Cumartesi, Mayıs 07, 2011

DOĞU ANADOLU BÖLGESİNDEKİ KURGANLAR

DOĞU ANADOLU BÖLGESİNDEKİ KURGANLAR


Kurgan terimi bizlere yabancı gelmese de ne olduğunu tam olarak çoğumuz bilmeyiz. Aslında mezar yapıları olan Kurganlar, toprak zemine açılan bir çukur içine taş örgü duvarlarla çevrilen odalar ya da sal taşı plakalarla oluşturulan sandık türü mezarlardır. Üzerlerine taş yığılır ve toprakla örtülür. Yükseklikleri 1 metreden başlayarak 70 metreye kadar varabilir. İçlerinde ölü hediyeleri de bulununan bu yapılar batıda Balkanlar'dan itibaren Anadolu'nun ortalarına kadar süre gelen İÖ 1. bin yerleşik kültürlerinin tümülüs olarak adlandırılan mezar yapılarının Asyalı öncüleridir. İÖ 3-2 binlere kadar inen Asya Kurganları'nın en önemli özelliği yerleşik düzenden uzak, yayla hayatı yaşayan ekonomileri hayvancılığa dayalı toplulukların mezar anıtları olmasından kaynaklanmaktadır. Asya'da özellikle Transkafkasya olarak adlandırılan coğrafi bölgedeki Gürcistan ve Ermenistan'da yoğunluk kazanmışlardır. Gürcistan'da Trialeti, Mesheti kurganları ile Ermenistan'da Derin Naver, Metsamor, Keti ve Lçaşen'deki kurganların sayıları yüzleri bulmaktadır.
Göçebe toplumlar sürekli hareket içinde olduklarından kalıcı izler bırakmamışlardır. Onların varlıklarının en önemli izleri hayatını kaybeden üyeleri için düzenledikleri kurganlar ve içlerindeki ölü hediyeleridir. Bu nedenle Kurganlar ve buluntuları tarihçiler için oldukça önem taşır.
Ülkemizde özellikle Transkafkasya bölgesine yakın yerlerde yaşadığı sanılan göçebe kültürlerin izlerini taşıyan kurganların olabileceği düşünülmesine karşın kesin olarak saptanamamıştı.
 Uçsuz bucaksız çayırlarıyla yaylalar bölgesi olarak bilinen Doğu Anadolu'da 1995 yılından itibaren aralıksız olarak çalışmalarını sürdüren Özfırat'ın Muş, Bulanık, Malazgirt, Ahlat, Adilcevaz ve Van ili ve çevresinde yaptığı araştırmalar sonucunda; Transkafkasya kültürlerinde iyi tanınan kurgan türündeki gömü geleneğinin ülkemiz sınırları içinde de temsil edildiği saptandı. Çalışmalar sırasında Doğu Anadolu kurganlarının, 1-40 metreler arasında değişen yükseklikte taş yığılarak inşa edildiği anlaşıldı. Aynur Özfırat, Suluçem, Sütey, Sinek yaylalarında çapı 5-6 metreden başlayan 60 metreye kadar varan birçok Kurgan tespit etmiş. Kurganlar üzerinde ele geçen seramik parçaları ve birkaç yıl önce köylülerce kaçak kazısı yapılarak ortaya çıkarılan kırmızı astar boya üzerine siyah boyalı bir çömlekten (halen Erzurum Müzesi'nde sergileniyor) yola çıkarak yaptığı tarihlemeye göre Kurganların yapımı İÖ 3. bin sonu ve İÖ 2. binin ilk yarısına rastlıyor.
Dr. Özfırat Anadolu kurgan kültürünün batıda Erzurum ve Muş, güneyde Urmiye, doğuda Hazar Gölü kıyılarına kadar uzandığını, boyalı çanak çömlek dışında oldukça özenli madeni silahlara sahip olduklarını ve kadınları için takılar ve boncuklar imal etmiş olduklarını da belirtiyor. Önümüzdeki yıllarda yapılacak çalışmalar ve buluntuların incelenmesi sonucunda Doğu Anadolu'nun Urartu öncesi göçebe kültürleri hakkında daha fazla bilgiye sahip olacağız.
Bu değerlendirmelerin sonuçlarını bilim dünyası heyecanla beklemekte...
Arkeolojik kazıların amacı
Binlerce yıl boyunca sayısız uygarlığın gelip yeşerdiği ve önemli bir coğrafya üzerinde bulunan ülkemizde hemen her bölgede tarihi bir kalıntıya rastlamak bizlere çok normal geliyor. Şaşırtıcı olan, geçmişte insanların bu akıl almaz yapı ve eserleri nasıl yarattığı. Bir çoğumuz bu eserlerin toprak altında kalmasına razı olamıyor. Gördükleri kalıntılar için, "hemen kazılara başlanmalı ve her şey ilk günkü gibi ayağa dikilmeli" diye düşünenler çoğunlukta.
Bunları soranların, büyük bölümünün üniversite mezunu hatta değişik mesleklerde kariyer yapmış, kişiler olduklarını görmek mesleğe yeni başlamış olanların dışındaki arkeologları pek şaşırtmıyor. Bizler elimizden geldiğince soruları cevaplandırmaya çalıp, arkeolojinin hiç de kolay bir bilim dalı olmadığını, yalnızca kazma kürekle girişilen ve sadece mimari yapılar ile eserlerin ortaya çıkarıldığı dönemlerin gerilerde kaldığını, ayrıca da kazı işinin definecilik olmadığını ve yasal zorunluluklarını anlatmaya çalışıyoruz. Ülkemizde yaklaşık otuz bin höyük, ören yeri, antik yerleşim, SİT Alanı, tümülüs, mezar anıtının yanında su altında da batık kentlerin ve yüzlerce gemi batığının da bulunduğunu, bu sayının pek az kişi tarafından bilindiğini il,ve edip, bu kadar çok ören yerinin aynı anda kazılabilmesi için dünyanın tüm arkeologlarının dahi yeterli olmayacağını belirtiyor ve eğer daha da bilgi sahibi olmak isterlerse, aşağıda sizlere de aktardığımız şekilde kazıları anlatıyoruz.
Bilimsel bir kazı, ağır sorumluluk isteyen çeşitli disiplinlerin ortak çalışmasıyla bir sonuca varma işidir. Bu bilimin amacı müzeleri güzel eserlerle doldurmak ya da turistlerin ilgisini çekecek görkemli kentler ortaya çıkarmak değil, geçmiş uygarlıkların sorunları üzerine eğilerek insanoğlunun tarihini daha iyi öğrenmeye çalışmaktır. Çağdaş arkeoloji, konuya evrensel yaklaşır. Verilerin saptanması, değerlendirilmesi ve sonuçta olayların yorumlanması esastır. Bu nedenle kazının çok dikkatli yapılması çıkan her ayrıntının bilgiye dönüştürülmesi gerekmektedir. Kazılar işte bu yüzden ağır yürümektedir.Üstelik kazma, kürek yerine aletler daha da küçülmüştür. Artık mala, fırça, elek, süpürge, değişik spatüller, ince uçlu madeni aletler, hava pompaları, dişçi aletleri ile nivo, teodolit, şerit metreler, jalonları ve yeni gelişen elektronik cihazlar (GPS gibi), bilgisayarlar ve jeofizik yöntemler kazılarda kullanılmaktadır. Bu aletlerin hepsini arkeologlar mı kullanıyor diye sorulabilir. Evet, büyük kısmını arkeologlar kullanır. Teknik aletler için, mimar, mühendis, jeolog, jeofizikçiler ve teknisyenler görev alır.
Öyleyse bir kazıda yalnızca arkeologlar çalışmıyor diye düşünülebilir. Kazı arkeoloğu, mimarı, restoratörü, konservatörü, çizimcisi, fotoğrafçısı, birçok diğer disipliniyle ve işçileriyle bir ekip işidir. Son yıllarda oldukça ilginç mesleklerden uzmanlar da kazılarda görev almaya başlamışlardır.
Örneğin, böcekler ve mikroskobik canlılar üzerinde çalışan bir bilim adamının kazıdaki amacı, jeofizikçilerin yardımıyla açılan sondajlardan alınan topraktaki böcek ve mikroskobik yaratıkları inceleyerek o kentte yaşanıldığı dönemlerde insanların ve evcil hayvanların bu yaratıklardan ne şekilde etkilendiğini anlamaya çalışmaktır. Yine polen analizlerinin yanında bölgenin florasını (bitki örtüsünü) inceleyen arkeobotanistler ve faunasını (hayvanlarını) araştıran arkeozoologlar ile bölgenin yaşanıldığı dönemlerdeki tarımsal faaliyetlerini inceleyen ziraat mühendisleri de kazıda çalışabilirler. Bütün bu detaylı çalışmalar özellikle 1960'lardan sonra başlayan modern arkeolojinin benimsediği yöntemleri oluşturur.
Modern arkeoloji, artık eser çıkarmak yerine bir sistem olarak orada yaşanmış kültürü, tarihi, ticari, sosyal, teknolojik, ideolojik, demografik, etnografik yönleriyle inceleyerek ortaya çıkarmak olduğundan, çok detay ve ağır işçilik demektir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder