri) 3-5-10 dakika gibi küçük zaman aralıklarını ölçmek İçin çok faydalıydı.
“Kum Saatleri”, vapurlarda bundan 150 yıl öncesine kadar da kullanılıyordu. Vardiyadaki gemici her yarım saatte bir kum saatini başaşağı çevirmekle onu kurmuş olurdu. Kumlar, yarım saatte yukardan aşağı akardı. Bu iş, durmaksızın tekrarlanırdı.
O zamanlar (yani 2600 yıl önce) Babil dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Babil’de bilim ve teknik de çok ilerdeydi. Eski Yunanlılar, Ba-bil’den pek çok şeyler almışlardır. Ba-bil’den öğrendikleri şeyler arasında zamanı belli parçalara ayırmak İşi; yani, saat de vardı.
Zamanı belli parçalara bölmek anlamı (saat) sonraları Yunanlılar aracılığıyla Avrupa ülkelerine de geçti. Bazı söylentilere bakılırsa, Yunanlılara gündeş saati öğretenler, Asur-lular olmuştur. Asurlulardan Yunanlılara geçen saat, belli bölümlere ayrılmış bir kadrandır. Ama bunun en büyük eksiği akrepsiz, yelkovansız oluşuydu.
Acaba, akrepsiz ve yelkovansız sa-
at hiç olur mu? Bunun olabileceğine inanmanız için Asya’ya kadar uzanıp eski BabİI kalıntılarını araştırmanıza hiç de gerek yoktur. Bu çeşit saatlerin izlerine bugün bile Avrupa’nın bazı yerlerinde rastlanmaktadır. Avrupa’nın bazı eski kentlerine giden dört yol ağızlarında taştan yapılmış büyük işaret sütunlarına rastlanır. Bu sütunların bir yüzünde, “Şunca kente şu kadar kilometre” yazısını görürsünüz. Sütunların öteki yüzünde, ortasında üç köşeli maden levha ve çevresinde l’den 12′ye kadar rakamlar bulunan bir kadran vardır. Rakamlar, saati göstermektedir. Üç köşeli levhanın taş üzerine düşen gölgesi de akreple yelkovanın işini görmektedir. Güneşin gökyüzündeki hareketine göre, maden levhadan taş üzerine düşen gölge de hareket etmekte ve saatin akreple yelkovanı ödevini yüklenmektedir.
İşte bunlar, çok eskiden Babil’de bulunan güneş saatlerinin bir benzeridir, Bu gibi sütunların yanından geçen yolcular, bindikleri arabaların pencerelerinden başlarını uzatarak gidecekleri kente kaç kilometre kaldığını ve kaç saatten beri yolda bulunduklarını anlıyorlardı.
Güneş saatleri kuşku yok, gerek Yunanlıların Gnomon adı verilen bu çeşit sütunlarından ve gerekse Hini fakirlerinin asalarından çok daha iyi idiler. Çünkü güneş saatleri vakti çok daha doğru gösteriyordu.
Bütünbunlara karşılık, güneş saatleri de bizim gündeş saatlerimize göre çok ilkel kalıyorlardı. Saatlerinizin yalnız güneşli havalarda işleyip geceleri ve bulutlu havalarda işlememesinden acaba hoşnut kalır mıydınız? Güneş saatleri, bu çeşit saatlerdi. Yalnız gündüzleri, o da güneşli hayalarda iş görebiliyorlardı. Zaten eskiden bu saatlere “Gündüz saatleri” de denilirdi.
Çok eskiden , belki de güneş saatleri ile birlikte “Gepe saatleri’1 de İcat edilmişti.
İnsanlar çok eski geçmişten beri suyu, daha doğrusu suyun akışını bir zaman ölçüsü olarak kullanmayı öğrenmişlerdi.
Su, bir zaman ölçüsü olarak nasıl kullanılabilir? Bunu ele alalım: Bir semaveri su ile doldurduktan sonra musluğunu açarsanız içindeki su akmaya başlar. Semaverdeki bütün suyun bir saat içinde akıp gittiğini varsayalım. Musluğa hiç dokunmadan semaveri yeniden dolduracak olursanız, semaverin içindeki suyun yarım saatte ya da birçok saatte değil de yine bir saatte akıp tükeneceğini görüyoruz.
Buna bakarak, bu semaveri pekâlâ bir saat olarak kullanabiliriz. Bunun için yapmamız gereken biricik şey, boşaldıkça onu yeniden doldurmaktır. Eski Babil’de buna benzer “Su saatleri” daha bundan 2500 yıl önce kullanılmaktaydı. Tabii o zaman semaver değil de (çünkü o çağda henüz semaver yoktu) dibine yakın bir yerde deliği olan kovalar kullanılmaktaydı. Bu işle uğraşmak üzere ayrılan birtakım adamlar, sabahleyin güneşin doğusuyla birlikte bu kaplan su ile doldururlar ve kap tümüyle boşalınca bunu yüksek sesle bütün kente ilân ederlerdi.
Su saatleri” kullanışlı değildi. Çünkü uğraşması oldukça uzun ve zor bir işti. Ama su saatlerinin kendine göre iyi yanlan vardı: Gerek bulutlu havalarda ve gerekse geceleri vakti gösterebiliyordu. işte bu yüzden su saatlerine, güneş saatlerinden, yani, “Gündüz Saatleri” ‘nden değişik olarak “Gece Saatleri” adını vermişlerdi.
Yakın zamanlara kadar Çin’de bir çok su saatleri görmek mümkündü. Bir taş merdivenin çeşitli basamaklarına konmuş, birbiriyle bağlantısı olan dört büyük bakır kazan Çin’deki su saatlerinin özüdür. Su, bir kazandan ötekisine akmaktaydı. Bu kazanların başında duran bir bekçi her iki saatte bir, iki saatin geçtiğini bildiren bir tabelâ asmaktaydı.
Bu bakır kazanların niçin ardar-da konmuş olduklarını anlamak zor bir iş değildir. Bekçinin yalnız merdivenin üst basamağındaki kazanı doldurması yeterdi. Öteki kazanlar birbiri ardınca yine kendi kendilerine doluyorlardı.
“Su Saatleri” sözüne ilk kez sa-atçİUk sanatı üzerine yazılmış bir kitapta rastlamıştır. Bu kitapta yazıldığına göre; eski Mısır’da, Nil İrmağının üzerindeki adalardan birinde Mısır tanrılarından Osiris’in adına yapılmış bir tapınak varmış. Tapınağın ortasında, delikleri dip taraflarında olmak üzere 360 tane büyük küp bulunuyormuş. Her küpün başında birer rahip durmaktaymış. Böylece, oradaki rahiplerin sayısı da küplerin sayısı kadar, yani 360 imiş. Her gün bu rahiplerden biri kendi küpünü sütle dol-duirmaktaymış. Süt, tam 24 saatte bo-şalmaktaymış. Ertesi gün aynı İşi başka bir rahip yaparmış. Böylece bü,~ bütün bir yıl sürermiş.
Mısır firavunlarının niçin bu kadar çok insan kullandıklarını, su du-gurken zaman ölçüsü olarak niçin sütü seçtiklerini anlamak bugün bizim için çok güçtür. Çünkü bir insanın ya da en çok iki üç kişinin görebileceği bir işi, 360 kişiye yaptırmak çok pahalı bir şeydi.
Su saatlerinde, suyun yerini tutmak üzere yalnız süt kullanılmamıştır. Bir dönemler “Kum SaaÜeri”nin pek çok kullanıldığım yine kitaplardan öğreniyoruz. Bu çeşit saatleri bugün de bazı yerlerde bulabilmek mümkündür. Saati “kurmak” için onu baş aşağı çevirmek yeterdi. Bu çeşit saatler (kum saatleri) 3-5-10 dakika gibi küçük zaman aralıklarını ölçmek İçin çok faydalıydı.
“Kum Saatleri”, vapurlarda bundan 150 yıl öncesine kadar da kullanılıyordu. Vardiyadaki gemici her yarım saatte bir kum saatini başaşağı çevirmekle onu kurmuş olurdu. Kumlar, yarım saatte yukardan aşağı akardı. Bu iş, durmaksızın tekrarlanırdı.
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
Güneş Saati
Üzerinde saat çizgileri bulunan bir zemin ve bir çubuktan oluşur. Çubuğun zemine düşen gölgesinin uzunluğu ve yönü zamanı gösterir. Güneş’in konumu değiştikçe çubuğun gölgesi de farklı saat çizgisine düşer.
İlk olarak Eski Mısırlılar tarafından kullanılmıştır.
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
Su Saatleri
Güneş saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk tipleri Mısır’da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir.
Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen “klepsydra” deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu.
Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor. Mısır’dan başka, İngiltere ve Seylan’da da bulunmuş olan bu tip su saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika’da bazı yörelerde kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir.
M.Ö. 250’de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil çalıyorlardı.
M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu’da mekanik göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin’de Su Sung’un M.S. 1088’de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu.
Yunanlı astronom Andronikos’un M.S. 1.yy’da yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu.
Su saatleri de sadeliklerine rağmen sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır.
Güneş saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk tipleri Mısır’da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir.
Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen “klepsydra” deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu.
Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor. Mısır’dan başka, İngiltere ve Seylan’da da bulunmuş olan bu tip su saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika’da bazı yörelerde kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir.
M.Ö. 250’de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil çalıyorlardı.
M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu’da mekanik göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin’de Su Sung’un M.S. 1088’de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu.
Yunanlı astronom Andronikos’un M.S. 1.yy’da yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu.
Su saatleri de sadeliklerine rağmen sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır.
Güneş, kum ve su saati nedir? Nasıl çalışır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder