Pazartesi, Ocak 17, 2011

Kanlı Mağara Efsanesi

Vakti ile Toros dağları eteklerinde yaşıyan bir aşiret beyi vardı. Bu bey yoksullara yardım eder, fakirlerin karnını doyurur. Çok iyilik severliği ile tanınan sevilen ve sayılan bir beydi. Bir işi yapacağı zaman aşiret büyüklerini toplar, onların fikirlerini alır. Soracağı bir şey olursa sorardı.
Bey bir gün aşiret yaşlılarını topladı. (Hey ağalarım, büyüklerim, akıldanelerim, bilirsiniz benim oğlum akıllı ve düzenli işlerde bulunmaz. Ne edeyim ki yerimi tutacak, töremizi götürecek, ışığımı yakacak uslu bir evlat olsun.) deyince aşiret büyükleri (İyi dersin beyim oğluyun, senin yerini tutabilmesi için, onu çekip çevirecek bir kadına ihtiyaç vardır. En iyi çare onu evlendirmektir.) deyince bey yerinden kalkıp düşünerek çadırına gider. Oğlunu yanına çağırarak:
- Hey oğul, büyüdün delikanlı oldun. Güneş karşısında boy atan fidan gibi boy attın. Ama aklın hiç büyümedi. Dağda taşta ah ile vah ile günün geçirmektesin. Ne edeyimki, benim çıramı ışıtıp, töremi götür, yokluğumu bildirme, bana dilediğini de ki merhem olam. Evlenmekse muradın töreme uygun, gözü gözüme, yüzü yüzüme, aşı aşıma benziyen birini bulup isteyeyim. Altın isterse takayım. Adak isterse göndereyim. Gölük isterse sürdüreyim. Sayvant isterse döşeteyim. Bütün obalarıma davul çaldırıp, kaşık vurdurayım. Kırk gün yemek dökerek, herkesi konuk edeyim. Sürü kesip beyleri ağırlayayım. Deyince oğlan iki dizinin üzerine gelerek; “Babamsın” deyip elini öper. Çok iyi edersin, Atamsın, büyüğümsün, ulusun, zenginsin, herşeye gücün yeter. Sana saygım pektir. Deki öl ölem. Benimde sana bir deyeceğim vardır. (Ben Konya Beyinin kızı Ak sultana vurgunum. Alırsan bana onu al, gayri dünyayı versende istemem.)
Bey bu sözleri duyunca çadırından çıkıp biraz düşünür. Hemen etrafındakilere (Hey Çobanlarım, kızanlarım, kadınlarım, hizmetçilerim, tez elden kırk atlımı hazır edin. On tane buğur deveye hediye yükleyin. Kırk atlı önde, develer arkada yola çıkılsın.) deyince beyin etrafındakiler kaynaşmaya başlarlar. Kısa bir zaman sonra “yola hazırız” diyerek haber gelir.
Böylece büyük kafile hazırlanıp Konya’nın yolunu tutarlar. Toros dağlarının derin vadilerinden, ormanlı yamaçlarından aşarak Konya’ya varırlar. Zaman geçirmeden Konya beyinin sarayına misafir olurlar. Yerler içerler konarlar göçerler sözü esas meseleye bağlarlar.
Allahın emri ile kızınız Aksultanı oğluma istemeye geldim. Karar ve söz senindir. Deyince Konya beyi düşünür taşınır, “senden iyisine verecek değilim ya verdim gitti. Allah bir iken bin etsin, oğulları uşak. Kızları hizmetçi kullansın sürüleri ekiz doğursun, dördü sekiz doğursun. Deyip sözü keser.”
Söz kesilir ama Aksultana hiç danışan olmaz. Aksultan bu söz kesmeden de hiç memnun olmaz. Ne yapsın baba sözüdür, ölüm bile olsa uymak törenin gereğidir.
Konuklar oturup yiyip içip konuştuktan sonra müsaade alıp vedalaşarak Konya’dan ayrılırlar. Geldikleri yollardan obalarına dönerler.
Günler haftaları haftalar ayları kovalıyarak düğün günü gelip çatar. Bütün obalara haber salınır. Yemeklerin, ayranların, etlerin hazırlanması için gerekli bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra, bey kırk yiğidini alarak gelin almak üzere Konya’ya hareket eder. Düğün alayı birkaç gün yolculuktan sonra Konya’ya gelirler. Hoş beşten sonra yemekler yenip hazırlıklar tamamlanıp büyük bir törenle gelin uğurlaması yaparlar.
Görkemli düğün alayı günlerce yolculuktan sonra Toros dağları arasında Eğri göl isimli bir gölün kenarındaki geniş çayırlığa konak verirler. Bu çayırlıkta gecelemeyi uygun bularak her tarafı çiğdem, sümbül, akçırağan çiçekleri ile süslü bir vadiye gelin çadırını kurarlar. Gelin çadırına yerleşip biraz istirahattan sonra, gelinlik elbiselerinin üzerindeki kırmızı örtüyü açıp etrafı seyreder.
Gelin hanım çadırından çıkar gölün kenarındaki yamaca doğru gezer. Etrafı iyice seyrettikten sonra güneşin kırmızılıkları kaybolupta akşamın alaca karanlığı basmaya başlayınca çadırına dönmek isterken ayağı tökeziyip düşer, bayılır. Kocaman düğün alayı yolun yorgunluğu ve dağ havasının temiz ve hafif rüzgarı ile ninniler içinde uykuya dalar.
Gelin hanım sabaha kadar baygın olarak yatar. Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini açtığı zaman baş ucunda görkemli boynuzları ile pervasız vücudu yere doğru yaslanmış bir geyik keçisi kıtır kıtır geviş getirerek beklediğini Gelin yerinden doğrularak dikkatlice geyik keçisine bakar. Keçinin ikiboynuzu arasında bağlı bir kutu görür. Yanaşıp kutuyu çıkarır. İçini açar. Kutunun içinde yazılı bir kağıdı görünce alıp okur. (Hey bu dağların çiçekleri kadar güzel, havası kadar temiz, gölü kadar temiz ve berrak, toprağı kadar bereketli, güneşi kadar sehavetli, esen rüzgarı kadar alçakgönüllü dilber , söyle muradını ne istersen merhem olayım. İstersen bin üstüme seni mutluluk diyarına götüreyim.) Yazıyı okuyunca düşünüp taşınır, dağa sorar, güneşe sorar, göle sorar, türüm türüm kokan çiçeklere sorar, ötüşen kuşlara, ılgıt ılgıt esen yele sorar hepside (bin geyiğin üstüne, o seni mutluluk ve huzur diyarına, güzellikler ülkesine götürecektir. ) cevabını alır. Bu cevabı alan Aksultan yerinden kalkıp geyiğin üzerine oturur. Geyik yerinden sıçrayıp, enginlerden seller gibi, yükseklerden yel gibi giderek çok uzaklardaki pamuk yığınları gibi bulutların kırmızı duvağı ile kaybolup gider.
Arkada kalan gelini çadırında sanarak çadırın açılmasını beklerler. Bir ses gelmeyince çadıra bakarlar. Bir de ne görsünler Aksultan gitmiş. Hemen durumu beye haber verirler. Bey büyük bir gazap içinde etrafındakileri haşlar. Haşlar ama kaç para eder gelin yok. Etrafı didik didik ararlar, fakat bir ize tesadüf edemezler.
Etraftaki aşiretlerden yardım isterler. Yaşlı ve tecrübeli bir çoban aramak üzere gelir. Dağ yamaçlarında ararken bir geyik izine tesadüf eder. Bu izi takip ederek Torosların en yüksek yerine kadar çıkar. İz büyükçe bir mağaranın ağzında son bulur. Çoban arkasından gelenlere dönerek (Aradığınız gelin bir geyiğe takılarak bu dibi olmıyan mağaraya gitmiştir. İz burada bitti. Gelinin kırmızı duvağından bi iblik burada bulundu. Bunların hepsinden başka bir de, yıllardır bu mağarayı tanırım. Mağaranın taşları kırmızı değildi. Şimdi ise gelinin kırmızı duvağının rengi mağaranın taşlarını boyamış. Varın söylen beyinize Aksultan muradına ermiş. O artık dağların olmuş. ) deyince hepside birden ağlıyarak geriye dönüp giderler. Hepsi bir olup bir dua yaparlar. Göz yaşları ile yollarına devam ederler.
O gündür bu gündür mağaranın taşları kıp kırmızıdır. Bütün aşiretler toplanıp bu mağaranın adı kanlı mağara olsun kimisi de kırmızı mağara olsun bazıları da gelin mağarası olsun derler.
Bundan sonra bu mağaraya kanlı mağara adını verirler. Torosların en yüksek tepesindeki dağda geyiğin adına, Geyik dağı, Geyik dağının bitişiğindeki dağa da Ak sultanın adı olan Ak dağ adı verirler. Bu adlarda baki kalır. Her yıl aşiretlerin bazıları bu mağaraya giderek bu anıları tekrarlarlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder