SARIKIZ EFSANESİ
Kazdağı’nın eteğinde ki köylerden biri de Kavurmacılar köyü’dür. Efsanenin kahramanı „Sarıkız“ Senem’inde ailesi ile birlikte yüzyıllar önce burada yaşadığı ileri sürülmektedir. Sarıkız’ın babası Molla Ahmet, köyün ileri gelenlerinden, varlıklı ailelerinden sayılır. Geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlarlar. Davarlarla ilgilenmek için, bir de Osman isminde çobanları vardır. Molla Ahmet Senem’i Çul Mehmet’in oğlu Ahmet’e kızının rızası olmadan nişanlar, nişanlamasına da Senem çoban Osman’a sevdalıdır. Bir birlerini delicesine sevmektedirler. Bunların sevdası köylüler için uzun kış gecelerinin dedikodusu olmuştur. Zamanla bu sevdayı küçümseyen bazı köylüler nasıl olur da bir çoban parçası köyün en güzel kızına sevdalanır diyerekten dedikoduların dozunu artırırlar. Senem’in namusu köylülerden sorulur olmuştur. Her tarafta Senem’le Osman’ın sevgileri, konuşulup olmadık dedikodular üretilirken; bu durum, Molla Ahmet ve hanımı Pembe hanımın da canını üzmektedir. Bir an önce dünürleri çul Mehmet’le konuşup düğün dernek kurup dedikodulardan kurtulmak isterler. Karşılıklı konuşmalar, akrabaların baskısı sonucu düğün tarihi olarak bir Kurban Bayramı sonrası belirlenmiş Okuntular (Davetiye) dağıtılmıştır.
Molla Ahmet en azından düğüne kadar anlatılanlardan kurtulmak için Senem’i eve kapatır.İki sevdalının arasındaki bağlantıyı evin küçük kızı Sevgi sağlar.. Kurban Bayramı ardından düğün günü gelip çatmıştı. Köyde herkes eğleniyor, sadece tüm olanları kızından öğrenen Pembe kadın, küçük kardeş Sevgi ve en önemlisi Senem yas tutmaktaydılar.
Senem, Osman’ın boş durmadığına gelip onu bu ölümden beter düğün ve evlilik hazırlıklarından kurtaracağına inanıyordu. Kardeşi Sevgi ile böylesi haberler göndermişti. Fakat çoban Osman düğün kalabalığından davarların yanından köye gelemiyordu. Sevgi ile Senem’ i, Gelin Kaya’sında beklediğini haber saldı. Düğünün son günüydü, gelin alayı Mollaların evine gelini almaya gelmişti. Kız evi tüm hazırlıkları bitirmiş, Senem inde umutları tükenmek üzereydi. Ağlaya sızlaya beyaz bir ata bindirirler Senem’i. Köyün etrafını turlarlar düğün halayı ile birlikte. Senem her an Osman’ın gelip kendini kurtaracağına inanır. Tüm beklentileri boşunadır. Çünkü artık gerdek gecesi için, Çul Oğlu Ahmet’lerin evine getirilmiştir.. Odasın da yalnız kalmayı son fırsat bilir. Gelinliği ile birlikte camdan atlayıp birden ormana dalar. Kimseler görmemişti Senem kızın kaçtığını. Bir yanda yakalanma korkusu öbür tarafta Tek sevdiği Osmanı’na kavuşma heyecanı ile kısa süre içersinde Gelin Kayası’na ulaşır. Osman’ı orada beklemektedir. Doyasıya sarılırlar birbirlerine. Özlem giderirler.
Namaza giden damat ve akrabaları döndüklerinde, duyduklarına inanamazlar. Gelin kaçmıştır. Sorarlar soruştururlar koca köylü Senemi aramak için yollara dökülür. Osman’la Senem’i Gelin Kayası’nın ininde yakalarlar.
Molla Ahmet inanamaz gördüklerine;’’Aman Allahım der benim namusumu şerefimi ayaklar altına aldın dinsiz imansız şıllık diye bağırır.’’Tüm suçlamaları sessizce dinleyen Senem;’’Namısımızı kirletecek onu ayaklar altına alacak ne yaptım ki buba?’’der.’’Çoban Osman’ı sevdimse temiz bir aşkla sevdim Onun kadını olmak üzere sevdim. Gönlümün istediğini sevmek suç mu? Günah mı ?’’ diye sorar, sormasına ama tartaklanmaktan kurtulamaz Maddi ve manevi işkenceler uygulayarak köye getirirler her ikisini de. Köye dönüş yolunda nasıl bir ceza uygulanacağını tartışır köylüler. Cezalar ağırdır. Ölüm! Fakat son kararı, kendi ve köyün namusunu temizlemeyi baba Molla Ahmet’te bırakırlar. Baba ve Anne Pembe hanım toplum baskısından bunalmışlardır. Artık bu baskıdan kurtulmanın tek çaresi öz kızlarından kurtulmaktır. Nasıl olacaktır bu? Onlarda bir anda karar veremez. Öz evlatlarına kıyamazlar.
Sonrası baba kızı Senem’i Ida Dağı’nın korkunç vadisi Ayı Deresine getirir. Beraberinde getirdiği ve Heybesinde duran kazları çıkartır. Üç adet kazdan birini kesen Molla Ahmet; çıkan kanla Senem’in elbiselerini kana bular. Korkunç vadide kızını vahşi hayvanların arasına da bırakıp; kanlı elbiseler elinde, katırına binip geldiği gibi köyüne döner. Köylü merak içersinde Senem’in babasını beklerken, aynı zamanda da çoban Osman’a işkence uygulamaktadırlar. Molla Ahmet Senem’in Kanlı elbiselerini sallaya sallaya köy meydanına gelirken toplumsal baskının verdiği rahatsızlıktan kurtulmanın huzuru(!) ile köylüleri selamlar. Köylü artık rahattır! Fakat görevlerinin bitmediğine inanırlar. Çoban Osman’ı kötürüm bırakıncaya kadar döverler. Senemin kanlı elbiselerini ona gösterirler, çıldırmasına ve intihar edip ölmesine sebep olurlar.
Senem’in Ida Dağı’ndaki hayatı ilk günlerde bir hayli sıkıntılı geçer. Daha sonraları başta kazları olmak üzere, zamanla vahşi hayvanlara, dağ hayatına alışır onlarla arkadaş olur. Barınmasına ve beslenmesine ayılar yadımcı olur. Aradan günler, haftalar, aylar geçer. Havalar ısınınca kazları ile Ida dağının doruklarına çıkıp oradan Yemyeşil doğayı masmavi Edremit Körfezini seyreder. Bahar ve yaz ayların da Sarıkız doğaya uyum sağlamakta güçlük çekmez. Dostluk kurduğu kazların, ayıların sayısı artmıştır. Kurtlar, çakallar, sırtlanlar, tilkiler, kirpiler, geyikler, tavşanlar Sarıkızın dostları olmuşlardır. Sarıkız istediği an, İda Dağının bütün hayvanlarını toplar, Ida Dağının eteklerin deki köylülerin arazilerine ve davarlarına kesinlikle dokunmamalarını söylerdi. Onlarda hiç köylülere zarar vermiyorlardı. Köylüleri de yaban hayvanlarını avlamamaları yönünde uyarma gereği duyan Sarıkız sayesinde, karşılıklı dostluklar kurulur. Barış havasında yaşam sürer. Tanrının bereketi Ida Dağı’nın eteklerindeki Yörük ve Türkmen köylerinin üzerine yağmıştır. Bolluk ve bereketin getirdiği mutluluğu Sarıkızın varlığına yoran köylüler; onun bereketinden mahrum olmamak için emrinde olduklarını her zaman söyleyip dua ediyorlardı. Tanrının ona bir güç bahsettiğine inanıyorlardı.
Vahşi hayvanları, çevresindeki insanları ona bağlayan güç Tanrının her kuluna vermediği, nasip etmediği ermişlik gücüydü. Cahil insanların günahkar olarak suçlayıp ölüme mahkum ettikleri, fakat tertemiz kalbine bakarak cezayı hiç uygun görmeyen her şeyin yaratıcısı Tanrı’nın ona bahsettiği ermişlik gücü. Artık çevrenin iyilik meleği olmuş fakir fukaranın yardımına koşuyor açları doyuruyor, hastalara şifa dağıtıyordu. Hayvanları seviyor, insanları seviyor tabiatı seviyordu.
Uzun bir aradan sonra Hac’tan dönen Baba Mola Ahmet Efendi, yine kızı hakkında konuşulduğunu fark eder. Bu kez farklıdır konuşulanlar. Kızının ermişliğinden, her şeyden önce yaşadığından söz edilmektedir. Tüm bu anlatılanları can kulağı ile dinler ve kızının yaşadığını öğrenir. Bunca yıl dağda genç bir kız yapa yalnız nasıl yasayabilir? Yırtıcı hayvanlar dan , açlıktan, dağdaki havanın sertliğinden, soğuktan nasıl zarar görmeden yaşayabilir diyerek kendi kendine sorar. İnanması güç olmasına rağmen, kızını Kazdağı’nda aramaya çıkar. Günlerce her yerde arar bulamaz. Her gün yüce Allaha dua ederek kızını dünya gözü ile bir kez görmek günahlarını bağışlamasını ister. Yaşlılığının da verdiği yorgunluktan bitkin düşer ve uykuya dalar. Bu esnada gözlerinin önünde, beyazlar içinde bir kız görür. Rüyamı gerçek mi olduğuna inanamaz. Gördüğü kendi kızıdır. Sarıkız babasının ellerinden özlemle öper. Sarıkız anasını, kardeşini, her şeyden önce Osman’ın akibetini sorar. Oldukça yorgun olan baba bitkin dir. Ölümün uzak olmadığını anlar. Namaz kılmak isteyen baba, kızından su ister. Kızı elini kilometrelerce uzaklıktaki denizden kabını doldurur; babasına uzatır. Baba su ile elini yıkar, ağzını çalkalarken yüzünü buruşturur. Bunun farkına varan Sarıkız bu kez elindeki kapla elini dağlara doğru uzatır. İçi buz gibi su dolu kapla, babasının abdest almasına yardımcı olur. Baba tüm gelişmelerden oldukça etkilenmiştir. Nihayet o da kızının masumiyetine, Tanrı’ya yakınlığına inanmıştır. Annesinin ve kardeşinin iyiliğinden söz edip selamlarını getirdiğini söyler. Kızının üzülmesini istemediğinden Osman’dan bahsetmek istemez. Sarıkızın ısrarları üzerine son nefesinde Gelin Kayasından atlayarak intihar ettiğini söyler. Ardından kızının kucağında ruhunu teslim eder.
Bu haber sonrası Sarıkız’ın da dünyası yıkılmıştır. Sürekli ağlar, yas tutar. Ida Dağı’nın bütün canlı varlıkları da üzüntüsüne ortak olurlar. Nihayet kayalıkların tepesine çıkarak Allaha yalvarmaya başlar; “Ey herşeyin yaratıcısı Ulu tanrım, Osman’ımın ölümüne sebep olanalardan, bize sevgiyi, aşkı, mutluluğu çok görenlerden hak istiyorum. Osman’ımın hakkını istiyorum“ diyerek yüce Allahtan gücünü adaletini göstermesini ister. Duası kabul olur ve Kavurmacılar köyü doğanın hışmına uğrar. Ormandaki sükunet kaybolmuş barış bozulmuş, vahşi hayvanlar kavurmacılar köyünün arazisine davarlarına zarar verir. Arazi verimsizleşir. Köyde bet, bereket kalmaz. Nihayet Osman’ın intikamını aldığına inanan Sarıkız, sözünü yerine getirir ve Osman gibi kayalıklardan atlayarak intihar eder. İlerleyen günlerde, köylüler Baba ve kızın cesetlerini bulurlar. Sarıkız’ın cesedini dağın en yüksek noktasına, babasınınkini ise karşı tepeye gömerler. Bu gün Sarıkız’ın mezarının olduğu tepeye Sarıkız Tepesi, Babasının bulunduğu mevkiye ise Babadağ tepesi denmektedir. Ida Daği ise Sarıkız’ın ölümünden sonra, yaşamının bir parçası halini alan, üretip çoğalttığı kazlardan esinlenerek Kazdağı adını almıştır.
Kazdağı’nın eteğinde ki köylerden biri de Kavurmacılar köyü’dür. Efsanenin kahramanı „Sarıkız“ Senem’inde ailesi ile birlikte yüzyıllar önce burada yaşadığı ileri sürülmektedir. Sarıkız’ın babası Molla Ahmet, köyün ileri gelenlerinden, varlıklı ailelerinden sayılır. Geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlarlar. Davarlarla ilgilenmek için, bir de Osman isminde çobanları vardır. Molla Ahmet Senem’i Çul Mehmet’in oğlu Ahmet’e kızının rızası olmadan nişanlar, nişanlamasına da Senem çoban Osman’a sevdalıdır. Bir birlerini delicesine sevmektedirler. Bunların sevdası köylüler için uzun kış gecelerinin dedikodusu olmuştur. Zamanla bu sevdayı küçümseyen bazı köylüler nasıl olur da bir çoban parçası köyün en güzel kızına sevdalanır diyerekten dedikoduların dozunu artırırlar. Senem’in namusu köylülerden sorulur olmuştur. Her tarafta Senem’le Osman’ın sevgileri, konuşulup olmadık dedikodular üretilirken; bu durum, Molla Ahmet ve hanımı Pembe hanımın da canını üzmektedir. Bir an önce dünürleri çul Mehmet’le konuşup düğün dernek kurup dedikodulardan kurtulmak isterler. Karşılıklı konuşmalar, akrabaların baskısı sonucu düğün tarihi olarak bir Kurban Bayramı sonrası belirlenmiş Okuntular (Davetiye) dağıtılmıştır.
Molla Ahmet en azından düğüne kadar anlatılanlardan kurtulmak için Senem’i eve kapatır.İki sevdalının arasındaki bağlantıyı evin küçük kızı Sevgi sağlar.. Kurban Bayramı ardından düğün günü gelip çatmıştı. Köyde herkes eğleniyor, sadece tüm olanları kızından öğrenen Pembe kadın, küçük kardeş Sevgi ve en önemlisi Senem yas tutmaktaydılar.
Senem, Osman’ın boş durmadığına gelip onu bu ölümden beter düğün ve evlilik hazırlıklarından kurtaracağına inanıyordu. Kardeşi Sevgi ile böylesi haberler göndermişti. Fakat çoban Osman düğün kalabalığından davarların yanından köye gelemiyordu. Sevgi ile Senem’ i, Gelin Kaya’sında beklediğini haber saldı. Düğünün son günüydü, gelin alayı Mollaların evine gelini almaya gelmişti. Kız evi tüm hazırlıkları bitirmiş, Senem inde umutları tükenmek üzereydi. Ağlaya sızlaya beyaz bir ata bindirirler Senem’i. Köyün etrafını turlarlar düğün halayı ile birlikte. Senem her an Osman’ın gelip kendini kurtaracağına inanır. Tüm beklentileri boşunadır. Çünkü artık gerdek gecesi için, Çul Oğlu Ahmet’lerin evine getirilmiştir.. Odasın da yalnız kalmayı son fırsat bilir. Gelinliği ile birlikte camdan atlayıp birden ormana dalar. Kimseler görmemişti Senem kızın kaçtığını. Bir yanda yakalanma korkusu öbür tarafta Tek sevdiği Osmanı’na kavuşma heyecanı ile kısa süre içersinde Gelin Kayası’na ulaşır. Osman’ı orada beklemektedir. Doyasıya sarılırlar birbirlerine. Özlem giderirler.
Namaza giden damat ve akrabaları döndüklerinde, duyduklarına inanamazlar. Gelin kaçmıştır. Sorarlar soruştururlar koca köylü Senemi aramak için yollara dökülür. Osman’la Senem’i Gelin Kayası’nın ininde yakalarlar.
Molla Ahmet inanamaz gördüklerine;’’Aman Allahım der benim namusumu şerefimi ayaklar altına aldın dinsiz imansız şıllık diye bağırır.’’Tüm suçlamaları sessizce dinleyen Senem;’’Namısımızı kirletecek onu ayaklar altına alacak ne yaptım ki buba?’’der.’’Çoban Osman’ı sevdimse temiz bir aşkla sevdim Onun kadını olmak üzere sevdim. Gönlümün istediğini sevmek suç mu? Günah mı ?’’ diye sorar, sormasına ama tartaklanmaktan kurtulamaz Maddi ve manevi işkenceler uygulayarak köye getirirler her ikisini de. Köye dönüş yolunda nasıl bir ceza uygulanacağını tartışır köylüler. Cezalar ağırdır. Ölüm! Fakat son kararı, kendi ve köyün namusunu temizlemeyi baba Molla Ahmet’te bırakırlar. Baba ve Anne Pembe hanım toplum baskısından bunalmışlardır. Artık bu baskıdan kurtulmanın tek çaresi öz kızlarından kurtulmaktır. Nasıl olacaktır bu? Onlarda bir anda karar veremez. Öz evlatlarına kıyamazlar.
Sonrası baba kızı Senem’i Ida Dağı’nın korkunç vadisi Ayı Deresine getirir. Beraberinde getirdiği ve Heybesinde duran kazları çıkartır. Üç adet kazdan birini kesen Molla Ahmet; çıkan kanla Senem’in elbiselerini kana bular. Korkunç vadide kızını vahşi hayvanların arasına da bırakıp; kanlı elbiseler elinde, katırına binip geldiği gibi köyüne döner. Köylü merak içersinde Senem’in babasını beklerken, aynı zamanda da çoban Osman’a işkence uygulamaktadırlar. Molla Ahmet Senem’in Kanlı elbiselerini sallaya sallaya köy meydanına gelirken toplumsal baskının verdiği rahatsızlıktan kurtulmanın huzuru(!) ile köylüleri selamlar. Köylü artık rahattır! Fakat görevlerinin bitmediğine inanırlar. Çoban Osman’ı kötürüm bırakıncaya kadar döverler. Senemin kanlı elbiselerini ona gösterirler, çıldırmasına ve intihar edip ölmesine sebep olurlar.
Senem’in Ida Dağı’ndaki hayatı ilk günlerde bir hayli sıkıntılı geçer. Daha sonraları başta kazları olmak üzere, zamanla vahşi hayvanlara, dağ hayatına alışır onlarla arkadaş olur. Barınmasına ve beslenmesine ayılar yadımcı olur. Aradan günler, haftalar, aylar geçer. Havalar ısınınca kazları ile Ida dağının doruklarına çıkıp oradan Yemyeşil doğayı masmavi Edremit Körfezini seyreder. Bahar ve yaz ayların da Sarıkız doğaya uyum sağlamakta güçlük çekmez. Dostluk kurduğu kazların, ayıların sayısı artmıştır. Kurtlar, çakallar, sırtlanlar, tilkiler, kirpiler, geyikler, tavşanlar Sarıkızın dostları olmuşlardır. Sarıkız istediği an, İda Dağının bütün hayvanlarını toplar, Ida Dağının eteklerin deki köylülerin arazilerine ve davarlarına kesinlikle dokunmamalarını söylerdi. Onlarda hiç köylülere zarar vermiyorlardı. Köylüleri de yaban hayvanlarını avlamamaları yönünde uyarma gereği duyan Sarıkız sayesinde, karşılıklı dostluklar kurulur. Barış havasında yaşam sürer. Tanrının bereketi Ida Dağı’nın eteklerindeki Yörük ve Türkmen köylerinin üzerine yağmıştır. Bolluk ve bereketin getirdiği mutluluğu Sarıkızın varlığına yoran köylüler; onun bereketinden mahrum olmamak için emrinde olduklarını her zaman söyleyip dua ediyorlardı. Tanrının ona bir güç bahsettiğine inanıyorlardı.
Vahşi hayvanları, çevresindeki insanları ona bağlayan güç Tanrının her kuluna vermediği, nasip etmediği ermişlik gücüydü. Cahil insanların günahkar olarak suçlayıp ölüme mahkum ettikleri, fakat tertemiz kalbine bakarak cezayı hiç uygun görmeyen her şeyin yaratıcısı Tanrı’nın ona bahsettiği ermişlik gücü. Artık çevrenin iyilik meleği olmuş fakir fukaranın yardımına koşuyor açları doyuruyor, hastalara şifa dağıtıyordu. Hayvanları seviyor, insanları seviyor tabiatı seviyordu.
Uzun bir aradan sonra Hac’tan dönen Baba Mola Ahmet Efendi, yine kızı hakkında konuşulduğunu fark eder. Bu kez farklıdır konuşulanlar. Kızının ermişliğinden, her şeyden önce yaşadığından söz edilmektedir. Tüm bu anlatılanları can kulağı ile dinler ve kızının yaşadığını öğrenir. Bunca yıl dağda genç bir kız yapa yalnız nasıl yasayabilir? Yırtıcı hayvanlar dan , açlıktan, dağdaki havanın sertliğinden, soğuktan nasıl zarar görmeden yaşayabilir diyerek kendi kendine sorar. İnanması güç olmasına rağmen, kızını Kazdağı’nda aramaya çıkar. Günlerce her yerde arar bulamaz. Her gün yüce Allaha dua ederek kızını dünya gözü ile bir kez görmek günahlarını bağışlamasını ister. Yaşlılığının da verdiği yorgunluktan bitkin düşer ve uykuya dalar. Bu esnada gözlerinin önünde, beyazlar içinde bir kız görür. Rüyamı gerçek mi olduğuna inanamaz. Gördüğü kendi kızıdır. Sarıkız babasının ellerinden özlemle öper. Sarıkız anasını, kardeşini, her şeyden önce Osman’ın akibetini sorar. Oldukça yorgun olan baba bitkin dir. Ölümün uzak olmadığını anlar. Namaz kılmak isteyen baba, kızından su ister. Kızı elini kilometrelerce uzaklıktaki denizden kabını doldurur; babasına uzatır. Baba su ile elini yıkar, ağzını çalkalarken yüzünü buruşturur. Bunun farkına varan Sarıkız bu kez elindeki kapla elini dağlara doğru uzatır. İçi buz gibi su dolu kapla, babasının abdest almasına yardımcı olur. Baba tüm gelişmelerden oldukça etkilenmiştir. Nihayet o da kızının masumiyetine, Tanrı’ya yakınlığına inanmıştır. Annesinin ve kardeşinin iyiliğinden söz edip selamlarını getirdiğini söyler. Kızının üzülmesini istemediğinden Osman’dan bahsetmek istemez. Sarıkızın ısrarları üzerine son nefesinde Gelin Kayasından atlayarak intihar ettiğini söyler. Ardından kızının kucağında ruhunu teslim eder.
Bu haber sonrası Sarıkız’ın da dünyası yıkılmıştır. Sürekli ağlar, yas tutar. Ida Dağı’nın bütün canlı varlıkları da üzüntüsüne ortak olurlar. Nihayet kayalıkların tepesine çıkarak Allaha yalvarmaya başlar; “Ey herşeyin yaratıcısı Ulu tanrım, Osman’ımın ölümüne sebep olanalardan, bize sevgiyi, aşkı, mutluluğu çok görenlerden hak istiyorum. Osman’ımın hakkını istiyorum“ diyerek yüce Allahtan gücünü adaletini göstermesini ister. Duası kabul olur ve Kavurmacılar köyü doğanın hışmına uğrar. Ormandaki sükunet kaybolmuş barış bozulmuş, vahşi hayvanlar kavurmacılar köyünün arazisine davarlarına zarar verir. Arazi verimsizleşir. Köyde bet, bereket kalmaz. Nihayet Osman’ın intikamını aldığına inanan Sarıkız, sözünü yerine getirir ve Osman gibi kayalıklardan atlayarak intihar eder. İlerleyen günlerde, köylüler Baba ve kızın cesetlerini bulurlar. Sarıkız’ın cesedini dağın en yüksek noktasına, babasınınkini ise karşı tepeye gömerler. Bu gün Sarıkız’ın mezarının olduğu tepeye Sarıkız Tepesi, Babasının bulunduğu mevkiye ise Babadağ tepesi denmektedir. Ida Daği ise Sarıkız’ın ölümünden sonra, yaşamının bir parçası halini alan, üretip çoğalttığı kazlardan esinlenerek Kazdağı adını almıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder