Cumartesi, Kasım 06, 2010

İSTANBUL EVLİYALARI

AZBÎ MUSTAFA EFENDİ (DERVİŞ AZBİ)Dergah-ı Âlî çavuşlarından iken, Niyaz-i Mısrî Hazretleri'nde gördüğü kemal eserlerine bakarak hizmetini bırakmış, adı geçen zata intisap etmiştir."Müteveccih-i Rûhâniyye" terkibinin gösterdiği hicrî 1160 yılında vefat ederek Merdivenköy'deki Şahkulu dergahına defnedil­miştir.
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri
Babasının adı Fazlullah b. Mahmud'dur. Cüneyd-i Bağdadî ve Peygamber Efendimiz'in soyundan olup Seyyid'dir.
Hicrî 1543 yılında Koçhisar'da (Şereflikoçhisar) doğmuştur.
1576 yılında hocası Nâsırzâde'nin vefatından sonra gördüğü rüyalar ve aldığı manevî işaretler üzerine "'gam ve bela mesleği" müderrislik ve naiplikten istifa ederek, Bursa'da bulunduğu sürece vaazlarına devam ettiği ve kendisine hayran olduğu Üftade Hazretleri'ne intisap etti.
Şeyhi ondan, mal ve mülkten, makam ve mansıptan tamamen uzaklaşıp nefsini ayaklar altına almasını istedi. O da bütün servetini dağıttı, o gün için çok cazip olan makamları terketti. Şeyhinin isteği üzerine bir sırıkla sırtına ciğer yüklenerek bir zamanlar kadılık yaptığı Bursa sokaklarında ciğer sattı, dergahın tuvaletlerini temizledi.Bir defasında Sultan Ahmed, Hüdâyî Haz­retleri'ne hediye göndermiş, fakat o, bu hediyeyi kabul etmemiştir. Padişah aynı hediyeyi, Şeyh Abdülmecid Sivasî Hazretleri'ne göndermiş, Hüdâyî Hazretleri'nin o hediyeyi kabul etmediğini söyleyin­ce Sivasî Hazretleri: "Padişahım! O Anka kuşudur, leşe tenezzül etmez" demiştir. Daha sonra Hüdâyî Hazretleri ile karşılaştıkları bir sırada. Padişah, Sivasî Hazretleri'nin bu sözünü ona nakletmiş, ondan da şu cevabı almıştır:
"Hünkarım! Şeyh Abdülmecid bir deryadır. Deryaya bir damla pislik düşmeklepislenmez."
Hüdâyî Hazretleri, üç defa hacca gitmiştir.
1623 yılında vefat etmiş, zaviyesinde kendi yaptırdığı türbesine defnedilmiştir.Hazret, orta boylu, seyrek sakallı ve tatlı dilli bir zattı.Hüdâyî Hazretleri'nden, kışın karlı havada şeyhine bağdan üzüm getirmek, şeyhinin abdest suyunu kalbinin üzerinde zikrederek ısıtmak, hiçbir kayıkçının denize çıkamadığı fırtınalı bir hayada Sultanahmet'e vaaz için gitmek üzere kayığa bindi­ğinde denizin sakinleşmesi, padişahı yemek üzere olduğu zehirli bir av eti konusunda uyarması, bazı maddeleri altına çevirmesi, bir müridini kolundan tutup bir anda Kabe'ye göndermesi gibi birçok kerametler nakledilir.
Sultan Ahmet bir gün kendisi­ne: "Abdülkâdir Geylanî bağlılarına kıyamet günü şefaat edeceğini söylemiş. Bu rivayet doğru mu?" demiş. Doğru olduğunu söyleyince:"Sizin bir va'diniz ve müjdeniz yok mu?" di­ye sormuştur. Bunun üzerine Hüdâyî Hazretleri ellerini açarak şöyle dua etmiştir:"Kıyamete kadar tarikatımıza intisap edenler, ömründe bir defa türbemizin önünden geçtiğinde bize Fatiha okuyanlar denizde boğulmasınlar, ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler, imanlarını kurtarmadıkça gitmesinler, öleceklerini bilsinler ve haber versinler." Onun bu duasının kabul olunduğunun tecrübelerle sabit olduğu belirtilir.
Aynî Dede Hazretleri
İstanbul'da yaşayan büyük velilerdendir. Do­ğum tarihi ve yeri belli değildir.Bir gün Aynî Dede, sevenleri ile kırlarda do­laşırken, sağnak halinde yağmur yağmaya başladı. Bu sırada: "Dostlarımızın bizim yüzümüzden sıkıntı çekmesi layık değildir" dedi ve bir daire çizidi. Hepsini dairenin içine aldı. Böylece hiç biri ıslan­madı.
Ömrünü pek çok talebe yetiştirmekle geçiren Aynî Dede 1564 yılında vefat etti. Kabri, Kasımpaşa'dadır.
Atâ Efendi Hazretleri
Üsküdar'da bulunan Özbekler Tekkesi'nin son şeyhidir. İstanbul'un İngiliz işgalinden kurtarılması sırasında büyük kahramanlık ve fedakârlık göstermiştir. 1883 yılında doğup, 1936 yılında vefat etmiştir.Zamanının usulüne göre tahsilini tamamlayan Atâ Efendi, Üsküdar'da, Sultan Tepesi'nin Bülbülderesi'ne bakan yamacındaki Özbetler Derşahı'na tayin edildi. Sohbetleri ile insanlara çok faydalı oldu.Himmet ve gayretlerini, sadece ve yalnızca vatanın kurtuluşu için sarfeden, bu uğurda Müslü­ manları aydınlatan ve teşvik eden Şeyh Atâ Efendi Hazretleri, 1936 yılında İstanbul'da vefat etti.
Onun tatlı hatıraları hâlâ zihinlerde yaşamakta, kendinden sonra gelen nesillere örnek teşkil etmek­tedir.
Kabri, Üsküdar'dadır.
Ankaravî İsmail Rüsûhî Efendi
Anadolu'da yetişen büyük velilerdendir. Ba­basının adı, Ahmed'dir.Zahir ilimlerini Ankara'da tahsil etti. Tasav­vuf ilimlerini tahsil için Bayramiyye tarikatına girip feyiz aldı. Kısa sürede mertebeler aşarak başkalarına öğüt verecek duruma geldi. Daha sonra Halvetiliğe yöneldi, o yoldan icazet alacağı sırada gözlerinden rahatsız oldu. Gözlerine bir çare bulmak üzere Konya'ya doğru yola çıktı. Kimseye yük olmamak için yollarda ticaretle de meşgul oldu.Konya'ya vardığında, Mevlana Hazretleri'nin torunlarından ve o zamanki mevlevî şeyhi Çelebi Bostan Efendi'yi ziyaret etti. İlk karşılaştıklarında, rahatsızlığı ile ilgili olarak, Mesnevî'den şiirler okuduktan sonra: "Gözünün iyi olması, Mevlana Celaleddin-i Rûmî'nin Mesnevisini şerhetmenizin hediyesi olacaktır. O halde sizin Mesnevî'yi şerhetmeniz lazımdır. Bu suretle gamınız gidecek, gözünüzde iyileşme olacaktır" diye müjdeledi.İsmail Ankaravî, bu müjdeye sevinerek Çele­bi Bostan Hazretleri'ne intisap etti ve talebeleri arasında yer aldı. Bu arada gözlerinin ağrısı hafifledi. Kısa zamanda Çelebi Bostan Hazretleri'nin sevgi ve teveccühlerine kavuştu. Bir süre sonra Pir Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri'nin manevî bir işareti üzerine, Çelebi Bostan Hazretleri tarafın­dan Galata Mevlevi dergahına şeyh tayin edildi. Burada hem insanlara nasihatte bulundu, hem de Mesnevi Şerifin şerhi çalışmalarına başladı. Şerh çalışmalarına başlar başlamaz gözünde biraz daha iyileşme ve rahatlama oldu. Şerh tamamlandığında gözünde hiç eksiklik kalmayıp tam olarak sağlığına kavuştu. Pırıl pırıl ilk sağlıklı hali gibi görmeye başladı.İsmail Ankaravî Hazretleri, ömrü boyunca iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktan geri durmadı. Bu husustaki öğütleri şöyle oldu:Hazreti Ali şöyle buyurdu:
"Doğru bildiğini söylemek, susmaktan daha hayırlıdır. Günahkâr insanlara günahve haramların kötülüğünü anlatmamak, iyilik değildir."
Kötü bir iş yapanı o işten sakındırmak, ibadetlerin en faziletlisidir. Bir kimse bilmeyen birine yol gösterse, yol gösteren kişi de, hidayete kavuşan kimsenin sevabı ve fazileti kadar sevap kazanır.Vefatı yaklaştığında, Ankaravî Hazretleri şöyle dedi: "Yazdığımız eserlerle yaptığımız hiz­metler, bu yolda kalpleri zayıf olanların inançlarını güçlendirmiş ve muhaliflere karşı bir müdafaa olmuştur. İşimiz tamamlandı." Bu sözleri ile vefatının yaklaştığını işaret ediyordu.1630 yılında İstanbul'da vefat etti. Vasiyeti üzerine Galata Mevlevihanesi bahçesine defnedildi.
Ali Tirhalavî Hazretleri
Bu zat, Tırhalalıdır. Kardeşi ile birlikte dinî ilimler tahsilinden sonra, Halvetiyye şeyhlerinden Nureddinzâde Efendi Hazretleri'ne intisap ettiler.Ali Efendi, sülukünü tamamladıktan sonra i-cazet alıp. Molla Giiranî zaviyesinde postnişin oldu. Daha sonra Ayasofya Camii'ne vaiz tayin edilip, ayrıca orada Tefsir ve Hadis derslerini de birlikte okuttu.
Link | 0 ek bilgi
Ali Örfi Efendi Hazretleri
Küreyce'nin Polyan köyündendir. Tahsil ça­ğında Mısır'a gitmiş, uzun süre orada kaldıktan sonra Selanik'e yerleşmiştir. Bundan sonra Seyyid Hoca Mehmed Nuri el-Arabî el-Melâmî Hazretleri'ne intisap etmiştir.1887 yılında vefat edip Yenikapı'daki Mevlevihane civarında defnedilmiştir.
Ali İdris Efendi Hazretleri
Bu zat, Tırhalalıdır. Vezir-i A'zam Rüstem Paşa'nın Terzibaşı olan amcasının himayesinde büyüdü.Amcası tasavvuf erbabını seven bir zat ol­duğundan bir yolculuk sırasında Ankara yakınların­ dan geçerken. Bayramiyye tarikatı ulularından Hüsam Efendi'nin ziyaretine gitti. Yanında yeğeni Ali'yi de götürdü. Hüsam Efendi, onu (Ali idris'i) hizmetine kabul etti.Mesleği terzi olduğu için ona, terziler piri olan İdris Peygamber'in adı olan İdris adını verdi.Sülukünü tamamlayınca İstanbul'a geldi ve orada 60 yıl Bayramiyye tarikatı halifeliği yaptı.1615 yılında vefat etti. Kabri Okmeydanı'nda tersaneye bakan cephesindedir.
Ali Gazi Baba Hazretleri
Ali Gazi Baba Hazretleri, Erenköy Fâtih'i olarak kabul edilir.Bu zat, İçerenköy- Kozyatağı'nda uzun yıllar ziyaret yeri olmuş bir mezarda yatmaktadır.Asırlardan beri hazretin kabri ziyaret yeri olarak daha çok çocuk ve ev sahibi olmak isteyenler tarafından ziyaret edilmektedir.
Ali Çelebi Bin Hüseyin İznikî
Bu zat, çeşitli ilimlere vâkıf ve arif bir kimse idi.Şeyh Edebali Hazretleri'nin neslinden Vahyizâde'nin akrabalarındandır.III. Mehmed Han zamanında İstanbul'a gitti. Yazdığı değişik ilimlere dair eserleriyle alimler arasında "Müelljf-i Cedîd" (Yeni Yazar) ünvanı ile meşhur oldu. Özellikle kimyaya dair eserleriyle büyük bir ilgi toplamıştır.Bayramiyye tarikatı melamîlerinden İdrisi Muhtefî diye meşhur olmuş olan Turhallı Hoca Ali Rumî'den hilafet almıştır.1697 yılında vefat etti. İstanbul'da Eyüp Sultan yakınına defnedildi.
Ali Haydar Efendi Hazretleri
Ali Haydar Efendi, Batum'un Ahıska kazasında 1870 yılında dünyaya geldi. Babası Şerif Efendi'dir. İlk tahsilini memleketinde yapmış, daha sonra Erzurum'a gelerek, oradaki Bakırcı Medresesi'ne devam etmiştir. Sonra İstanbul'a giderek Fatih Camii'nde derslere katılmış, Bayezıd Dersiamlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Hamdi Efendi'den 1901 yılında icazet almıştır.Ali Haydar Efendi'nin derin bilgisi vardı. Di­nî ilimleri gereği gibi kavrayan bir zekaya sahipti. Dört mezhebin fıkhına vâkıf oluşu, herbirinden fetva verebilecek seviyede idi. Hitabeti de çok kuvvetli idi. Hitap ettiği cemaatı hemen tesir altına alırdı. Uğrunda hayatı boyunca mücadele verdiği en büyük amacı "Allah'ın indirdiği ile hükmetmek' idi. Hayatı boyunca maruz kaldığı bütün sıkıntılara göğüs germiştir. Ali Haydar Efendi, Tasavvuf ehli bir zat îdi. Zamanının yüksek seviyeli mürşidlerinden idi. Nakşibendiyye tariikatının Halidiyye koluna men­suptur. Tarikat silsilesinde, 35. halkayı temsil eden Bandırmalı Bezzaz Ali Efendi'den inabe alıp sülukünü tamamlamış ve hilafet almıştır.Ömrü dinî diri tutmaya çalışmakla geçmiştir.Kur'an-ı Kerim'i çok okurdu. Basit bir edebin bile terkine rıza göstermezdi. Nefse güvenmemeyi telkin ederdi. Onu mutmainne derecesine çıkarmak için zikir ehli olmak gerektiğini söylerdi. Her gün için 50 bin kelime-i tevhid okurdu.Dergahın bulunduğu evde, 1 Ağustos 1960 yılında ayetler okuyarak ve etrafında bulunanlara sohbetler ederek, tebessüm ederek dünyadan göçtü. Arkasında gözü yaşlı binlerce mürid bıraktı.
Ali Behçet Efendi Hazretleri
Anadolu'da yetişen velilerdendir. Konya ulemasından Ebubekir Efendi'nin oğludur.1727 yılında Konya'da doğdu. Babası ve dedesinin yanında küçük yaşlarında tahsile başladı. Derviş tabiatlı bir zat olan babası, Ali Behçet Efen­di'nin tahsil ve terbiyesi için özen ve itina gösterdi. Karamanlı Abdullah Efendi ve Abdüssamed Efendi'den icazet aldı.Sonra Afyonkarahisar'a gidip, orada bir der­gahta talebe yetiştirmeye ve taliplerini irşad etmeye çalışan Alaeddin Çelebi Hazretleri'nden ders aldı. Burada sülukünü tamamlayıp hilafet aldı ve kamil­lerden oldu. Bir süre Anadolu'yu dolaştıktan sonra tekrar Afyon'a döndü ve dedesinin yanında Mevleviyye tarikatına göre çileye başladı. Bu sırada tasavvuf yolunda büyük aşamalar kaydetti.Ali Behçet Efendi Hazretleri'ııin bir talebesi­ne yazdığı mektup şöyledir:
"Benim sevgili insaniyetli ve iyiliksever oğ­lum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk. Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız. Bir an Allah Teala'yı anmak, Süley­man Aleyhisselam'ın mülkünden daha iyidir. Bunu aklınızdan çıkarmayınız. Oğul! Her zaman talep edenlerden ol. Mübarek gecelerde Allah Teala'ya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isabetli olur. Zira Allah Teala kulunun yalvarmasını sever. Bu, Allah adamlarının yoludur."
Büyük oğlu yetişinceye kadar yerine halife olarak İbrahim Hayranî Hazretleri'ni vekil bıraktı.1822 yılında vefat etti. Cenazesi dergahın avlusunda defnedildi. Üzerine demirden kubbeli bir türbe yaptırıldı.
Ali Bin Şaban Aksarayî Hazretleri
Faziletli bir şeyhti.Hayatını İstanbul'da vaaz ve irşadla geçirdi.1699) yılında vefat etti.Topkapı dışında, Kadızâde Mehmed Efendi'nin kabri yakınlarında defnedildi.
Alaeddin Kostantinî Hazretleri
Alaeddin Ali b. Şeyh Muslihiddin Hazretleri, Yeniçerilikten ayrılıp Molla Ali Arabî Hazretleri'ne intisap ederek tasavvuf yoluna girmiş bir velidir.
1562 yılında vefat etmiştir.
Alaeddin Arabî Hazretleri
ALAEDDİN ARABÎ EFENDİ HAZRETLERİOsmanlı Devleti şeyhülislamlarından, fıkıh, tefsir ve hadis alimi, büyük bir veli idi. Adı Ali, lakabı Alaeddin'dir.Alaeddin Arabî Hazretleri, Fatih Sultan Mehmed'in son yıllarında 80 akçe maaş ile Sahn-ı Seman Medresesi'ne müderris tayin edildi. 1495 yılında Sultan II. Bayezıd Han kendisini şeyhülis­lamlık makamına getirdi. Bir yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra 1496 yılında vefat etti. Eyüp'te, İdris Köşkü üzerinde defnedildi.Oğullarından birisi anlatıyor:
"Alaeddin Arabî Hazretleri'nin bir torunu hastalanıp yatağa düşmüştü. Bu sıradaŞeyh Hazretleri çilehanede dünya nimetlerinden kesilmiş bir halde yalnız Rabbinidüşünüyordu. Hastanın babası çilehane kapısını çalıp, çocuğun ölüme yaklaştığınıhaber verdi ve hastanın yanına gelmesi için pek çok yalvardı. Sonunda onuçilehaneden çıkarıp ölüm döşeğinin yanına getirebildi.Alaeddin Arabî Hazretleri, ateşin tesiriyle rengi tamamen değişmiş olan hastanın yastığının dibinde bir süre oturup" murakabeye vardı. Sonra da şifa ayetlerini okuyup şifa diledi. Duası kabul oldu ve hasta o anda ayağa kalktı. Alaeddin Arabî Efendi çocuğun eline yapışıp, evden dışarı çıkardı. Çocuk hiç hastalanmamış gibi yürüyüp dedesinin vefatın­dan sona da uzun süre yaşadı."
Alaeddin Abizî Hazretleri
Bu zat, Sadreddin Kaşgarî Hazretleri'nin müridlerindendir. Kuhistan'daki Abiz köyünde dünyaya gelmiştir. Sadeddin Kaşgarî Hazretleri vefat edince Mevlana Cami Hazretleri'ne intisap etmiştir. Mevlana Cami onun tıynetini saf bir topra­ ğa benzeterek üstün kabiliyetini vurgulamıştır.Alaeddin Abizî Hazretleri, manevî yüksekliğini perdelemek için küçük çocukların terbiyesi ile meşgul olurdu.Ubeydullah Taşkendî Hecrî Hazretleri'ne ge­lince kendisine ne ile meşgul olduğunu sormuş: "Küçük çocuklara muallimlik yapıyorum" diyerek kendini küçültünce: "Bizi hor görme. Mek­tep hocalığı büyük bir iştir" demiştir. Cezbe ve vecd haline gelince sık sık nara atarmış. Bu yüzden hocasının, kendini kontrol edebilecek hale gelinceye kadar insanlardan uzak kalmasını, naralarıyla insan­ları rahatsız etmemesini söylediği nakledilir.Alaeddin Abizî Hazretleri vefatı yaklaşınca çevresindekilere öleceğini bildirerek, yatağa düşmüş ve beş ay hasta yattıktan sonra "Allah var" demiş, arkasından var kuvvetiyle "Allah" diye bağırmış, daha sonra "Hayali Rabbe değil, yar olan Allah'a tapın" diyerek ruhunu teslim etmiştir. 1487 yılında vefat eden Alaeddin Abizi Hazretleri'nin kabri, Sadeddin Kaşgarî Hazretleri'nin kabri yanındadır.Hikmetli sözlerinden: "Sünneti kendine farz edinmeyen her isteklide din eksiktir. Bazı sünnetler Allah'ın Rasulü'ne (s.a.v.) farz kılınmıştı. Bütün zahir ve bâtının safası Allah Rasulü'ne uymaya bağlıdır."
Akbaba Mehmed Efendi Hazretleri
İstanbul'un fethinde bulunmuş kutlu asker­lerden Akbaba Mehmed Efendi Hazretleri, bir Bektaşî babasıdır. Dervişler zümresindendir.
Fetihten hemen sonra, muhtemel devletçe kendisine bağışlanmış olan bu yerde kendi adı ile anılan bir tekke kurmuş ve bunun çevresinde de zamanla aynı isimde bir köy meydana gelmiştir.İstanbul ve çevresindeki diğer Bektaşî tekke­leri gibi Akbaba Tekkesi de 1826 yılında Yeniçeriliğin kaldırılışı sırasında kapatılarak mensupları sürgüne gönderilmiş ve daha sonra Nakşibendiyye'ye devredilmiştir.
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi
İstanbul'da bulunan büyük velilerdendir. Adı Ahmed b. Mustafa, künyesi Ziyaeddin olup, Gümüşhanevî diye şöhret bulmuştur.1810 yılında Gümüşhane'nin Emirler mahal­lesinde doğdu. 1893 yılında İstanbul'da vefat etti. Kabri Süleymaniye Camii avlusunda, Kanunî Sultan Süleyman Han türbesinin kıble tarafında olup, halen ziyaret edilmektedir.Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Beş yaşın­da iken Kur'an-ı Kerim'i hatmetti. Sekiz yaşında Delâil-i Hayrat'ı ve Hizb-i A'zam'ı okuyup bitirdi. Şeyh Salim Efendi, Şeyh Ömer el-Bağdâdı Efendi, Şeyh Ali el-Vefâî ve Şeyh Ali Efendi gibi büyük zatlardan ders alma fırsatı buldu.Bulunduğu dönemde faiz ve benzeri helal olmayan kazançlar meydana çıktığı için, "garaz-ı hasen'' ödünç para alıp verme sandıkları kurdu. Zamanımızdaki finans kurumlarının bir benzerini meydana getirdi. Bu sandıkların kazancından yok­sullara ve talebelere yardımlarda bulundu. Bir matbaa kurarak talebelere bedava kitap dağıttı. İstanbul, Rize, Bayburt ve Ofta onsekiz bin cilt eser, dört ayrı kütüphane kurularak Anadolu'da kültür merkezleri meydana getirildi.
Ahmed Ziyaeddin Efendi, son derece mutta­ki, son derece edepli, ibadete ve zikre çok düşkün kimse idi. Misafirsiz sofraya oturmak istemezdi. Çok cömertti. Dünya malına, mevkiine ve zevkine zerrece iltifat etmezdi.
Gümüşhanevî Hazretleri'nin çok tatlı soh­betleri olurdu. Bu sohbetlere zamanın padişahları Sultan Abdülmecid, Abdülaziz, II. Abdülhamid devam ederlerdi. Bilhassa II. Abdülhamid ile özel sohbetleri olurdu. Ziyaeddin Efendi, güz aylarında Beykoz'da bulunan Yûşâ tepesine çadır kurar, sohbetlerine bir müddet orada devam ederdi. Yine Beykoz'da kaldığı günlerden birinde bir Hıristiyan yanına gelerek: "Erendim! Gözlerim sizin gibisini görmedi. Ne zaman sizi görsem kalbim rahat eder, huzur bulurum. Başka yerde bu zevki tadamıyorum. Bu ne haldir, bu ne sırdır? Aklım bir türlü almıyor" dedi ve daha sonra o Hıristiyan hidayet nuruna kavuşup Müslüman oldu.
Feyzi zamanımızda da halen caridir.
Ahmed Ümidî Hazretleri
Bu zat, Celvetiyye tarikatı şeyhlerindendir. İstanbul'da tahsilini tamamladıktan sonra Fatih Camii'nde vaazlar verdi ve Küçük Ayasofya Camii yakınındaki Husrevağa zaviyesinde şeyhlik yaptı.
Miladî 1694 yılında vefat etmiş ve Fatih'te, Çırçır Mescidi yanındaki Çiviciler Sokağında, babası İsmail Efendi'nin yanına defnedilmiştir.
Link | 0 ek bilgi
Ahmed Raufî Efendi Hazretleri
Halvetiyye tarikatı büyüklerindendir. l653'de İstanbul'da doğdu.Allah Rasulü (s.a.v.)'nün soyundandır (seyyiddir).Zamanın alimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil ettikten sonra Üsküdar Kapıağası Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Bir gün sonra kalbine bir mürşid-i kamile bağlanma arzusu düştü. Selamsız semtindeki bir dergahın şeyhi olan Ali Efendi'ye intisap etti. Sülukünü tamamladıktan sonra Doğancılar'daki evinde irşad faaliyetlerini sürdürdü.
Ahmed bin Molla Hamza Hazretleri
Arap Çelebi diye meşhurdur. Lakabı Şemsüddin'dir. Küçük yaşlardan itibaren tahsiline başladı. Efdalzâde'nin oğlu Musa Çelebi, Semaniyye Medresesi müderrisi iken, onun hizmetine girdi ve kemâlât kazandı. Sultan Bayezid devrinde Mısır'a gitti, devrinin hadis alimlerinden önemli hadis kitaplarını okudu ve icazet aldı. Orada bir çok alimden yararlandıktan sonra Anadolu'ya döndü. Vezir Kasım Paşa'nın Eyüp semtinde yaptırdığı medreseye müderris oldu.
Ömrünün sonuna kadar vaktini ilim öğrenme, öğretme, ibadet ve taatle geçirdi. İlmiyle âmil, faziletli, dünyaya rağbet etmeyen, zâhid, vakarlı bir alim ve derviş idi.
1543 yılında İstanbul'da vefat etti ve Eyüp'te kendi yaptırdığı mescidin yanına defnedildi.
Ahmed Devrâni Hazretleri
Bu zatın onuncu yüzyılda yaşadığı anlaşıl­maktadır. Rivayete göre Bizans ordusunda bir kumandan imiş. Adı da Ahmed Tatar imiş.984 yılında Malatya civarında, Emeviler'le Bizanslılar arasında yapılan bir savaşta, Seyyid Battal Gazi ile karşılaşmış, sonra da dost olmuşlar, bir süre sonra da Müslüman olmuş ve Ahmed adını almıştır. Sonraları Battal Gazi ile birlikte birçok savaşa katılmış, İstanbul kuşatmalarından birinde şehit düşmüş ve şehit olduğu yerde defnolunmuştur.
Bir gece Sultan Abdülmecid Han, rüyasında Ahmed Turanî Hazretleri'ni görmüş, "Sultanım! Yıllardan beri burada sıkılıyorum. Kurtar beni" demesi üzerine, Dolmabahçe Sarayı'nın Camlı Köşkü karşısındaki Vişneli Tekke Sokağı'ndaki türbesi yaptırılmıştır.
Ahmed Gavs Dede Hazretleri
Gelibolu Yazıcızâdeler ailesindendir.Tahsil ve sülukünü tamamladıktan sonra Galata Mevlevihahesi şeyhliğini üstlenmiştir. Nâyî Osman Dede'nin kayınpederidir.Hicri 1109 yılında vefat etmiştir. Arifane şiirlerini içeren bir tertip edilmiş divanı vardır.
Ahmet Çâlâk Efendi Hazretleri
Çâlâk lakabı, zamanla halk arasında ve ağız­larında Çaylak şekline girerek Çaylak Ahmed Efendi diye meşhur olmuş bir zattır.1680 yılında Çağaloğlu Sarayı civarındaki Çâlâk Tekkesi şeyhliğine getirilmiş ye vefatına kadar bu görevi yürütmüştür. Tarikat olarak Halvetiyye'ye mensuptur. Vefatından sonra yerine oğlu Çâlâkzâde Şeyh. Mustafa Efendi geçmiştir.
Ahmed Efendi aynı zamanda musikişinas ve beste­kâr idi.
Ahmed Amiş Efendi Hazretleri
Fatih Sultan Mehmed Han türbedarlarından ve Şa'baniyye tarikatının son devir şeyhlerindendir. 1807 yılında Tuna vilayetine bağlı Tırnova'da dünyaya geldi.Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Haz­retlerinden Nakşibendiyye icazeti alan Ahmed Anı iş Efendi Hazretleri, tasavvufta mücadele değil, sohbet yolunu seçti. Kendisine tabi olanlardan İslamiyetin emirlerine uyup yasaklarından kaçındıktan sonra, sadece sohbet ve muhabbet yolunu seçmelerini istedi. Çile ve riyazat yolunu tercih etmedi.
Müntesiplerine şu tavsiyelerde bulundu:
"İstiğfar edin. salavat okuyun. Kur'an-ı Ke­rim okuyun. Her şeyi Kur'an'dabulursunuz."
Ömrünün sonuna kadar, mensup olduğu Şa'baniyye yolunun şeyhliğini ve Fatih Sultan Mehmed Han'ın türbedarlığını yürüten Ahmed Amiş Efendi'nin yakınları arasında, Bursalı Mehmed Tâhiri Efendi, Müderris Babanzâde Ahmed Naim Bey, Ahmed Avni Konuk, Hüseyin Avni Konukman, İsmail Fennî Ertuğrul, Abdülaziz Mecdî Tolon Efendi gibi kimseler yer aldı.113 yaşında iken Damadı Ahmed Naim Bey'in İstanbul-Şehzadebaşı'ındaki evinde 1920 yılında vefat etti. Kabri Fatih Camii yanındaki kabristandadır.
Ahıskalı Abdullah Efendi
Anadolu velilerindendir. 1733 yı­lında Ahıska'nın Özgün nahiyesine bağlı Urpala köyünde doğdu. Ahıskalı Abdullah Efendi, 1813 yı­lında Üsküdar'da vefat etti. Karacaahmet mezarlı­ğının Söğütlüçeşıne tarafında medfundur.Çocukluğunda, alim bir zat olan babasıyla Şam'a gitti. İlim tahsiline orada başladı. Daha sonra yine babasıyla memleketine döndü. Babasının vefatından sonra tahsil için Kars'a geldi. O sırada Kars'ta bulunan İsmail b. Muhammed Berküşâdî'den tahsilini tamamlayıp icazet aldı. Oradan Erzurum'a geçti. Yörenin ilim ve irfan sahipleriyle uzun süre görüşüp tanıştıktan sonra Diyarbakır'a geçti. Burada tahsilini daha da ilerlet­me imkanı buldu.
Ahıskalı Abdullah Efendi Hazretleri'nin irşa­dı, daha çok ilim yayma ve öğretme şeklinde geç­miştir.
Adlî Hasan Efendi Hazretleri
Adlî Hasan Efendi Hazretleri, Sümbüliyye ta­rikatı şeyhlerindendir.
Sülukunu tamamladıktan sonra Sümbülî dergahı şeyhliğini yaptı.
1617 yılında vefat etti. Kabri adı geçen dergahtadır.
Abdurrahman Sâmi Niyazi Efendi
Anadolu'nun manevî zenginliğini oluşturan Allah dostlarındandır.Manisa ilinin Saruhanlı ilçesindendir. 1878 yılında doğdu. Babası, Harameyn valilerinden Asım Efendi'dır. Tahsiline memleketinde başladı. Daha sonra İstanbul'a gelip orada devam etti. Bu arada devrin mürşidlerinden yararlanıp icazet aldı.Bir Ramazan gecesi rüyasında Peygamber Efendimiz'i gördü. Peygamber Efendimiz, yanında bulunan zatı göstererek: "Ey Sâmî! Bu senin mürşi­dindir. Sen vapura bin ve denize açıl. Vapur hangi iskelede durursa orada in. Hocanı orada bulacaksın" buyurdu. Uyanır uyanmaz sabah namazını kıldı. Doğruca iskeleye gidip hareket etmek üzere olan bir gemiye bilet aldı. Gemi çok geçmeden Marmara Denizi'ne açıldı. Çanakkale önlerine vardığında, kaptan geminin arıza yaptığını, yolcuların burada inmesi gerektiğini bildirdi. Abdurrahman Şâmî Efendi de burada gemiden indi. İskelede kendisini nur yüzlü bir zat karşıladı. Bu zat:"Sâmî Efendi, oğlum, hoş geldin" dedi. Sâmî Efendi olanlara şaşırarak: "Bu zat benim adımı nereden biliyor?" diye aklından geçirdi. O zat: "Geçen gece Peygamber Efendimiz sana ne emir buyurdular?" dedi. Sâmî Efendi hemen toparla­narak o zatın elini öptü ve hemen kendisine bağlan­dı. Bu zat Ahmed Şücâeddin Uşşâkî Hazretleri idi. Çok geçmeden hizmetlerinde ilerleyip bu zatta sülukunu tamamladı ve hilafet aldı. Bundan sonra mürşidi tarafından tekrar İstanbul'a gönderildi. Kasımpaşa'daki Yahya Efendi dergahında postnişin oldu. Bir taraftan dergahta talebelerine ders verip irşad faaliyetlerinde bulunurken bir yandan da muhtelif camilerde verdiği vaazlarına devam etti.Abdurrahman Sâmî Efendi Hazretleri 1935 yılında 57 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.
Abdurrahman Nesib Efendi
Rufaiyye tarikatının Gülşenî koluna mensup velilerdendir. Son devir Osmanlı Şeyhülislamları arasında da yer almıştır.1842 yılında Üsküp'te doğdu. 1914 yılında İstanbul'da vefat etti.Zahir ve bâtın ilimlerini bölgesinde genç yaşta tamamladı. Bu sırada Rufaiye tarikatı şeyhlerinden Liphovalı Şeyh Muhammed Resmî Hazretleri'nin derslerine devam etti. Aynı tarikatın Gülşeniyye koluna mensup, meşhur velilerden Edirneli Şerefüddin Şuayb Efendi'ye bağlanarak onun sohbetlerine devam etti. Kendisinden sülukunu tamamlayıp hilafet aldı.1863 yılında İstanbul'a gelerek Fatih dersi-amlarından Mustafa Şevket Efendi'nin derslerini takip etti. Daha sonra muhtelif memuriyet ve hoca­lıktan sonra 11 Mart 1914 yılında 72 yaşında vefat etti. Kabri, Bakırköy mezarlığındadır.O her yerde örnek bir Müslüman olarak ça­lışmış, insanlara faydalı olmak için elinden geleni yerine getirmiştir. Muhyiddin bin Arabî Hazretleri'ni çok seven Abdurrahman Nesib Efendi, ondan derledikleri tercümelerini Müntehebât olarak neşretmiştir.
Abdurrahman Nesib Dede
Celvetiyye tarikatının önde gelen şeyhlerindendir.
İstanbul Üsküdar'da dünyaya geldi. Yine Üsküdar'da bulunan Aziz Mahmud Hüdayi dergahı şeyhi olan babasının yanında yetişti. Babasının adı Mehmed Şehabeddin'dir.
Celvetiyye tarikatında sülukünü tamamla­dıktan sonra, Ayasofya Camii yakınlarındaki Erdebil tekkesi şeyhi oldu. Babasının 1818'de vefatı üzerine Aziz Mahmud Hüdayi dergahı şeyhliğine getirildi. 1827 yılında Ordu vaizliğine tayin edildi. 1842 yılında vefat etti. Aziz Mahmud Hüdayi dergahı yanına defnedildi. Kendisinden sonra yerine oğlu Ruşen Efendi geçti.
Abdurrahman-ı Harputî Hazretleri
Anadolu erenlerinden olan Abdurrahman Harpûtî Hazretleri, Sivrice ilçesinin Çöke köyünde 1756 yılında dünyaya geldi. Küçük yaşlarında Elazığ medresesin­de tahsile başladı. Sonra tahsil hayatına Diyarba­kır'da devam etti.
Abdurrahman Harpûtî'nin tahsil hayatı parlak gitmiyordu. Başarısızlıklarından dolayı arkadaşları onunla alay etmeye başladılar. Bunu gören hocası daha fazla rencide olmaması için kendisini çağırdı ve: "Şimdiye kadar okudukların ve öğrendiğin bilgiler senin için yeterlidir. Köylerde çok rahat imamlık yapabilirsin. Var git oralarda kısmetini ara" dedi. O da bunun üzerine medrese tahsilini bırakarak şehirden ayrıldı. Yolculuk sırasında bir hanın önün­den akmakta olan bir çayın kenarında oturup düşü­nürken, çayın içerisindeki taşların, suyun şiddetli akıntısından yusyuvarlak olduklarını ve pırıl pırıl parladıklarını gören genç Abdurrahman Harpûtî Hazretleri, üzüntülü ve kırık bir kalple:
"Allahım! Beni sen yarattın. Bu dersleri anlavamamam da senin kudretin iledir.Senin emrinde akan sular, şu taşları nasıl yusyuvarlak yapıyor ve parlatıyorsa,sen de benim zihnime kuvvet ihsan eyle de rızana kavuşturacak ilim deryasındanbiraz nasip alayım."
Abdurrahman kalkıp Diyarbakır'a geldi ve ayrıldığı medreseye tekrar döndü. Hocası ve talebeler ondaki fevkaladeliği görmekte gecikmediler. Kısa zamanda istenilen bilgileri elde eden Abdurrahman, medreseyi o dönem birincilikle bitirdi ve hocası onu İstanbul'a gönderdi.Namaz için Ayasofya Camii'ne gittiğinde cami duvarında asılı bir levhada bir ibare gördü. İbarede: "Bu levhadaki ibareyi kim doğru olarak hallederse, ödüllendirilecektir" yazıyordu. Hemen bir kağıt parçasına, ibareyi bütün kaideleri ile çözen Abdurrahman Harpûtî, kağıdın altına: "Daha başka manaların da mevcut olduğu i-bareden anlaşılmakta ise de, kağıdım olmadığı için bu kadarı ile iktifa olunmuştur" diye bir şerh koya­rak adını ve adresini kağıdın altına yazdı ve cevap kutusuna bıraktı.
Ertesi günü cevaplar çıkarılıp tahlil ve tetkik edildiğinde Abdurrahman Harpûtî'nin verdiği cevap fevkalade bulundu. Durum devrin padişahı Sultan İkinci Mahmud'a arzedildi. İrade üzere ikramda bulunulup hilat giydirildikten sonra Padişah'ın huzuruna çıkarıldı. Padişah: "Siz benim hocamsınız" diverek yanına oturttu ve büyük iltifatta bulundu. Abdurrahman Harpûtî Hazretleri, 1851 yılında Üsküdar'daki evinde vefat etti. Karacaahmet Mezarlığı'ndaki türbesine defne­dildi.
Abdülmecid Sivasî Efendi Hazretleri
Halvetî şeyhlerinin en büyüklerindendir. Pek çok eserlerde adı, İstanbul evliyaları arasında geçer. Künyesi, Ebü'l-Hayr, lakabı Necmüddin, şöhreti Sivasî, mahlası Şeyhî'dir.
1567 yılında Zile'de doğdu. İlk öğrenimini babasından aldı. Yedi yaşında hafız-ı Kur'an oldu. Sonra amcası Şemseddin Sivâsî Hazretleri'nden fıkıh, tefsir, hadis gibi yüksek ilimler öğrendi. Devrin din bilginleri, onun yeteneklerine, zekasına büyük hayranlık duydular.
Abdülmecid Siyâsî Efendi, Sultanahmet Camii'nin "Temel Şeyhi" olduğu için, camiye temel atılırken de dua etmiştir.
Şeyh Sivâsî Efendi Hazretleri, 1639 yılında, yetmiş iki yaşında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Eyüp Nişancası'ndaki kabristanda yatan Şeyh Abdül Ehadü'n Nuri Efendi'nin kabri yakınındaki türbede gömülüdür.
Şeyh Abdülmecid Sivâsî Efendi Hazretleri, devlet düzeninin korunması taraftarıydı. Bu bakım­dan, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Uzun Bölükbaşı ve Kara Yazıcı İsyanları'nı yapanları kınadı ve ayaklananların bastırılması için elinden geleni yaptı. IV. Murad'a Bağdad'ı fethedeceğini müjdelemiş ve sefere çıkmasını teklif etmiştir. Padişah sefere çıkarken de Hazreti Ömer'in (r.a.) kılıcını Sultan'ın beline o takmıştır.
Abdullah Hasib Yardımcı Efendi
Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Hazretleri'nin halifelerinden olan Mustafa Feyzi Efendi'nin halifesidir. Adı, Abdullah Hasib olup, soyadı Yardımcı'dır.1863 yılında Serez'de doğdu. 1949 yılında İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanında bulunmaktadır.Abdullah Hasib Efendi Hazretleri, uzun boylu, beyaz sakallı, nur yüzlü, çok yumuşak huylu bir kimse idi. Peygamber Efendimiz'e karşı çok büyük sevgisi olup, hutbelerinde Peygamber Efen-dimiz'den bahsederken her "Efdâlü'l Beşer" deyi­şinde gözyaşlarını tutamazlardı.
Abdülhay Efendi Hazretleri
İstanbul'da, Beşiktaş'tan Ortaköy'e giderken, Çırağan sırtlarında bulunan Yahya Efendi Dergahı'nın son şeyhidir.1884 yılında doğdu. Annesi Zeynep Hanım tarafından tahsiline itina gösterildi. Zamanın gereği olan ilimleri tahsil etti. On sekiz yaşında babasının tamir ettirdiği Ümmü Gülsüm Camii'ne imam oldu. Kendisi aslen Kadiri, meşrep olarak da Nakşibendî idi. Son Nakşî şeyhlerinden Gümüşhanevî Dergahı şeyhi İsmail Necati Efendi'den sülukünü tamamla­yıp icazet aldı. Bir aralık Çiçekçi Camii imam hatipliği yaptı. Daha sonra Yahya Efendi Dergahı'na yerleşerek oranın şeyhliğini yürüttü. Bir yandan da Baytara mektebinde ayniyat muhasipliği yaptı. Sonra bu görevden emekli oldu. Soyadı kanunundan sonra Öztoprak soyadını aldı.1961 yılında İstanbul'da vefat etti. Yahya Efendi Dergahı mezarlığına defnedildi. Cömert ve misafirperver olup, sofrasına bir fakir almadan oturmazdı.
Abdülkerim Kâdirî Hazretleri
Kanuni Sultan Süleyman Han devrinde yaşamış alim ve velilerden biridir.Aslen Kirmasti (Mustafakemalpaşa) doğumludur.1544 yılında vefat etmiş, Kirmasti (Mustafakemalpaşa) ilçesinde, cami zaviyesinin yanına defnedilimiştir.Bilgi seviyesi yüksek, ibadetlere düşkün, tak­va sahibi bir zat idi. Taşköprüzâde onun hakkında şöyle demektedir:
"Bir gün Şeyh Abdülkerim Kâdirî'ye unutkanlığımdan şikayet ettim. Bana, unutkanlığımın gitmesi ve hafızamın kuvvetlenmesi için dua etti. O zatın duası bereketiyle, o halden kurtuldum. Unutkanlığım kaybolup gitti."
Abdülfettah Akrî Efendi
Büyük veli, doğru yolu göstericilerin önderlerindendir. İrşada ehil olduğu gibi, fıkıh sahasında da derin ilmi vardır. Halid-i Bağdadî Hazretleri'nin talebelerinin seçilmişlerindendır. Mürşidinin her zaman yanında bulunur, ondan hiç ayrılmazdı. Haram ve şüphelilerden sakınan, güzel ahlaklı, ilmi ile amel eden ve insanları doğru yola davet eden örnek bir insandı.Meşakkate çok katlanırdı. Hocası, en uzakta bulunan talebelerine ve en zor yerlere onu gönderir­di. Gittiği bütün yerlere yaya gidip gelirdi. Genç yaşta hilafet alıp, hocalarının emirleri ile halka doğru yolu göstermek için İstanbul'a geldi. Halid-i Bağdadî Hazretleri'nin ilminin derinliği, evliyalığı­nın üstünlüğü dünyanın her tarafında biliniyordu. İstanbul halkı da ondan yararlanmayı çok istediğin­den, yüksek dereceli halifesi Abdülfettah-ı Akrî Hazretleri'ne koştular Çünkü bütün isteklilerin Bağdat'a kadar gitmesi mümkün değildi.Hocası Halid-i Bağdadî Hazretleri'nin vefa­tından otuz dokuz yıl sonra, sıkıntılarla dolu olan dünyadan 1865 yılında ebedi âleme göç etti. Kabri, Nuhkuyusu'nda, Zeynep Kamil Hastanesi'ne yüz elli metre kadar ileride, Bağlarbaşı'na doğrudur. Selimiye-Bağlarbaşı caddelerinin kesiştiği köşedeki, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey'in kabristanındadır.
Abdi Dede Abdullah Efendi
Allah dostlarından bir zattır.
Evliya Çelebi'nin "İstanbul Evliyaları" arasında saydığı onyedinci yüzyıl Mevlevî şeyhlerindendir. Kasımpa­şa Meylevihanesi'nin de kurucusu olan Abdi Dede, tekkesine ilk defa gelen kimselere adı ile seslenerek: "Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz" dermiş.
Evliya Çelebi, Abdi Dede Hazretleri'nden şöyle söz etmektedir:
"IV. Murad Bursa gezisinden sonra İstanbul'a dönerken, Bozburun taraflarındaşiddetli fırtınaya tutulurlar. Bindiği gemi batmak tehlikesi ile karşıkarşıyadır. Tam bu sırada Abdi Dede geminin baş tarafında belirir. Elinde birbahçe küreği vardır. Bu küreği denizin kabaran dalgalarına vurarak: ''Üskün bihakkıl melik.il kuddûs" (Melik ve Kuddüs olan Allah hakkı için sakinleş) diyesöyle­nir. Azgın deniz birden durgunlaşır, adeta süt limana döner."
Kabri, Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin kabristanındadır.
Abdülaziz Bekkine Hazretleri
Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Haz-retleri'nin halifelerinden Mustafa Feyzi Efendi'nin talebesidir.
1895 yılında İstanbul'da doğdu.
Konuşmaları kısa. anlamlı ve özlü idi. Bir ge­ce sohbetinde talebelerine şöyle dedi: "Bir gün gelir, danışacak hocalarınız da bu­lunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda araya­cağınız vasıf nedir?"
Orada bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevaplan yeterli bulmayan Abdülaziz Bekkine Hazretleri şöyle dedi:
"O kimsenin sabrını kontrol ederseniz. İn­sanlarda riyanın karışmayacağı,anlaşılabilir tek vasıf sabırdır. Sabır, musibet geldiği an, hiç şikayetedilmeden sineye çekebilme halidir. Şayet o kimse ilk anda feveran eder de sonrasineye çekerse, ona sabırlı değil, tahammüllü insan denir."
Abdülaziz Bekkine Hazretleri iki defa hacca aitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra hastalandı. 1952 yılında, 57 yaşında iken İstanbul'da vefat etti. Edirnekapı Sakızağacı Kabristanı'na defnedildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder