Gaziantep'in kültürel hazineleri
Gaziantep'te Paleolitik, Neolotik, Kalkolitik, Tunç çağlarına, Hitit, Med Asur Pers İskender Selefkosler Roma, Bizans, Abbasiler ve Selçuklular’a ait eserler bulunuyor. Hitit döneminden itibaren Gaziantep önemli bir dini merkez olmuş. Hitit baş tanrısı Teşup’un kutsal şehri olarak bilinen Dolichenos (Gaziantep) aynı özelliğini Grek, Roma döneminde de korumuş.
Gaziantep kültürel zenginliği kadar doğal güzellikleri, coğrafyası, zengin mutfağı ve alışveriş imkanları ile tam bir turizm cenneti.
Ayıntap olarak bilinen eski kent, bugünkü Gaziantep'in 12 km. kuzeybatısında Dülük Köyü ile Karahöyük Köyü arasında yer alıyor. Yapılan arkeolojik araştırmalarda taş, kalkolitik ve bakır dönemlerine ait kalıntılara rastlanmış olması yörenin Anadolu'nun ilk yerleşim alanlarından birisi olduğunu gösteriyor.
Adıyla anılan Antep fıstığının yanı sıra bu yöre mutfak sanatının da ustalarından. Yöreye özgü baklava ve lahmacun tipik Antep spesiyaliteleri. Ayrıca Antepli ustaların ürettiği bakır işlerini, sedef işlemeli mobilyaları mutlaka görmenizi öneririz.
Kilis
Suriye sınırına yakın yerde, Gaziantep yolu üzerinde bulunan Kilis, Asurluların arşivine göre “Kilizi” olarak biliniyordu. Kilis, pamuk ve ipek dokumacılığı için olduğu kadar deri ürünleri bakımından da önemli. Her taraf üzüm bağları ve zeytinliklerle donanmış. Canbolat Bey kompleksi, eski hamamlar ve bir zamanlar tekke olarak kullanılan merkez görülmeye değer önemli yerlerden. Kilis - Gaziantep arasında Ravanda Kalesi’nin de dahil olduğu birçok tarihi eser mevcut. 5 km. kuzeydoğudaki Kuzeyne Kasabası, kalesi ve mozaikleri ile bir açık hava müzesi gibi. Burayı ilginç kılan özellik, Hitit, Roma, Bizans ve İslam dönemlerine ait kalıntıların aynı yerde bulunması. Kilis’in 20 km. doğusunda Korus kasabasında eski bir Roma merkezi yer alıyor. Bir kale, bir tapınak ve bir tiyatro kalıntıları ziyarete açık.
Yesemek Açıkhava Müzesi
Yaklaşık 100 dönümlük alanı kaplayan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi’nin nasıl işletildiği, bu çalışmalarda hangi teknik ve malzemelerin kullanıldığının açıklandığı Yesemek Açıkhava Müzesi, dünyanın ilk heykel atölyelerinden. Bütün evrelere ait yontu taslaklarını bugün Açık Hava Müzesinde görmek mümkün. Yesemek Açık Hava Müzesinde 300'ün üzerinde yontu taslağı sergileniyor. Koleksiyon; sfenskler, aslanlar, dağ tanrıları, savaş arabaları, karışık yaratıklar ve çeşitli mimari parçalardan oluşuyor.
Dülük Antik Kenti
Dülük antik kenti Gaziantep kent merkezinin 10 km. kuzeyinde bugünkü Dülük köyünde, tarihi İpek Yolu'nun üzerinde yer alıyor. Antik kentte bulunan Şarklı Mağara’da M.Ö. 6 bin yıllarında insanların yaşadığına dair taştan yapılmış aletler bulunmuş.Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup'un dini merkezi olarak tanınıyor. Dülük köyünün çevresinde birçok kaya mezarları ve kaya kiliseleri mevcut.
Karkamış Harabeleri
Gaziantep’e 75 km. uzaklıkta, Mezopotamya havzasının orta bölümünde yer alan Karkamış, antik çağda doğunun önemli bir sanat ve kültür merkeziymiş. Gılgamış destanında, Geç Hitit döneminde antik şehrin ortostatları üzerinde kurulduğu tasvir edilen yörede, bugün iç ve dış şehir surları, tapınaklar ve ev kalıntıları göze çarpıyor. Karkamış harabeleri halen Suriye-Türkiye sınırının sıfır noktasında yer alıyor. Ayrıca Karkamış’da 10'a yakın höyük bulunuyor.
Gaziantep Kalesi
Gaziantep Kalesi, Türkiye'de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden biri. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı, zaman içerisinde genişletildiği ve bugünkü biçimini Bizans İmparatoru Justinianus döneminde M.S. 6. yüzyılda aldığı yolunda bilgiler var. Kalenin üzerinde hamam kalıntıları, sarnıçlar, mescit ve çeşitli yapı kalıntıları bulunuyor.
Rumkale-Hromgla
Rumkale-Hromgla bir kale şehir. Gaziantep’in 25 km. doğusunda, Fırat Nehri ile Merzimen çayının birleştiği noktada sarp kayalıkların üzerinde yükseliyor. Stratejik konumundan dolayı Asur çağından beri yerleşime açık olduğu, hatta burasının Asur Kralı III. Salmanassar tarafından M.Ö. 855'de ele geçirildiği sanılıyor. Fırat ve Merzimen'in kıyısından itibaren yükselen eteklerde bir dış sur ve kompleks odalardan oluşan bir kapı geçidi ile Kale-Şehre giriliyor. Ayaktaki mimari kalıntılar ise, Geç Roma ve Ortaçağ karakteri taşıyor. En ilginç kalıntı, geniş ve silindirik bir havalandırma kuyusu ile bu kuyunun kenarından helezonik bir yolla aşağı inen ve Fırat seviyesinin altına kadar giderek su ihtiyacını karşılayan su arkı.
11. yüzyılda Urfa Haçlı Kontluğu döneminde Hromgla’nın önemli bir merkez olduğu ve hâvarilerden Yohannes'in, burada bir süre inzivaya çekilerek İncil'in müsveddelerini kopya ettiği ve sakladığı, daha sonra bulunan kopyaların Beyrut'a kaçırıldığı sanılıyor.
Ortaçağ'da Ermeniler’in Hromkla, Süryaniler’in ise Kala-Rhomata ismiyle andıkları kale-kent, 12. yüzyıl sonlarında Memluklar’ın eline geçmiş ve Kal-at el Müslimin adını almış. Merc-i Dabık savaşından sonra Osmanlılar'ın eline geçen Rumkale, Halep eyaletinin Birecik Sancağına bağlı bir kaza haline getirilmiş.
Rumkale'de halen Türk-İslam dönemine ait bazı yapılar ile harap vaziyette bir de mescit bulunuyor. İlk yapımından itibaren Fırat boyunun güvenliği için kullanıldığına şüphe olmayan kalede sivil öğelerden çok askeri karakter hissediliyor.
Fırat Vadisi
Samsat ile Rumkale arasındaki Fırat Vadisi, ilk kullanımının prehistorik dönemde olduğu şüphe götürmeyen mağaralarla dolu. Zaman zaman bir koridor izlenimi veren dik yamaçlardaki mağaralar ise, Roma döneminde mezar odaları olarak kayaya oyulmuş olan mekanlar. Bunların birçoğu daha sonradan, özellikle de Haçlı seferleri sırasında Fırat boylarının korunması için araları açılıp geçitlerle yatay ve merdivenlerle dikey olarak birleştirilip savunma sığınakları haline getirilmiş.
Zeugma
Zeugma, yakında sular altında kalacak. Binlerce yıllık medeniyet izlerini sulara teslim etmemek için, arkeolojik kazılar hızla devam ediyor. M.S. 2. yüzyılda en görkemli günlerini yaşayan Zeugma, Roma İmparatorluğu'nun en büyük dört kentinden biriydi. IV.Lejyon bölgesi karargahının burada bulunması nedeniyle yüksek rütbeli subayların ikamet ettiği, stratejik avantajları nedeniyle zengin tüccarların yaşadığı Zeugma gerçekten de önemli bir kent. Ne var ki daha sonraları savaşlar ve doğal afetlerle bu görkemli kent yok oldu ve kalıntıları da toprak altında kaldı.
Fırat kıyısında yer alan Zeugma antik kenti GAP projesi kapsamındaki Birecik Baraj Gölü’nün suları altında kalacak. Binlerce yıllık medeniyet izlerini, sulara terk etmemek ve gün ışığına çıkarmak için kazı çalışmaları var gücüyle devam ediyor. Kazı ve kurtarma çalışmaları sırasında ulaşılan her bilgi, her buluntu Zeugma Antik Kenti’nin yeryüzü kültür zenginliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu gözler önüne seriyor.
Gaziantep, Nizip İlçesi'nin 10 km. doğusundaki Belkıs Köyü'nde, Fırat Irmağı kıyısında, Zeugma Antik Kenti bulunuyor. Tarih öncesi çağlardan beri kesintisiz yerleşime sahne olan bu antik kent, Fırat Irmağı'nın en kolay geçit verdiği iki noktadan birisinde yer alıyor. Zaten "Zeugma" adı da "köprübaşı" veya "geçit yeri" anlamını taşıyor. Günümüzde kentin üzeri 3-4 metrelik toprakla kaplı. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan antik kentin 1/3'ü, su tutulması nedeniyle Birecik Barajı göl alanı altında kalacak...
Tarihi
Kent, Helenistik dönemin önemli bir ticaret merkezi olarak tanınıyor. Bölgenin Roma İmparatorluğu egemenliğine girmesinden sonra, buraya "IV. Lejyon" olarak adlandırılan askeri garnizonun yerleşmesi ile kentin önemi artmış. Antakya'dan Çin'e uzanan ipek yolunun Zeugma'dan geçmesi, Samsat'dan ırmak yoluyla ticaret yapılması, IV. Garnizon’un burada konuşlandırılması sonucunda, tüccarların kente yerleştiği ve Fırat manzaralı teraslara villalarını yapmış oldukları anlaşılmış. 80 bin kişilik nüfusa ulaşan Zeugma dünyanın en büyük kentlerinden biri haline gelmiş. Kentteki Akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı yapılmış. Bu tapınak halen toprak altında. Zeugma Antik Kenti kendi şehir sikkesini de basmış Roma kentlerinden biri. Sikkeler üzerine bir tarafına Thyke tapınağı, diğer tarafına da güçlülüğü simgeleyen Roma Kartalı motifi basılmış. Kentte, gelişmiş bir sınır ticareti ve buna bağlı olarak büyük bir gümrük olduğu düşünülüyor. İskeleüstü olarak adlandırılan tepedeki arşiv odasında 65.000 adet mühür baskısının ele geçmiş olması, bu kanıyı güçlendiriyor. Papirüs, parşömen, para torbaları ve gümrük balyalarını mühürlemede kullanılan bu mühür baskıları, Zeugma'da, hem güçlü bir haberleşme ağının, hem de gelişmiş bir ticaretin varlığını gösteriyor.
Büyük İskender'in generallerinden Seleukeia Nikator I, M.Ö. 300'de Belkıs/Zeugma'nın ilk yerleşimi olan "Seleukeia Euphrates" ( Fırat’ın Silifkesi ) kentini kurmuş. Antik çağın önemli gezgin/tarihçilerinden biri olan Amasyalı Strabon’dan, burasının Kommagene'nin dört önemli kentinden biri olduğunu ve burada ticaret yapıldığını öğreniyoruz. Kent, M.Ö. 64'de Roma İmparatorluğu'nun topraklarına katılmış ve adı "geçit", "köprü" anlamına gelen Zeugma biçiminde değiştirilmiş. M.S. 256'da Sasani kralı Şapur, Belkıs/Zeugma'yı ele geçirerek, kentte önemli tahribat yaratmış. Bu tarihten itibaren Zeugma bir daha kendini toparlayamamış, Roma dönemindeki görkemine ulaşamamış. Bölge ile birlikte kentte, M.S. 4. yüzyılda, Geç Roma, M.S. 5-6 yüzyıllarda ise Erken Bizans egemenliği hakim.
Posseidon, Oceanus ve Tethys Mozaiği
Havuz zemini veya yemek odası tabanı olduğu tahmin edilen bu mozaikte denizlerin en önemli tanrıları tasvir edilmiş. En üstte Hippocam adı verilen ön tarafı at, arkası balık olan yaratığın üzerinde Posseidon görülmekte. Posseidon'un elinde üç dişli dirgen bulunuyor. Mozaiğin alt kısmında ise yine bir diğer deniz tanrısı Oceanos ve denizlerde dişiliği sembolize eden Tethys resmedilmiş. Mozaiğin diğer alanları çeşitli deniz yaratıkları ile süslenmiş.
Zeugma’nın Heykeltıraşlık Ekolu
Belkıs/Zeugma'yı Anadolu'daki pek çok antik kent içinde ön plana çıkaran birçok özellik bulunuyor. Bu özelliklerden birisi kendine has özellikler taşıyan heykeltıraşlık ekolüdür. Belkıs/Zeugma'da ele geçirilen heykeller, kabartmalar ve mezar stillerinde kendini gösteren bu ekole ait pek çok örneği Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli müzelerinde görmek mümkün.
Mozaikler Kenti Zeugma
Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma Villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaiklerdir. Benzerleri Türkiye sınırları içerisinde sadece Ephesus (Efes) antik kentinde görülen bu yamaç villaları arkeolojik açıdan büyük önem taşıyor. Sadece A bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1000 metrekareyi bulması, Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar Zeugma’daki kazıların tamamlanmasıyla Gaziantep Müzesi’nin dünyanın en büyük mozaik müzesi haline dönüşeceğini söylüyor. Yolların kesişme noktasında bulunması ve ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmış. Emekli olan subaylar bile kente yerleşmeye başlamışlar. Güvenli ve zengin bir kent olan Zeugma’ya dönemin en iyi sanatçıları akın etmiş. Böylelikle sanatçılar kentte, günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlar. Zeugma zenginleşirken, kültür ve güzel sanatlarda da gelişimini sürdürmüş. Zeugma’daki villa tipi yerleşimler, Fırat kıyısından başlayarak, batı yönünde yaklaşık 300-350 metre yüksekliğindeki Belkıs Tepesi’nin üstündeki Akropolis’in eteklerine kadar ulaşmış. Yamaçların güney ve batı bölgesi nekropol (mezarlık), doğu ve kuzeydoğu tarafı mahalleler, kuzey kesimi ise yönetsel bölümler ve lejyon bölgesiymiş. Akropolis’in üzerinde ise Zeugma sikkelerinde sıkça rastlanan Tykhe (talih ve kader tanrıçası)Tapınağı bulunuyormuş. Zeugma’nın genel topoğrafik yapısı, tam bir yamaç kenti görünümüne sahip.
100 Bin Bulla
Zeugma kazıları sırasında ortaya çıkarılan bullalar” Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Bulla; mühür baskısı anlamına geliyor. Yani bir mektup, bir ferman ya da paketi başka yerlere göndermek gerektiğinde, kapatılıp üzerine vurulan özel mühür baskı demek. Bu da Zeugma’nın devlet arşivinin günümüze yansıyan izleri sayılıyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu önemli koleksiyondaki mühür baskılarının sayısı 100.000’i buluyor. Arkeoloji uzmanları bu rakamın “ Dünyada bir müze kayıtlarında bulunan en fazla bulla “ olduğunu belirtiyor. Pişmiş topraktan yapılan bu bullalar , üzerinde taşıdıkları son derece zengin tasvirler ile Belkıs/Zeugma’nın diğer antik kentlerle olan ilişkileri, dönemin ekonomik, sosyal ve dini hayatı üzerine benzersiz bilgiler edinmemizi sağlıyor.
Fırat Nehri’nin Kralı Akheloos
Fırat’ın bolluk ve bereketi diğer bir Zeugma mozaiğine daha konu olmuş. Fırat Nehri’nin kralı olan Akheloos’un başı yemişler ve meyveler saçan bereket boynuzuyla birlikte betimlenmiş. Alın üstü çift bereket boynuzuyla taçlandırılmış. Fırat çevresinde yetişen üzüm, armut, incir, nar, yenidünya, ayçiçeği gibi meyvelerin resimleri bu mozaikte bereket boynuzu ve dallarla çevrilerek resmedilmiş. Akheleoos Helen teogonisinde yer alan en eski çiftlerden olan Okeanos ile Tethys’in her biri ırmak tanrısı olan 3 bin oğlunun en büyüğüydü. Akheloos ise ilgili değişik efsaneler mevcut.
Akheloos’un Efsanesi
Bu efsanelerden birine göre; Aitolia’da Kalydon Kralı Oineus’un komşusu olan Akheloos, kralın kızı Deianeria’ya evlenme teklifi eder. Ancak ırmak tanrısı olarak Akheloos’un metamorfoz yeteneği vardır; istediği şekle girebilmektedir. Kimi zaman boğa, kimi zaman ejderha vs. olabilmektedir. Bu yetenek, böylesine rahatsız edici bir kocayla evlenmeyi düşünmeyen Deianeria’yı korkutur. Herakles, Oineus’un sarayına kendini takdim edip kızı Deineria’ya evlenme teklif edince güzel kız da bu teklifi hemen kabul eder. Bununla birlikte Herakles, yerinin alınmasına kolay kolay razı olmayan Akheloos yüzünden kızı elde etmekte zorluk çeker. İki talip arasında kıyasıya bir çatışma olur. Akheloos bütün yeteneklerini, Herakles de bütün gücünü kullanır. Mücadele sırasında Akheloos boğaya dönüşür. Herakles onun boynuzlarından birini koparır. Bunun üzerine Akheloos kendini yenik sayarak teslim olur. Deineria’yla evlenme hakkını Herakles’e bırakır ama kırılan boynuzunu geri ister. Herakles bu boynuza karşılık, Zeus’un sütannesi keçi Amaltheia’nın bol çiçekler ve meyvalar saçan, bir boynuzunu ona hediye eder. Bazı yazarlar bu harika boynuzun Akheloos’un kendi boynuzu olduğunu da ileri sürerler. Günümüzde Akheloos Irmağı Astropotamo adını taşımakta ve Patras Körfezi’nin girişinde Yunan Denizi’ne dökülmektedir.
Zeugma İllüstrasyonu
Zeugma Antik Kenti'nde kazılar başlayıncaya kadar bu gizemli kent gün ışığı görmedi. Kazılarla ortaya çıkan muhteşem eserler grafik sanatçılarına da ilham kaynağı oldu. Fransız Le Figaro Dergisi'nin grafikerleri de A Bölgesi kazıları sırasında çektikleri fotoğrafa mozaikleri foto montaj metoduyla ekleyerek bizleri 1800 yıl öncesine götürmeyi başarmış. Ortaya çıkan muhteşem illüstrasyon Zeugma'nın 1800 yıl önceki ihtişamlı günlerini en güzel şekilde anlatıyor.
Çingene Mozaiği Gaia
Zeugma kazılarının kamuoyunun henüz gündemine girmediği 1992 yılında çıkarılan bu mozaikteki kadın figürü gizemli bakışları ile Zeugma'nın simgesi oldu. İlk çıktığı yıllarda kimliği konusunda kesin bir tanımlama yapılamayan bu mozaiğe, figüründeki kadın resminin çingene kızlarını andırması nedeniyle çingene adı verildi. Ancak bazı kaynaklar mozaikteki asma figürlerine dikkat çekerek, çingene olarak tasvir edilen kadının yer tanrısı Gaia olduğunu ileri sürmekte. Gaia mitolojide, içinden tanrı soylarının çıktığı ilk element olarak kabul ediliyor. Gaia, Hesiodos'un Theogonia'sında büyük bir rol oynamasına karşılık, Homeros'un şiirlerinde hiç görülmez. Hesiodos'a göre Gaia, Khaos'tan hemen sonra ikinci olarak doğmuş, onun hemen ardından da Eros (aşk) gelmiştir. Gaia, hiç bir erkek element yardımı olmaksızın, çevresini saran Gök'ü (Ouranos) ve Dağlar'ı, deniz unsurunun kişileştirilmiş erkek şekli olan Pontos'u doğurdu. Gök'ün doğuşundan sonra, Gaia onunla birleşti ve böylece sahip olduğu çocuklar, artık basit elemanter güç olmaktan çıkarak, tam anlamıyla birer tanrı oldular. Önce altı titan: Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetus ve Kronos ile altı titanid: Theia, Reia, Themis, Mnemosyne, Phoibe ve Tehys doğdular. Bunlar dişi tanrısal varlıklar. Bu kuşağın en genci Kronos'tur. Ardından Kyklopslar geldi: yıldırıma, şimşeğe ve gök gürültüsüne hükmeden tanrısal varlıklardı bunlar. Adları:Arges, Steropes ve Brontes. Ve nihayet Ouranos'un aşklarından Kottos, Briareus ve Gyges adlı yüz kollu, devasa, şiddet yanlısı varlıklar olan Hekatogkheir'ler doğdu.
Gaziantep'te Paleolitik, Neolotik, Kalkolitik, Tunç çağlarına, Hitit, Med Asur Pers İskender Selefkosler Roma, Bizans, Abbasiler ve Selçuklular’a ait eserler bulunuyor. Hitit döneminden itibaren Gaziantep önemli bir dini merkez olmuş. Hitit baş tanrısı Teşup’un kutsal şehri olarak bilinen Dolichenos (Gaziantep) aynı özelliğini Grek, Roma döneminde de korumuş.
Gaziantep kültürel zenginliği kadar doğal güzellikleri, coğrafyası, zengin mutfağı ve alışveriş imkanları ile tam bir turizm cenneti.
Ayıntap olarak bilinen eski kent, bugünkü Gaziantep'in 12 km. kuzeybatısında Dülük Köyü ile Karahöyük Köyü arasında yer alıyor. Yapılan arkeolojik araştırmalarda taş, kalkolitik ve bakır dönemlerine ait kalıntılara rastlanmış olması yörenin Anadolu'nun ilk yerleşim alanlarından birisi olduğunu gösteriyor.
Adıyla anılan Antep fıstığının yanı sıra bu yöre mutfak sanatının da ustalarından. Yöreye özgü baklava ve lahmacun tipik Antep spesiyaliteleri. Ayrıca Antepli ustaların ürettiği bakır işlerini, sedef işlemeli mobilyaları mutlaka görmenizi öneririz.
Kilis
Suriye sınırına yakın yerde, Gaziantep yolu üzerinde bulunan Kilis, Asurluların arşivine göre “Kilizi” olarak biliniyordu. Kilis, pamuk ve ipek dokumacılığı için olduğu kadar deri ürünleri bakımından da önemli. Her taraf üzüm bağları ve zeytinliklerle donanmış. Canbolat Bey kompleksi, eski hamamlar ve bir zamanlar tekke olarak kullanılan merkez görülmeye değer önemli yerlerden. Kilis - Gaziantep arasında Ravanda Kalesi’nin de dahil olduğu birçok tarihi eser mevcut. 5 km. kuzeydoğudaki Kuzeyne Kasabası, kalesi ve mozaikleri ile bir açık hava müzesi gibi. Burayı ilginç kılan özellik, Hitit, Roma, Bizans ve İslam dönemlerine ait kalıntıların aynı yerde bulunması. Kilis’in 20 km. doğusunda Korus kasabasında eski bir Roma merkezi yer alıyor. Bir kale, bir tapınak ve bir tiyatro kalıntıları ziyarete açık.
Yesemek Açıkhava Müzesi
Yaklaşık 100 dönümlük alanı kaplayan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi’nin nasıl işletildiği, bu çalışmalarda hangi teknik ve malzemelerin kullanıldığının açıklandığı Yesemek Açıkhava Müzesi, dünyanın ilk heykel atölyelerinden. Bütün evrelere ait yontu taslaklarını bugün Açık Hava Müzesinde görmek mümkün. Yesemek Açık Hava Müzesinde 300'ün üzerinde yontu taslağı sergileniyor. Koleksiyon; sfenskler, aslanlar, dağ tanrıları, savaş arabaları, karışık yaratıklar ve çeşitli mimari parçalardan oluşuyor.
Dülük Antik Kenti
Dülük antik kenti Gaziantep kent merkezinin 10 km. kuzeyinde bugünkü Dülük köyünde, tarihi İpek Yolu'nun üzerinde yer alıyor. Antik kentte bulunan Şarklı Mağara’da M.Ö. 6 bin yıllarında insanların yaşadığına dair taştan yapılmış aletler bulunmuş.Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup'un dini merkezi olarak tanınıyor. Dülük köyünün çevresinde birçok kaya mezarları ve kaya kiliseleri mevcut.
Karkamış Harabeleri
Gaziantep’e 75 km. uzaklıkta, Mezopotamya havzasının orta bölümünde yer alan Karkamış, antik çağda doğunun önemli bir sanat ve kültür merkeziymiş. Gılgamış destanında, Geç Hitit döneminde antik şehrin ortostatları üzerinde kurulduğu tasvir edilen yörede, bugün iç ve dış şehir surları, tapınaklar ve ev kalıntıları göze çarpıyor. Karkamış harabeleri halen Suriye-Türkiye sınırının sıfır noktasında yer alıyor. Ayrıca Karkamış’da 10'a yakın höyük bulunuyor.
Gaziantep Kalesi
Gaziantep Kalesi, Türkiye'de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden biri. Kalenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı, zaman içerisinde genişletildiği ve bugünkü biçimini Bizans İmparatoru Justinianus döneminde M.S. 6. yüzyılda aldığı yolunda bilgiler var. Kalenin üzerinde hamam kalıntıları, sarnıçlar, mescit ve çeşitli yapı kalıntıları bulunuyor.
Rumkale-Hromgla
Rumkale-Hromgla bir kale şehir. Gaziantep’in 25 km. doğusunda, Fırat Nehri ile Merzimen çayının birleştiği noktada sarp kayalıkların üzerinde yükseliyor. Stratejik konumundan dolayı Asur çağından beri yerleşime açık olduğu, hatta burasının Asur Kralı III. Salmanassar tarafından M.Ö. 855'de ele geçirildiği sanılıyor. Fırat ve Merzimen'in kıyısından itibaren yükselen eteklerde bir dış sur ve kompleks odalardan oluşan bir kapı geçidi ile Kale-Şehre giriliyor. Ayaktaki mimari kalıntılar ise, Geç Roma ve Ortaçağ karakteri taşıyor. En ilginç kalıntı, geniş ve silindirik bir havalandırma kuyusu ile bu kuyunun kenarından helezonik bir yolla aşağı inen ve Fırat seviyesinin altına kadar giderek su ihtiyacını karşılayan su arkı.
11. yüzyılda Urfa Haçlı Kontluğu döneminde Hromgla’nın önemli bir merkez olduğu ve hâvarilerden Yohannes'in, burada bir süre inzivaya çekilerek İncil'in müsveddelerini kopya ettiği ve sakladığı, daha sonra bulunan kopyaların Beyrut'a kaçırıldığı sanılıyor.
Ortaçağ'da Ermeniler’in Hromkla, Süryaniler’in ise Kala-Rhomata ismiyle andıkları kale-kent, 12. yüzyıl sonlarında Memluklar’ın eline geçmiş ve Kal-at el Müslimin adını almış. Merc-i Dabık savaşından sonra Osmanlılar'ın eline geçen Rumkale, Halep eyaletinin Birecik Sancağına bağlı bir kaza haline getirilmiş.
Rumkale'de halen Türk-İslam dönemine ait bazı yapılar ile harap vaziyette bir de mescit bulunuyor. İlk yapımından itibaren Fırat boyunun güvenliği için kullanıldığına şüphe olmayan kalede sivil öğelerden çok askeri karakter hissediliyor.
Fırat Vadisi
Samsat ile Rumkale arasındaki Fırat Vadisi, ilk kullanımının prehistorik dönemde olduğu şüphe götürmeyen mağaralarla dolu. Zaman zaman bir koridor izlenimi veren dik yamaçlardaki mağaralar ise, Roma döneminde mezar odaları olarak kayaya oyulmuş olan mekanlar. Bunların birçoğu daha sonradan, özellikle de Haçlı seferleri sırasında Fırat boylarının korunması için araları açılıp geçitlerle yatay ve merdivenlerle dikey olarak birleştirilip savunma sığınakları haline getirilmiş.
Zeugma
Zeugma, yakında sular altında kalacak. Binlerce yıllık medeniyet izlerini sulara teslim etmemek için, arkeolojik kazılar hızla devam ediyor. M.S. 2. yüzyılda en görkemli günlerini yaşayan Zeugma, Roma İmparatorluğu'nun en büyük dört kentinden biriydi. IV.Lejyon bölgesi karargahının burada bulunması nedeniyle yüksek rütbeli subayların ikamet ettiği, stratejik avantajları nedeniyle zengin tüccarların yaşadığı Zeugma gerçekten de önemli bir kent. Ne var ki daha sonraları savaşlar ve doğal afetlerle bu görkemli kent yok oldu ve kalıntıları da toprak altında kaldı.
Fırat kıyısında yer alan Zeugma antik kenti GAP projesi kapsamındaki Birecik Baraj Gölü’nün suları altında kalacak. Binlerce yıllık medeniyet izlerini, sulara terk etmemek ve gün ışığına çıkarmak için kazı çalışmaları var gücüyle devam ediyor. Kazı ve kurtarma çalışmaları sırasında ulaşılan her bilgi, her buluntu Zeugma Antik Kenti’nin yeryüzü kültür zenginliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu gözler önüne seriyor.
Gaziantep, Nizip İlçesi'nin 10 km. doğusundaki Belkıs Köyü'nde, Fırat Irmağı kıyısında, Zeugma Antik Kenti bulunuyor. Tarih öncesi çağlardan beri kesintisiz yerleşime sahne olan bu antik kent, Fırat Irmağı'nın en kolay geçit verdiği iki noktadan birisinde yer alıyor. Zaten "Zeugma" adı da "köprübaşı" veya "geçit yeri" anlamını taşıyor. Günümüzde kentin üzeri 3-4 metrelik toprakla kaplı. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan antik kentin 1/3'ü, su tutulması nedeniyle Birecik Barajı göl alanı altında kalacak...
Tarihi
Kent, Helenistik dönemin önemli bir ticaret merkezi olarak tanınıyor. Bölgenin Roma İmparatorluğu egemenliğine girmesinden sonra, buraya "IV. Lejyon" olarak adlandırılan askeri garnizonun yerleşmesi ile kentin önemi artmış. Antakya'dan Çin'e uzanan ipek yolunun Zeugma'dan geçmesi, Samsat'dan ırmak yoluyla ticaret yapılması, IV. Garnizon’un burada konuşlandırılması sonucunda, tüccarların kente yerleştiği ve Fırat manzaralı teraslara villalarını yapmış oldukları anlaşılmış. 80 bin kişilik nüfusa ulaşan Zeugma dünyanın en büyük kentlerinden biri haline gelmiş. Kentteki Akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı yapılmış. Bu tapınak halen toprak altında. Zeugma Antik Kenti kendi şehir sikkesini de basmış Roma kentlerinden biri. Sikkeler üzerine bir tarafına Thyke tapınağı, diğer tarafına da güçlülüğü simgeleyen Roma Kartalı motifi basılmış. Kentte, gelişmiş bir sınır ticareti ve buna bağlı olarak büyük bir gümrük olduğu düşünülüyor. İskeleüstü olarak adlandırılan tepedeki arşiv odasında 65.000 adet mühür baskısının ele geçmiş olması, bu kanıyı güçlendiriyor. Papirüs, parşömen, para torbaları ve gümrük balyalarını mühürlemede kullanılan bu mühür baskıları, Zeugma'da, hem güçlü bir haberleşme ağının, hem de gelişmiş bir ticaretin varlığını gösteriyor.
Büyük İskender'in generallerinden Seleukeia Nikator I, M.Ö. 300'de Belkıs/Zeugma'nın ilk yerleşimi olan "Seleukeia Euphrates" ( Fırat’ın Silifkesi ) kentini kurmuş. Antik çağın önemli gezgin/tarihçilerinden biri olan Amasyalı Strabon’dan, burasının Kommagene'nin dört önemli kentinden biri olduğunu ve burada ticaret yapıldığını öğreniyoruz. Kent, M.Ö. 64'de Roma İmparatorluğu'nun topraklarına katılmış ve adı "geçit", "köprü" anlamına gelen Zeugma biçiminde değiştirilmiş. M.S. 256'da Sasani kralı Şapur, Belkıs/Zeugma'yı ele geçirerek, kentte önemli tahribat yaratmış. Bu tarihten itibaren Zeugma bir daha kendini toparlayamamış, Roma dönemindeki görkemine ulaşamamış. Bölge ile birlikte kentte, M.S. 4. yüzyılda, Geç Roma, M.S. 5-6 yüzyıllarda ise Erken Bizans egemenliği hakim.
Posseidon, Oceanus ve Tethys Mozaiği
Havuz zemini veya yemek odası tabanı olduğu tahmin edilen bu mozaikte denizlerin en önemli tanrıları tasvir edilmiş. En üstte Hippocam adı verilen ön tarafı at, arkası balık olan yaratığın üzerinde Posseidon görülmekte. Posseidon'un elinde üç dişli dirgen bulunuyor. Mozaiğin alt kısmında ise yine bir diğer deniz tanrısı Oceanos ve denizlerde dişiliği sembolize eden Tethys resmedilmiş. Mozaiğin diğer alanları çeşitli deniz yaratıkları ile süslenmiş.
Zeugma’nın Heykeltıraşlık Ekolu
Belkıs/Zeugma'yı Anadolu'daki pek çok antik kent içinde ön plana çıkaran birçok özellik bulunuyor. Bu özelliklerden birisi kendine has özellikler taşıyan heykeltıraşlık ekolüdür. Belkıs/Zeugma'da ele geçirilen heykeller, kabartmalar ve mezar stillerinde kendini gösteren bu ekole ait pek çok örneği Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli müzelerinde görmek mümkün.
Mozaikler Kenti Zeugma
Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma Villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaiklerdir. Benzerleri Türkiye sınırları içerisinde sadece Ephesus (Efes) antik kentinde görülen bu yamaç villaları arkeolojik açıdan büyük önem taşıyor. Sadece A bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1000 metrekareyi bulması, Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar Zeugma’daki kazıların tamamlanmasıyla Gaziantep Müzesi’nin dünyanın en büyük mozaik müzesi haline dönüşeceğini söylüyor. Yolların kesişme noktasında bulunması ve ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmış. Emekli olan subaylar bile kente yerleşmeye başlamışlar. Güvenli ve zengin bir kent olan Zeugma’ya dönemin en iyi sanatçıları akın etmiş. Böylelikle sanatçılar kentte, günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlar. Zeugma zenginleşirken, kültür ve güzel sanatlarda da gelişimini sürdürmüş. Zeugma’daki villa tipi yerleşimler, Fırat kıyısından başlayarak, batı yönünde yaklaşık 300-350 metre yüksekliğindeki Belkıs Tepesi’nin üstündeki Akropolis’in eteklerine kadar ulaşmış. Yamaçların güney ve batı bölgesi nekropol (mezarlık), doğu ve kuzeydoğu tarafı mahalleler, kuzey kesimi ise yönetsel bölümler ve lejyon bölgesiymiş. Akropolis’in üzerinde ise Zeugma sikkelerinde sıkça rastlanan Tykhe (talih ve kader tanrıçası)Tapınağı bulunuyormuş. Zeugma’nın genel topoğrafik yapısı, tam bir yamaç kenti görünümüne sahip.
100 Bin Bulla
Zeugma kazıları sırasında ortaya çıkarılan bullalar” Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Bulla; mühür baskısı anlamına geliyor. Yani bir mektup, bir ferman ya da paketi başka yerlere göndermek gerektiğinde, kapatılıp üzerine vurulan özel mühür baskı demek. Bu da Zeugma’nın devlet arşivinin günümüze yansıyan izleri sayılıyor. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu önemli koleksiyondaki mühür baskılarının sayısı 100.000’i buluyor. Arkeoloji uzmanları bu rakamın “ Dünyada bir müze kayıtlarında bulunan en fazla bulla “ olduğunu belirtiyor. Pişmiş topraktan yapılan bu bullalar , üzerinde taşıdıkları son derece zengin tasvirler ile Belkıs/Zeugma’nın diğer antik kentlerle olan ilişkileri, dönemin ekonomik, sosyal ve dini hayatı üzerine benzersiz bilgiler edinmemizi sağlıyor.
Fırat Nehri’nin Kralı Akheloos
Fırat’ın bolluk ve bereketi diğer bir Zeugma mozaiğine daha konu olmuş. Fırat Nehri’nin kralı olan Akheloos’un başı yemişler ve meyveler saçan bereket boynuzuyla birlikte betimlenmiş. Alın üstü çift bereket boynuzuyla taçlandırılmış. Fırat çevresinde yetişen üzüm, armut, incir, nar, yenidünya, ayçiçeği gibi meyvelerin resimleri bu mozaikte bereket boynuzu ve dallarla çevrilerek resmedilmiş. Akheleoos Helen teogonisinde yer alan en eski çiftlerden olan Okeanos ile Tethys’in her biri ırmak tanrısı olan 3 bin oğlunun en büyüğüydü. Akheloos ise ilgili değişik efsaneler mevcut.
Akheloos’un Efsanesi
Bu efsanelerden birine göre; Aitolia’da Kalydon Kralı Oineus’un komşusu olan Akheloos, kralın kızı Deianeria’ya evlenme teklifi eder. Ancak ırmak tanrısı olarak Akheloos’un metamorfoz yeteneği vardır; istediği şekle girebilmektedir. Kimi zaman boğa, kimi zaman ejderha vs. olabilmektedir. Bu yetenek, böylesine rahatsız edici bir kocayla evlenmeyi düşünmeyen Deianeria’yı korkutur. Herakles, Oineus’un sarayına kendini takdim edip kızı Deineria’ya evlenme teklif edince güzel kız da bu teklifi hemen kabul eder. Bununla birlikte Herakles, yerinin alınmasına kolay kolay razı olmayan Akheloos yüzünden kızı elde etmekte zorluk çeker. İki talip arasında kıyasıya bir çatışma olur. Akheloos bütün yeteneklerini, Herakles de bütün gücünü kullanır. Mücadele sırasında Akheloos boğaya dönüşür. Herakles onun boynuzlarından birini koparır. Bunun üzerine Akheloos kendini yenik sayarak teslim olur. Deineria’yla evlenme hakkını Herakles’e bırakır ama kırılan boynuzunu geri ister. Herakles bu boynuza karşılık, Zeus’un sütannesi keçi Amaltheia’nın bol çiçekler ve meyvalar saçan, bir boynuzunu ona hediye eder. Bazı yazarlar bu harika boynuzun Akheloos’un kendi boynuzu olduğunu da ileri sürerler. Günümüzde Akheloos Irmağı Astropotamo adını taşımakta ve Patras Körfezi’nin girişinde Yunan Denizi’ne dökülmektedir.
Zeugma İllüstrasyonu
Zeugma Antik Kenti'nde kazılar başlayıncaya kadar bu gizemli kent gün ışığı görmedi. Kazılarla ortaya çıkan muhteşem eserler grafik sanatçılarına da ilham kaynağı oldu. Fransız Le Figaro Dergisi'nin grafikerleri de A Bölgesi kazıları sırasında çektikleri fotoğrafa mozaikleri foto montaj metoduyla ekleyerek bizleri 1800 yıl öncesine götürmeyi başarmış. Ortaya çıkan muhteşem illüstrasyon Zeugma'nın 1800 yıl önceki ihtişamlı günlerini en güzel şekilde anlatıyor.
Çingene Mozaiği Gaia
Zeugma kazılarının kamuoyunun henüz gündemine girmediği 1992 yılında çıkarılan bu mozaikteki kadın figürü gizemli bakışları ile Zeugma'nın simgesi oldu. İlk çıktığı yıllarda kimliği konusunda kesin bir tanımlama yapılamayan bu mozaiğe, figüründeki kadın resminin çingene kızlarını andırması nedeniyle çingene adı verildi. Ancak bazı kaynaklar mozaikteki asma figürlerine dikkat çekerek, çingene olarak tasvir edilen kadının yer tanrısı Gaia olduğunu ileri sürmekte. Gaia mitolojide, içinden tanrı soylarının çıktığı ilk element olarak kabul ediliyor. Gaia, Hesiodos'un Theogonia'sında büyük bir rol oynamasına karşılık, Homeros'un şiirlerinde hiç görülmez. Hesiodos'a göre Gaia, Khaos'tan hemen sonra ikinci olarak doğmuş, onun hemen ardından da Eros (aşk) gelmiştir. Gaia, hiç bir erkek element yardımı olmaksızın, çevresini saran Gök'ü (Ouranos) ve Dağlar'ı, deniz unsurunun kişileştirilmiş erkek şekli olan Pontos'u doğurdu. Gök'ün doğuşundan sonra, Gaia onunla birleşti ve böylece sahip olduğu çocuklar, artık basit elemanter güç olmaktan çıkarak, tam anlamıyla birer tanrı oldular. Önce altı titan: Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetus ve Kronos ile altı titanid: Theia, Reia, Themis, Mnemosyne, Phoibe ve Tehys doğdular. Bunlar dişi tanrısal varlıklar. Bu kuşağın en genci Kronos'tur. Ardından Kyklopslar geldi: yıldırıma, şimşeğe ve gök gürültüsüne hükmeden tanrısal varlıklardı bunlar. Adları:Arges, Steropes ve Brontes. Ve nihayet Ouranos'un aşklarından Kottos, Briareus ve Gyges adlı yüz kollu, devasa, şiddet yanlısı varlıklar olan Hekatogkheir'ler doğdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder